Rus Dış Siyasetinde Trump Yeni Bir Milat Olabilir

Rusya’nın ekonomik ve askeri kapasite bağlamıyla birlikte dış politika stratejileri, bölgesel ve küresel bir aktör olmasının yanında Karadeniz’den komşumuz da olması nedeniyle Türkiye’nin gündeminde sıklıkla yer alıyor. Kimi zaman sıcak kimi zaman çekişmeli ilişkilenmelerine tanık olduğumuz Rusya’nın bugün dünya konjonktüründe nerede durduğu, BRICS ve ŞİÖ gibi oluşumlarla ABD karşıtı pozisyonunun nereye varacağı, Trump’ın ABD Başkanlığına seçilmesiyle yeni dengelerin kurulup kurulmayacağı merak konusu. Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna ve Suriye cephelerinde ne yapacağı ve elbette Türkiye ile ilişkilerinin seyri tartışma başlıklarında öne çıkıyor.

Rusya ile ilgili merak edilenleri İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş’e sorduk, ayrıntılı ve öğretici yanıtlar aldık. Söyleşi için Doç. Dr. Hakan Güneş’e teşekkürlerimizi iletiyoruz.

***

Ayrım: Rusya’yı konuşmaya öncelikle geniş bir çerçeveden bakarak başlayalım. Bugün Putin Rusyası’nın genel dış politika jeopolitik stratejisi nedir?

Hakan Güneş: Rusya birçok ülkeden farklı olarak dış politika ve güvenlik yaklaşımını temel ve kapsamlı belgelerde ifade eden ve diplomatları ve sözcülerinin çok büyük ölçüde bu belgeler çerçevesinde hareket ettiği bir ülkedir. Bugüne kadar Rusya altı dış politika belgesi yayınlamıştır. Keza güvenlik belgesi olarak da 2000 ve 2009’da iki temel belge yayınlamıştır. Bu belgeler ışığında Rusya’nın özellikle son 10 yılda jeopolitik stratejisini değerlendirdiğimizde 1990’lar ve hatta 2000’lerin ortasına oranla ölçek küçülttüğünü tespit etmek yanlış olmayacaktır. Zira en başta eski Sovyet coğrafyası olan “yakın hariciye”sini en önemli etki sahası olarak tanımlayan Rusya’nın bu hedefinde başarılı olamadığını ve burada daha gerçekçi sınırlara çekildiğini tespit edebiliriz. Yakın hariciyesinde ölçek küçültmekle beraber sert kırmızı çizgisini Ukrayna’nın doğusunda çizdiğini, öte yandan bu ölçek kaybını küresel askeri sanayi, enerji ve askeri-politik açılımlarla yeni sahalarda bir parça dengelemeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Rusya Federasyonun merkezinde bulunduğu Avrasya Ekonomik Birliği’nde 15 eski Sovyet cumhuriyetinden kendisi dışında sadece Belarus, Kazakistan, Ermenistan ve Kırgızistan’la ortak bir ekonomik yapıyı inşa edebildiğini, askeri olarak da Varşova Paktından küçüle küçüle elinde kalan Kolektif Güvenlik antlaşması Örgütü (KGAÖ) içinde hemen hemen aynı ölçekte olacak şekilde AvEB’e ilave olarak Tacikistan ile birlikte hareket edebildiğini tespit edelim.

Sovyetler Birliği dönemi ile kıyaslanamayacak bir irtifa ve etki sahası kaybı yaşayan Putin Rusya’sı şüphesiz Yeltsin dönemine oranla da görece kendisini toparlamış, 2007 meşhur Münih Konuşmasında ifade edilen anti-hegemonyacı dış siyaset konsepti çerçevesinde Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS zemininde ortaklıklarla ittifak alanını genişletmeye çalışmıştır. Bu iki yapının da kendi iç çelişkileri olan ve sınırlı bir iş birliği alanında inşa edildiğini de kayda geçirelim.

Rusya’nın jeopolitik hedeflerini, daralmış bir düzeyde olsa da eski Sovyet sahasındaki etkisini sürdürmek, ABD’nin küresel ekonomik ve siyasal dominasyonunu BRICS ve ŞİÖ gibi “anti-hegemonyacı” oluşumlarla birlikte dengelemek olarak özetleyebiliriz.

