Neoliberal Zorbalık Zamanlarında Emek

Aziz Çelik1 Temmuz 2024

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra hükümette yaşanan revizyonla birlikle ekonominin dümenine Mehmet Şişmek geçti. O nedenle son bir yıldır uygulanan ekonomi programı Şimşek Programı olarak adlandırılıyor.  Kuşkusuz Şimşek’in görevlendirilmesinde temel etkenlerden biri tırmanan ve OECD ülkeleri arasında açık ara ilk sırada yer alan enflasyonu düşürmek. Şimşek’in enflasyonu düşürmek için sihirli reçetesi olmadığı malum. Genel seçimler sonrası uygulanmaya başlayan programın 40-50 yıllık neoliberal ezber ve anaakım iktisadın iddialarını tekrarlamak dışında yeni bir yanı yok.

O yüzden bu programa Şimşek Programı demek ve Şimşek’i şeytanlaştırmak gereksiz. Program bir AKP programıdır ve sorunlusu da başta Cumhurbaşkanı olmak üzere siyasal iktidardır. Öte yandan Şimşek de yeni bir figür değildir. AKP’nin kıdemli ekonomi kurmaylarından biridir ve daha önce de ekonominin sorumluluğunu yürütmüştür. Meseleyi teknokratik düzeye indirgeyenler ve liyakatten söz ederek Şimşek’e destek verenler yanılıyor. Aynı şekilde Nebati dönemini karikatürleştirmek de meselenin özünü görmeyi zorlaştırıyor. İki programın da dönemin özelliklere göre sermeyenin ihtiyaçlarını karşıladığı unutmamak gerekiyor. Bu konuda Özgür Orhangazi’nin yazısı okunası ve yeterince kapsamlı bir çerçeve sunuyor. İki programın sınıfsal özünü görmeyen teknisist ana akım yaklaşım Şimşek programı rasyonel, öncekini ise irrasyonel buluyor.

Oysa odak noktasına bölüşüm ilişkilerini aldığımızda Albayrak-Nebati döneminin Türkiye’de en büyük bölüşüm şokunun yaşandığı dönem olduğunu görürüz. Gerek makro düzeydeki bölüşüm gerekse büyük şirketler düzeyindeki bölüşüm ilişkilerine baktığımızda 2018-2023 arasında büyük bir bölüşüm şoku yaşandığını görüyoruz. Gayrisafi Katma Değer içinde işgücü ödemelerinin (emeğin) payı 2016’da yüzde 36,3 ve 2018’de yüzde 33,5 iken 2022’de bu pay yüzde 26,3’e düştü.  Ücretli istihdam artışı da dikkate alındığında emeğin payının daha da düştüğü aşikardır. Aynı dönemde sermaye payı sırasıyla yüzde 47,5, yüzde 49,5 ve yüzde 53,7 oldu. 2023 yılında EYT etkisiyle işgücü ödemelerinde yaşanan geçici etkiyi değerlendirme dışı bırakmak lazım.

Aynı şekilde Türkiye’de önde gelen sermeye şirketlerindeki durumu yansıtan İstanbul Sanayi Odası’nın 500 Büyük Şirket araştırmasındaki net katma değerin dağılımına baktığımızda ücretlerin payının 2018’de yüzde 55’e yaklaştığını, 2022’de ise 27’ye gerilediğini görüyoruz. Aynı dönemde sermaye gelirleri (kâr ve faiz) yüzde 45,3’ten 73,1’e yükseldi.


Kaynak: İSO 500 Büyük Şirket Araştırmaları

Demek ki “irrasyonel” olarak nitelenen ve dalga geçilen politikalar sermaye için gayet rasyonel sonuçlar doğurmuş. Şimşek öncesi program Türkiye tarihinin en derin bölüşüm şoklarından birini yarattı. Şimşek öncesi program patlayan enflasyon nedeniyle uygulanamaz hale gelince yine sermaye yanlısı ancak bu kez farklı enstrümanlar kullanan “yeni” bir program gündeme geldi. Turnusol bu “yeni” programın emek ve gelirler politikalarıdır. Pusula burasıdır. Bölüşüm ilişkilerine bakmak ve parayı takip etmek lazım. Şimşek’in neoliberal zorbalık programına da böyle bakmak gerekiyor.

