Küresel Neoliberalizmin Sonu: Abd’nin Ticaret Savaşı ile Başlayan Yeni Dönem

Hakan Güneş28 Mayıs 2025

Kapitalizmin 1970 sonlarında başlayan neoliberal evresi en azından 1991’den itibaren küresel bir karakterde ilerliyordu. Ta ki Çin’in küresel neoliberalizmden faydalanma oranı ABD ve müttefiklerinin önüne geçene kadar . Çin’in Batı pazarlarında elektrikli araç, solar sistemler ve elektronik donanım ve giderek bilişim alanında hakimiyet kurmasının kaçınılmaz hale gelmesiyle birlikte son beş yılda adım adım ve ürün bazında devreye sokulan gümrük tarifeleri, teknoloji transfer yasakları artık yeni ve kesin bir evreye geçti: Çin’e karşı topyekûn bir ticaret duvarı örmek. Biden döneminde kısmı adımlarla izlerini gördüğümüz bu yaklaşım Trump’ın 2 Nisan 2025 Gümrük Tarifeleri ile neoliberalizmin küresel ölçeğine son vermesiyle yeni bir dönemin kapılarını açtı.

ABD liderliğindeki kolektif batı emperyalizminin GATT, IMF, Dünya Bankası gibi küresel ekonomik ve finansal aygıtlarla tüm ülkelere neoliberal küreselleşmenin düsturlarını dayattığı,  gümrük duvarlarının kaldırılmasını, ulusal sübvansiyonların sonlanmasını ve kamu iktisadi teşekküllerini özelleştirilmesini şart koştuğu 1990-2025 arası 35 yıllık düzen tam da kural koyucuların çıkarlarına hizmet etmeyecek bir noktaya geldiğinde bizzat efendileri tarafından sonlandırıldı.

Öte yandan ABD’nin gümrük tarifelerini ilan ettiği 2 Nisan 2025 itibarıyla içine girilen yeni dünya düzeninin, neoliberalizmin tüm boyutları ile sonunu işaret ettiğini söylemek zor: Zira dünya kapitalizmin merkez ya da çevre ülkelerinde özelleştirme yerine kamu iktisadi teşekkülleri geri çağrılmıyor, iç piyasada neoliberal düsturlar terk edilmiyor. Ancak ithal ikameci birikim modellerinin de kapısı aralanıyor. ABD, kendisi dışındaki ticari tarafların rekabet gücünü kırpmaya yönelik belirli ürün ve hizmetlere gümrük tarifesi uygularken diğer ülkeler de seyredecek değiller. Nitekim pek çok ülke yeni dönemde Trump örneğini çeşitli alanlarda hayata geçirmeye başladı bile. Bu bakımdan neoliberalizmin küreselleşmeci/globalist evresinin bitişi neoliberalizmin bitişi değil, küreselleşmenin de bitişi değil ama kesin olarak küreselleşmeci neoliberalizmin bitişi olarak okunmalıdır.

Peki zaten 40 yıldır “Çin Yükseliyor” kehaneti herkesçe satın alınmışken ne oldu da 2025’de globalist bir neoliberalizmden vazgeçtiler. Dünyanın ucuz işgücü ve üretim üssü olarak Batının yatırım üstüne yatırım yaptığı Çin sistemin mezar kazıcısına mı dönüştü?

Çin’in Küresel Fabrikadan,  Bilim-Teknoloji Üssüne Büyük Dönüşümü

John Mearsheimer 2001 tarihli “The Tragedy of Great Power Politics” (Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi) adlı eserinde Çin’in ekonomik olarak yükseldikçe askerî gücünü de artıracağını ve bunun sonucunda ABD ile kaçınılmaz bir jeopolitik rekabete gireceğini ileri sürmüştü. “Çin Yükselişi” ve bunun kaçınılmaz bir ABD-Çin çatışmasına doğru gideceği tezi bundan dolayı Mearsheimer ile anılır oldu. Ancak Mearsheimer’den 15 yıl kadar önce daha Doğu Avrupa ve SSCB ayakta ve Çin yoksullukla pençeleşirken Paul Kennedy, “Büyük Güçlerin Yükselişi ve Düşüşü” eserinde muhtemelen “Çin’in Yükselişi” efsanesini belki de ilk dile getiren yazardı. Aslında Kennedy’nin genel öngörüsü ile Mearsheimer’ın köşeli tespiti arasındaki yıllarda Dünya Çin’den çok Almanya merkezli AB ve Japonya merkezli pasifik ekonomik bölgesel güçlerinin yükselişini konuşuyordu. Günün sonunda Çin, Sovyetler gibi dağılmamayı başarmış, dışa açılma ile ekonomisinde yavaş ama belirgin iyileşmelere imza atmaya başlamıştı; ancak ABD, Avrupa ortalamasında bir teknolojik gelişkinliği ya da refah seviyesini henüz yakalamış değildi. Ancak bu durum da yıllar geçtikçe yavaş yavaş değişecekti.