Rusya bu genel strateji içinde yumuşak güç enstrümanlarına fazlaca sahip olamayan, daha çok nükleer ve askeri gücünü öne çıkaran bir aktör görünümünde. Rekabet ettiği sahalarda diğer aktörler ekonomik cazibeleri ve geniş kitlelere vadettikleri siyasal ve toplumsal düzen bakımından Rusya’ya nispetle daha etkili oluyorlar. Rusya ekonomik ve siyasal olarak rekabette zorlandığı nispette (2014 başından beridir) daha fazla askeri güce dayalı karşı hamleler geliştiriyor. En son Ukrayna Savaşı bağlamında taktik düzeyde dahi olsa nükleer güç seçeneğini dahi öne çıkaracak kadar askeri güce dayalı stratejisini öne çıkardı.

Peki Rusya’nın bu stratejik hedeflerini destekleyecek ekonomi kapasitesi nedir? Rusya ekonomisinin durumu hakkında ne söyleyebiliriz?

Ukrayna Savaşı başladığında Rusya genellikle tahmin edilenden daha zayıf bir askeri etkinlik düzeyi gösterirken şaşırtıcı şekilde de ekonomik olarak yaptırımlardan daha az etkilendi. Bunda ABD/AB/NATO yaptırımlarına Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri ve Hindistan gibi çok sayıda ülkenin katılmaması önemli bir rol oynamış olsa gerek. Ancak bu tablo da Rusya’nın genel ekonomik kapasitesi konusunda yanıltıcı bir okumaya neden olmamalı. Rusya’nın dünya ticaretindeki yeri Ukrayna Savaşı hemen öncesinde dünya ölçeğinde 21. sıra ile İspanya, İsviçre Tayvan, Polonya ve Avustralya gibi ülkelerle yakın bir yerde bulunuyordu. Bu G7 ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça düşük bir değer toplamına işaret ediyor. Yine Forbes’un ilk 2000 küresel şirket verilerine bakıldığında Rusya’nın ilk 2000 dev şirket ve finansal kuruluş içindeki payı ülkeyi 15. sıraya yerleştiriyor. Yani devler liginde mücadele ettiği ülkeler ile arasındaki ekonomik kapasite makası bir hayli açık bir ülke Rusya. Tam da bu nedenle askeri gücüne, askeri sanayi ve ham madde ihracına ve enerji kaynaklarına sahip olma avantajına dayalı stratejiler geliştiren bir ülke.

Peki askeri kapasitesi? Örneğin son gelişmelerde Rusya’nın HTŞ’nin ilerleyişine müdahale etmeyişinin arkasında askeri kapasitesinin yetersizliği olduğu da iddia edildi. Gerçekten böyle mi? En genelde Rusya’nın Suriye’deki hamleleri ve geri çekilmesi ne ifade ediyor sizce?

Rus Sermayesinin küresel ölçekteki yerine ilişkin verilerle bu ülkenin ekonomik kapasitesinin bölgesel güçler liginde yukarılarda ama merkez emperyalist ülkeler liginde ise görece aşağılarda yer aldığını söylemiş olduk. Ancak bu ülke, neredeyse bir asırdır askeri güç olarak dünyanın 2. büyük gücü olma özelliğini sürdürüyor. Tam da bu nedenle Ukrayna savaşındaki ağır ilerlemesi, hatta yer yer yer gerilemeler yaşaması şaşırtıcı bir veri sunmuş oldu. Bunun Ukrayna Savaşı’nda öne çıkan gelişmiş İHA/SİHA ve güdümlü ve güdümsüz füze teknolojilerinde, yeni elektronik savaş taktiklerinde göreli geri kalması ile ilgisi olabilir. Buna bir de sahada sadece Ukrayna ordusu olmakla beraber onu teknoloji, silah ve mühimmat olarak destekleyen ülkelerin toplam gücünün hafife alınmayacak bir ağırlık oluşturduğu gerçeğini de ilave etmeliyiz.