Bu program bir önceki dönemde yaşanan bölüşüm şokunu korumayı ve emeği bu sınırlarda tutmayı amaçlıyor. Bir diğer ifadeyle bu program emeğin bir karşı hareketini, bölüşüm ilişkilerini ters yüz etme ihtimalini ortadan kaldırmak ve sermaye lehine bir stabilizasyon sağlamayı hedefliyor. İsteniyor ki emek mevcut bölüşüm ilişkilerine razı olsun. Düşük ücrete dayalı, itaate dayalı çalışma ilişkileri rejimi sürsün.

Ücret-Fiyat Sarmalı Safsatası

Programın ezberleri ve amentüsü bunlar üzerine kurulu. Enflasyon düşürmek için talebi düşürmek temel politikalardan biri. Bu yaklaşım ücret-fiyat sarmalı iddiasına dayanıyor. Bu gayri ciddi iddia çeşitli çalışmalarla çürütülmüş olsa da bıkmadan usanmadan tekrarlanıyor. Hatta öyle ki ücretliler, işçiler de enflasyondan bıkarak şunu söylüyor: “Yeter ki enflasyon olmasın ücretlerimiz artmasa da olur.” Burada ana akım iktisadın ideolojik hegemonyasının gücünü teslim etmek lazım. Bu hegemonya sadece hükümet tarafından kurulmuyor. Bilimsellik kisvesi altında akademiden de destekleniyor.

Bu ana akım iddialarla hesaplaşmak gerekiyor. Bir ücret-fiyat sarmalı değil tersine bir fiyat-ücret sarmalı söz konusudur. “Önce enflasyon düşsün” korosunun ana akım iktisat (ben neoliberalizm demeyi tercih ediyorum) doktrininde de önemli bir desteği var. “Önce enflasyonu düşürelim, ücretleri sonra artıralım” demagojisinin bu kadar etkili olmasında onların payı büyük. Bu fikri meşrulaştırdılar, yaygınlaştırdılar. Toplumu bu tuhaf iddia ile adeta uyuşturdular.

Ücret artışlarının enflasyonun sebebi olduğu iddiasına ısrarla karşı çıkmak gerekiyor. Ücret-fiyat sarmalı çok istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Örneğin sendikaların çok güçlü olduğu ve kapasite kullanım oranının çok yüksek olduğu koşullarda ücretlerdeki tırmanış fiyat artışlarına yol açabilir. Ancak bu istisnai durumlar dışında ücret-fiyat sarmalı değil asıl fiyat-ücret sarmalı söz konusudur.  Kısaca işçiler, memurlar ve emekliler fiyatlar arttığı için ücret ve maaşlarının artmasını talep eder. Bir diğer ifadeyle emek gelirleri gecikmeli (ex-post) olarak ve fiyat artışlarına tepki olarak gündeme gelir.

Bu gerçek gözardı edilirse araba atların önüne konmuş olur. Ücretler ve emek gelirleri savunmadadır. Fiyatlar çok sık artarken ücretler ancak belirli dönemlerde ve belirli koşullara bağlı olarak artar. Bir sürecin sonucunu onun sebebi olarak göstermek sazan sarmalının ta kendisidir. Özellikle sendikaların zayıfladığı ve hükümetlerin neoliberal politikalara sahip olduğu 1980 sonrası dönemde ücret-fiyat sarmalından söz etmek abesle iştigaldir. Nitekim günümüzde enflasyonun asıl sebebinin aşırı şirket kârları ve arz sıkıntıları olduğu biliniyor.