2010’lara gelindiğinde de Çin’in küresel ucuz üretim üssü ya da küresel markaların fason tedarikçisi olmaktan daha fazla bir sıfatı hakkettiği hayli tartışmalıydı. Ancak tüm bunlar kabaca 2015 ile birlikte niteliksel bir dönüşüme uğramaya başladı ve Çin fasonculuğunu yaptığı hemen her başlıkta kendi lisansı, kendi teknolojisi ve kendi markası ile hem iç hem de dış pazarda etkili bir aktör olmaya başladı.

Nitekim Trump’ın birinci başkanlık dönemi (2017-2021) öncesi kampanyalarında Çin’e karşı önemlerden bahsetmeye başlaması tam da böyle bir niteliksel dönüşümün yaşandığının habercisiydi. Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü’nün “Kritik Teknoloji İzleme” endeksi bu büyük dönüşümün adeta kayıtlarını sunar: “Kritik Teknoloji İzleme” endeksi savunma, uzay, enerji, çevre, yapay zeka, biyoteknoloji, robotik, siber, bilgi işlem, ileri malzemeler ve önemli kuantum teknolojisi alanlarını kapsayan 64 kritik teknolojiyi kapsamaktadır. Bu endeks, bir ülkenin araştırma performansı, stratejik niyeti ve gelecekteki potansiyel bilim ve teknoloji kabiliyeti hakkında önemli bir gösterge olarak okunabilir: 2003-2007 döneminde ABD 64 kritik teknolojiden 60’ında liderken, 2019-2023 döneminde sadece 7’sinde lider konumdadır. Aynı dönemde Çin, 2003-2007’de sadece 3 teknolojide liderken, 2019-2023’te 57 teknolojide lider konuma yükselmiştir. Bu rakam bir önceki yılda 52 iken 54’e, sonra da 57’ye yükselmiştir. Son beş yıl Çin’in bilim teknoloji üstünlüğünü adeta tartışmasız biçimde ilan ettiği yıllardır. Trump’a has çılgınca bir yaklaşım gibi görünen “gümrük tarifeleri” tam da bu dönemde metropol kapitalistlerinin tamamının krizden çıkış reçetesidir. Trump’tan önce ABD’nin Huawei ve ZTE gibi Çinli şirketlere pazarını kapatmak, yüksek teknoloji ürünlerinin ve bileşenlerinin ihracatını kısıtlamak gibi çeşitli yollarla Çin’in teknolojik ilerlemesini durdurma çabalarına rağmen Çin’in yukarıda sayılan 64 başlıktan 57’sinde üstünlük kurması sıradan bir durum değildir ve nitekim kapitalizmin merkez üssünde de öyle değerlendirilmemiştir.

Özetle kapitalizmin değil elbette, ancak onun neoliberal evresinin ve en azından küresel serbest ticaret boyutunda bizzat kurucuları tarafından sonlandırıldığına şahit oluyoruz ki bunun da başlıca sebebi bu düzenin ABD ve müttefiklerinden çok Çin’e fayda sağlayan bir noktaya erişmiş olmasıdır.

Patron Çıldırdı: Serbest Ticaret Olmadan Neoliberalizm Sürdürülebilir Mi?

Peki küresel serbest ticaret rejimi olmadan devam edecek neoliberal rejime hala neo-liberal rejim demenin açıklayıcı bir değeri var mıdır?

Ümit Akçay’ın başvurduğu ayrıma yani neoliberalizmi salt bir birikim rejimi ya da küresel serbest ticaret düzeni olarak görmemek tartışma için anlamlı bir zemin sunabilir. Akçay neoliberalizmi, “birikim rejimi”, “ekonomi politikası”, küresel serbest ticaret rejimi, “yönetişim tekniği” ve “ideoloji” olarak değerlendirilebilecek çoklu ve geçişken unsurlarına ayrıştırarak düşünmemizi salık veriyor. Şüphesiz bu yaklaşım “post-neoliberal dönemi” anlamak için ayrıntılı bir ayrım seti sunuyor ve tartışmalarda bu zemini kaybetmemek gerekir.