Genel bir değerlendirme yapacak olursak Rusya çok sayıda gösterge açısından hem taktik ve stratejik nükleer gücü hem konvansiyonel askeri gücü açısından hala çok güçlü bir orduya sahip olsa da geniş bir ABD/AB/NATO koalisyonu karşısında da ciddi şekilde zorlanmaktadır. Suriye’de Esad rejimin devrilmesinde Rusya’nın askeri başarısızlığı tespitlerini ise temkinli karşılamak gerekir. Bu Rusya’nın bile isteye teslim ettiği bir cephe olmasa da Trump’ın Ukrayna’da Rusya’ya barış vadettiği koşullarda İsrail ve ABD ile ilişkileri bozma derecesinde Suriye savaşının tüm yükünü üzerine almayı reddetmesi olarak okunmalı. Bir bakıma Ukrayna’da barış vaadi karşılığında Suriye’den vazgeçti de denebilir. Bu Suriye ordusu ve/veya İran savaşırken gerçekleşen bir vazgeçme olarak okunabilir mi orası biraz belirsiz. Ama her durumda askeri olarak tercih ettiği, denediği, güç yığdığı ve başarısız olduğu bir cephe olarak değerlendirmek doğru olmaz. Yani Rusya HTŞ’nin 30 bini bulmayan gücü karşısında Suriye’de savaşa girmiş ve kaybetmiş değildir. Siyaseten az önce saydığımız koşullar içinde Esad için kendisini daha riskli bir duruma sokmak istememe tercihi ile ilgilidir.

Rusya’nın Ukrayna ile savaşa girmesinin arkasındaki jeopolitik mantık nedir? Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına giden yollar nerelerden geçti?

Ukrayna’ya yönelik Rusya saldırısının arkasındaki jeopolitik mantık, eski Sovyet sahasında sürekli mevzi kaybeden ve burnunun dibine kadar NATO yayılmasına maruz kalan Rusya’nın, Batı’nın son Ukrayna hamlelerini varoluşsal askeri tehdit olarak sınıflandırması ile ilgilidir. Ancak konunun hemen arkasında siyasi seçeneğin neden terk edildiği, askeri müdahaleye, savaşa neden karar verildiğine ilişkin son 20 yılı içeren bir deneyim mevcuttur.

Bu konuyu aslında Ukrayna’nın ilk renkli devrimi sürecinde (2004/2005) ve ikinci renkli devrimi yani EuroMaidan (2013/2014) sürecindeki strateji farklılığı üzerinden okuyabiliriz. İlkinde Rusya yanlısı hükümet geri çekilmiş yani Rusya geri çekilmeyi kabul etmiş ve ülke yeniden seçimlere gitmişti. Bu seçimden 2 puanlık bir oy farkı ile Batı yanlısı Cumhurbaşkanı ve Başbakan çıkmıştı. Rusya bu aşamada askeri seçenekleri gündeme almadı. Bir sonraki seçim beklendi ve Rusya yanlısı olarak adlandırılan Yanukoviç yeniden seçimle işbaşına geldi. Aynı hükümet ikinci bir kitlesel seferberlikle desteklenen bir hükümet darbesi komplosu ile karşı karşıya kaldığında bu kez, bekleme, ekonomik ve siyasi politikalar, seçimle yeniden güç kazanma gibi seçenekleri devre dışı bıraktılar. Zira o yol bir kez denendi ama bu arada Batı müthiş askeri hazırlıklar içinde Ukrayna içinde nüfuzunu arttırmıştı. Üstelik Neonazi gruplar kullanılarak Rusya yanlısı partilere oy veren bölgeler (Odessa ve Mariopol en bilinen örnekler) cebirle ve katliamla ele geçirilmişti. Rusya bu aşamada Kırımı ilhak edip Donets ve Lugansk’ta da iki halk cumhuriyeti kurarak yanıt verdi. Rusya yanlılarının yüzde 70 ve üzerinde oy aldığı Odessa ve Harkov gibi bölgelerde benzer bir hamle yapılamadı.

Yine bir özet yapacak olursak Rusya’nın 2005 sonrasında olduğu gibi seçimleri bekleme seçeneğini ortadan kaldıran Batı’nın (İngiltere öncülüğünde Fransa, ABD ve Polonya destekli) nizami ve gayrinizami askeri derinlik yaratmış olması idi. Elbette Rusya kendisine doğrudan saldırı olmaksızın bir başka ülke topraklarına saldırıyı ilk başlatan taraf olması nedeniyle uluslararası hukuk ve meşruiyet açıcından son derece olumsuz bir konuma kendini yerleştirmiş oldu. Ancak 2005, 2014 ve son olarak 2022 başlarındaki gelişmeler bir zincir içinde okunduğunda bunun Rusya’nın eylemini meşrulaştırmadan mutlak bir askeri yanıta zorladığını da belirtmek zorundayız.