Türkiye’de de enflasyonun temel sebebi dolarizasyon ve şirket karları ile çeşitli arz sıkıntıları olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de enflasyonun yükselmesinin diğer nedenleri de arz yapısı (tekelleşme) ile yoksulluk olarak sayılabilir. Yüksek gelir grubundaki ülkelerde enflasyonun düşük seyretmesinin nedeni gıdanın tüketim sepetindeki yerinin oldukça düşük olması. Gıda fiyatları daha hızlı arttığı için bu durum enflasyonu hızlandırıyor.

Kısaca ücret artışları enflasyonun sebebi olmaktan ziyade sonucu olarak ortaya çıkıyor. Enflasyonun yüzde 5’lerde seyrettiği bir ülkede hiç kimse ücretlere yüzde 40-50 artış talebiyle ortaya çıkmaz. Ücretler enflasyonun sebebi değildir. Bir olgunun sebebi olmayan bir etkeni değiştirerek sonucu değiştiremezsiniz.

Temmuz’da Ekonomik Zorbalık Artacak

Milyonlarca çalışan ve emekli için dört gözle beklenen Temmuz geldi çattı! 3 Temmuz Çarşamba günü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon oranlarını açıklayacak. TÜİK’in 3 Temmuz’da yapacağı sıradan bir açıklama değil. Adeta devasa bir işveren gibi tüm sabit gelirliler için hayati bir veri açıklayacak. İşçi ücretleri, memur maaşları ve emekli aylıkları 3 Temmuz’da açıklanacak bu veriye bağlı. 3 Temmuz enflasyonun faturasını emeğe yıkma politikaları için önemli bir dönemeç. 3 Temmuz 2024 bir tür ekonomik zorbalığın simgesi. AKP hükümeti tarafından uygulanan ekonomik programa “acı reçete”, “kemer sıkma” demek hafif kalır. Dört başı mamur bir zorbalık, zorla yoksullaştırma programı uygulanıyor.

3 Temmuz için hükümet bütün kurumlarıyla organize biçimde aylardır çalışıyor. Bir yandan TÜİK enflasyonu düşük tutmaya çalışıyor. Kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen, DİSK tarafından açılan davada verilen karara rağmen TÜİK enflasyona esas madde fiyat listesini açıklamıyor. Dolayısıyla açıklanan enflasyonun dayalı olduğu verileri bilmiyoruz. Resmi enflasyon verilerinin inandırıcılığı yok. TÜİK’in de inandırıcılık gibi bir kaygısı yok. TÜİK yönetimi kamusal bir veri toplama ve yayımlama kurumu gibi değil, adeta bir “enflasyonla mücadele timi” olarak çalışıyor.

İşin enflasyon kısmı bununla da sınırlı değil. Temmuz başında enflasyonu düşük göstermek ve böylece çalışanlara daha düşük zam yapmak için çeşitli cinlikler yapılıyor. Yerel seçimler nedeniyle bekletilen kamu zamları sırf Haziran ayı enflasyonuna yansımasın diye Temmuz ayına ertelendi. Örneğin elektriğe yapılan ve diğer mal ve hizmet fiyatlarına artçı etkisi olacak yüzde 38’lik zam 1 Temmuz’dan itibaren geçerli olacak. Böylece Haziran 2024 enflasyonu yaklaşık 0,7 puan eksik gelecek.

Asgari Ücret Zorbalığı

Ekonomik zorbalığın en önemli ayağı asgari ücrete zam yapılmaması. Hükümet siyasal gücünü kullanarak asgari ücrete zam yapılmasını engelliyor. Bu öyle geçiştirilecek bir konu değil. Mart 2024 yerel seçimlerinden bu yana asgari ücretin Temmuz’da artması yönünde bir beklenti olmasına rağmen hükümet işverenlerden daha kesin bir tavırla asgari ücretin artmayacağını söylüyor.  Asgari ücrete zam yapılmaması sıradan bir mesele değil.