Ayrım Dergi’nin aynı dosyasında “Neoliberalizmi kaçınılmaz bir safha değil, kısa vadeli bir ideolojik aygıt olarak görmek” gerektiğini vurgulayan Ekim Arbatlı ise Trump’ın son hamleleri ile “Çin’in son yirmi yıldaki ciddi ekonomik atılımları ve yakaladığı büyüme hızı, ABD’nin küresel üstünlüğünü görünür şekilde tehdit eder hale gelmesiyle” neoliberalizmin egemen sınıfların kendileri açısından “miadını dolduran” bir siyaset haline geldiği ve terkedilmeye başlandığının altını çiziyor: “Gümrük vergilerinin artması ve sınırların kapatılması gibi korumacı tedbirlerle birlikteyse ‘serbest küresel ticaret ve dolaşım’ miti terk ediliyor. Böylece neoliberal doktrinin temel ekonomik önermeleri de rafa kaldırılmış oluyor.”[1]  Arbatlı’ya benzer şekilde, tıpkı bu yazıda bizim de iddia ettiğimiz gibi, Ümit Akçay da “ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları ve sanayileşmeyi teşvik eden yeni politikalar, neoliberal küreselleşmenin temel ilkelerini sarsıyor” tespitinde buluşuyor.[2]
Şüphesiz tam da Özgür Orhangazi’nin tartışmasında dikkat çektiği gibi özellikle “emek rejimi” bakımından ne merkez ne de yarı çevre ya da çevre ülkelerde neo-liberal düzenin sonlandırılmasına ilişkin egemen sınıfları zorlayan bir aktör çıkmış değil. “Sermayenin tahakkümüne, emperyalist rekabete ve yapısal kriz eğilimlerine karşı güçlü bir emek-müşterekler hareketiyle anti-kapitalist bir rotanın inşa edilmesi”ni öne çıkaran Orhangazi’nin de tartışmayı sınıflar mücadelesine havale ediyor ve neoliberalizmi salt bir küresel serbest ticaret rejimi olarak kodlamamak gerektiğini vurguluyor.[3]
Sonuç: Dış karşı korumacılık emeğe karşı savunmasızlık rejimi olarak post-neoliberal dönem

Neoliberalizmin “küreselleşmeci” boyutunun sonlandığı konusunda daha geniş bir mutabakat varken bu sürecin “ulusal” düzeylerde neo-liberalizmlere de son verip vermeyeceği konusu biraz daha tartışmaya açık görünüyor.

Bana göre ise, yeni dönemde ABD ve müttefiklerinin Çin yerine “küresel fabrika ve fasoncu” olarak ikame edecekleri (Hindistan vb) alternatif ülkeler olacağı için neoliberal evrenin tam bir sonlanmasından ziyade tabiri caiz ise hibrid bir ara döneme doğru ilerlemesi son derece olası görünüyor. Ama bunun da doğal sınırların çok uzakta olmadığını söyleyebiliriz: “gelişmekte olan ülkelerin” ya da alt-emperyalist bölgesel güçlerin de kendi koruma duvarlarını çok yakında inşa etmeye çalışmalarını Trump bir süre erteleyebilir ama sonsuza kadar değil. Beş üyeli BRICS’in son beş yılda üye ve partner seviyesinde  yirmiden fazla devletin başvurusuna adres olması bu tespitimizin adeta kanıtı gibidir.

Küreselleşmeci neoliberalizm sonlanırken “ulusal” neoliberalizmin emeği savunmasız bırakan siyaseti, Çin’den ABD’ye, Hindistan’dan Türkiye’ye hemen her yerde ana ekonomi siyaseti olmaya devam edecek. Bunu değiştirecek yegâne şey ise sınıflar mücadelesidir. Sarsılmaz bir doktrin gibi son kırk yılımıza bir karabasan gibi çöken neoliberal ideolojinin en önemli dayanaklarından birisi yıkılırken emek eksenli, kamucu güçlerin yolu bir derece daha açılmış durumdadır. Elbette siyasi-örgütsel bir karşı hamle ile tahkim edilmeden bu ideolojik savaşın otomatik olarak ilerici güçlere yarayacağını düşünmeyecek kadar tarihsel deneyime sahibiz. Faşizm, post-faşizm tartışmalarının tam da bu dönemde sahneye çıkması boşuna değil. Neoliberal kriz sosyalizm ve barbarlık mücadelesini yeniden güncelliyor. Globalist ve anti-globalist  ayrımına dayanan mücadele stratejileri de, sınıflar mücadelesinin yerel ve uluslararası ayakları da bu bakımdan yeniden  düşünülmek zorunda.

[1] Ekim Arbatlı, “Eski Tiran, Yeni Düzen: Neoliberal Modelin Krizi ve Tasfiyesi”, https://www.ayrim.org/dosya/eski-tiran-yeni-duzen-neoliberal-modelin-krizi-ve-tasfiyesi/
[2] Ümit Akçay, “Neoliberalizmin Sonu Mu? Parçalı ve Çelişkili Değişimler ve Süreklilikler”, https://www.ayrim.org/dosya/neoliberalizmin-sonu-mu-parcali-ve-celiskili-degisimler-ve-sureklilikler/
[3] Özgür Orhangazi, “Neoliberalizmin Sonu Ne Anlama Geliyor?”, https://www.ayrim.org/dosya/neoliberalizmin-sonu-ne-anlama-geliyor/