Rusya, tansiyonu yüksek 10 yıl boyunca (2004-2014) Kırım, Lugansk ve Donetsk dışında da Rusya yanlısı partilere oy verme oranının çok yüksek olduğu bölgeleri bile ne askeri olarak kontrol altına alabilmiş ne de siyaseten buradaki halk üzerinde hegemonya tesis edebilmiştir. Bu Rusya’nın saldırgan taraf olması kadar genel olarak ekonomik ve siyasi cazibesinin kaybının da bir göstergesidir. Savaştan en çok etkilen kesimler cephenin iki tarafında silah altına alınmış ve sadece birkaç yıl önce Rusya yanlısı partilere oy vermiş yurttaşlar olmuştur.

Bu bölgedeki savaşın bittiğini düşünüyor musunuz? Özellikle Trump’ın seçilmesiyle birlikte Putin ile kendisinin Ukrayna konusunda anlaştıkları söyleniyor. Ukrayna ile savaşın Rusya açısından yarattığı sonuçlar ne oldu, ne olacak?

Trump ile Putin arasında, kapalı kapılar ardında bile olsa, henüz detayları konuşulmuş bir anlaşma olduğunu sanmıyorum. Ancak bir anlaşma zemini hepimizin gözleri önünde açıkça ifade edildi. Trump Rusya’yı yanına alacak, Çin’e odaklanacak, Çin’in yanındaki anti-hegemonyacı bloğun önemli bir unsuru olan Rusya’yı Pekin’den uzaklaştıracak bir strateji vadediyor ve bu çerçevede de detayları, zamanlaması, müzakere edilecek konuları tam belli olmasa da Ukrayna’da tarafları bir tür ateşkese hatta belki bir düzeyde bir barışa ikna etmeye çalışacağı herkesin malumu.

Suriye gelişmelerinde Rusya’nın Şam yönetimini kurtarmak için özel bir çaba harcamaması tam da bu süreçle ilgili. Putin Ukrayna Savaşını kaybediyor değil, ekonomisi de zorda değil ama kazanıyor olduğunu söylemek de zor. Putin Rusya’sı üçüncü yılını tamamlamak üzere olan savaştan çeşitli güvenceler (Ukrayna’nın NATO’ya alınmayacağı vaadi gibi) ve kısmı toprak düzenlemeleri ile çıkmak istiyor. Rus oligarkları Batı’da dondurulmuş malvarlıklarına, mülklerine kavuşmak, savaş nedeniyle Çin’e ve Hindistan’a ucuz enerji satışının dezavantajlarından kurtulmak, “normal” burjuvalar gibi Batıyla uyumlu ticaretlerine devam etmek işitiyor.  E, Trump da bunu vadediyor iken Putin de Rus oligarkları da bu seçeneği zorlayacak adımlar atıyorlar ve atmaya da devam edeceklerdir. Elbette bu kolayca gerçekleşebilir mi orası tartışılır ama Biden dönemiyle kıyaslanmayacak bir “barışma” aralığı açıldığı çok açık.

Rusya’nın hamleleri Ortadoğu ve doğu Avrupa ile sınırlı değil. Libya başta olmak üzere Rusya’nın Afrika’daki emperyal varlığını nasıl yorumluyorsunuz, Rusya’nın bu bölgedeki amaçları nedir?

En başta da konuştuğumuz gibi Rusya açısından Libya, Afrika’daki müttefikleri vb. asla Ukrayna kadar stratejik değildir. Rusya ölçeğinde bir ülke için bu global pazarlık gücünü ve etki sahasını geliştirmenin araçları olmaya devam edecektir ama bu bölgelerin hiçbiri Ukrayna’nın tek bir vilayeti kadar bile önemli görülmez. Öte yandan Ukrayna savaşı bittiğinde de, bitse de, Rusya’nın yakın bölgesi başta olmak üzere kapasitesi ölçüsünde etki sahaları kurmaya çalışacağını tahmin edebiliriz. Tam boy ve tipik bir emperyalist ülke olarak tanımlanması kolay olmasa da Rusya’nın ekonomik kapasite bakımından en azından yüksek profilli bir alt-emperyal ülke olduğu tartışma götürmez. BMGK üyesi, nükleer gücü olan, dünyanın ikinci büyük askeri sanayi ihracatçısı ve çok büyük bir enerji ihracatçısı olarak Rusya’nın Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da etkili hamleler yapmaya devam edeceğini öngörebiliriz.

Asıl ilginç ve önemli soru, Trump ile anlaşma sağlandığı takdirde, yani Çin’e daha mesafeli, Batı ile daha dengeli bir konuma yerleşecek bir Rusya’nın Afrika dahil tüm bölgelerde etkinliğini nasıl arttıracağı sorusudur. Ancak bu durum an itibarıyla güçlü de olsa halen bir olasılıktır. Durum gerçekleştikten sonra her şeyi yeni bir gözle okumamız gereken yeni bir Rus dış siyasetine tanık olabiliriz. Buna Afrika, Ortadoğu, Türkiye ve Latin Amerika boyutları da dahildir elbette.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Rusya kapitalist bloğun bir parçası haline gelse de tarihsel konumlanış açısından ABD merkezli emperyal batı bloğunun karşısında yer alıyor. Bu bağlamda Rusya’nın Çin ile ilişkisini nasıl okumak lazım?

Putin’in 2007 Münih konuşması ABD hegemonyası karşısında “anti-hegemonyacı” tutumun bir manifestosu idi. ŞİÖ’de başlayan ve BRICS ile devam eden Moskova-Pekin işbirliği tam da bu çerçeve içinde okunmalı. Ancak anti-hegemonyacı bloktaki her ülkenin ABD ve Batı bloğu karşısındaki tutumunun devamlılığı ve sınırı tam da ABD’nin bu ülkelerle nasıl bir ilişki kurduğuna da bağlı. Örneğin Hindistan, Rusya’dan silah alıp, daha ziyade Çin’e karşı ABD ile askeri tatbikatlar yapıyor ama BRICS üyesi olarak ABD finansal hakimiyetine karşı tutumlara da ortak oluyor. Trump’ın Rusya ile kurmayı vadettiği yeni denklem doğal olarak Moskova’nın ŞİÖ ve BRICS içindeki konumunu da yeniden değerlendirmeyi buradaki politikalarına yeni bir kalibrasyon yapmayı gerektirecektir. Teorik olarak Rusya yönetimi ve Rus burjuvazisinin kendisine vadedilen Batı ile daha sürtüşmeli, Çin’e daha mesafeli konumu reddedeceğine ideolojik ya da ekonomi-politik bir engel yoktur. Siyaset ise birçok dönemeçten geçtiği ve geçeceği için bu yeni durumun şekillenmesini beklemek ve onun ardından konuşmak durumundayız. Bu vaat gerçekleşmeden Rusya konum değiştirmeyecek ancak gerçekleştiğinde ise birçok dış siyaset doktrini ve parametresi yeniden şekillenecektir.

Son olarak Türkiye’yi soralım. Rusya Türkiye ilişkilerinin son dönemdeki seyri sizce nereye gidiyor?

Rusya ve Türkiye özellikle Karabağ Savaşı sürecinde şaşırtıcı bir iş birliği sergileyebildi ancak Suriye’de hep gergin bir siyasi ortaklık kurabilmişti. Gergin sahalardan birisi de Libya oldu. Ancak iki yönetim de başka zorluklar karşısında birbirleri ile ilişkilerini, birbirinin ayağına basmamaya çalışarak hassas bir dengede sürdürdü. Bugün de bu ilişkinin birden ve radikal şekilde değişmesi için güçlü bir neden yok. Suriye’deki son gelişmeler de dahil, Moskova’nın Erdoğan yönetimine kredisine biraz daha temkinli yaklaşmasına sebep olacak olsa da Rusya’daki Türk şirketlerine sınırlamalar getirmek, Rus turistleri Türkiye yerine başka destinasyonlara yönlendirmek gibi kimi gerilim başlıklarına rağmen ortada kriz seviyesinde bir yeni denklem çıkacak gibi görünmüyor. Kriz olmasa da bunlar yeni ve önemli gerginlik başlıkları mıdır? Evet.

Temel bir eğilim olarak son yıllarda Moskova’nın Ankara’ya daha temkinli, daha mesafeli yaklaştığı, Suriye gelişmeleri sonrası gerilim yansıtan konular listesinin genişlediğini kaydedebiliriz. Yine de Ukrayna sorunu hala Rusya için merkezi önemde ve bu süreç nihayete ermeden karşıtları cephesini genişletmek istemeyecektir. Ancak Ukrayna savaşının bitmesi ya da bitme eğilimine girmesi ile az önce saydığım türden gerilim başlıklarında Rusya’nın Türkiye’ye daha az olanak açacağı da kesin. Trump Rusya yakınlaşması gerçekleştiği takdirde, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı, Batı’ya karşı Rusya kartını oynama aralığı da daralacaktır.