Asgari ücret ülkemizde sıradan bir ücret değil. Merkez Bankası ve DİSK-AR verilerinin teyit ettiği gerçek asgari ücret civarında ücretlerle çalışan işçilerin oranı toplam işçilerin yüzde 50’si civarında. Dolayısıyla asgari ücret zammı genel ücret düzeyinin en önemli belirleyicisi. Dahası asgari ücrete zam yapılmaması piyasada Temmuz ücret artışlarının olmaması anlamına geliyor.

Asgari ücret artışı toplumsal ve ekonomik gündemin en önemli konusu olmaya devam ediyor. Asgari ücrete Temmuz ayında ikinci kez zam yapılmasına karşı adeta bir kutsal ittifak oluştu. Bu kutsal ittifak asgari ücret artmasın diye dört koldan çalışıyor ve ücret-fiyat sarmalı demagojisiyle emeğe karşı bir sazan sarmalı kuruyor.

Kimler yok ki bu kutsal ittifakta! Başta Mehmet Şimşek olmak üzere ekonomi yönetimi, Merkez Bankası yönetimi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, sermaye örgütleri bu ittifakın koç başlarını oluşturuyor. Asgari ücretin artmaması için cansiperane çalışıyorlar.  Ortak söylem şu: “Önce enflasyon düşsün, sonra asgari ücreti artıralım. Önce birlikte fedakârlık edelim sonra düze çıkacağız!”

Sermaye sözcüleri “önce enflasyonu düşürelim, birlikte fedakarlık edelim” demagojisini tekrarlıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı (TİM) Mustafa Gültepe, “Ara zam olacağını düşünmüyorum ara zam olursa eski sarmala döneriz. 2-3 ay hep birlikte bir bedel ödeyerek bu sarmaldan kurtulmamız lazım” diyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Işıkhan da aynı demagojiye başvuruyor: “Ekonomi bir denge işidir ve bir noktada dengeyi bozduğumuzda birçok farklı noktada başka dengeler de bozulur. Vatandaş olarak hepimiz şunu tecrübe ettik. Ne zaman dengenin dışında artış yapılsa marketlerde, mağazalarda ürün etiketleri hemen değişiyor. Bu da enflasyonu daha da artırıyor, ücretlere yapılan artışın da bir anlamı kalmıyor ne yazık ki.”

Merkez Bankası daha teknik ifadelerle aynı şeyi söylüyor ve asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesinin öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşıdığını iddia ediyor.

Maliye Bakanı Şimşek bildiğiniz gibi. Şimşek ezelden beri asgari ücret artışına karşı olmakla ünlü. 2015’te başbakan yardımcısı iken asgari ücret tartışmaları sırasında asgari ücretin 1.000 liradan 1.500 TL’ye çıkarılmasını isteyen muhalefetin önerisine karşı “bu işçiye zulümdür” diyen oydu. Sonra seçimi kazanmak için asgari ücreti yüzde 30 artırıp 1.300 TL yapmışlardı. Enflasyon yüzde 8 civarındaydı. Sonraki yıllarda enflasyonda artış olmamıştı.

Bir de Türk-İş var tabii. Onlar da aynı koroya katılmış durumda. Asgari Ücret Tespit Komisyonunda işçileri temsil etmelerine rağmen “asgari ücret artmalı” bile diyemiyorlar. Tersine Türk-İş Başkanı Atalay, önce enflasyonu durdurmak lazım, enflasyonu durdurmadan ücret artışının hükmü kalmıyor diyebiliyor. Türk-İş de “önce enflasyon düşsün sonra ücretler artsın” korosuna katılıyor.

Temmuz 2024’te asgari ücret artmazsa neler olacak? Alım gücü düşecek ve yoksulluk artacak. Nebati döneminde derinleşen bölüşüm eşitsizliği devam edecek. Türk-İş’e göre 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması (açlık sınırı) Mayıs ayında 19 bin liraya yaklaştı. Bekar bir işçinin yaşam maliyeti ise 24 bin 600 TL civarında. Bunlar yıl içinde daha da yükselecek ve asgari ücretin alım gücünü daha da düşürecek. Ancak Asgari Ücret Tespit Komisyonunda işçi tarafını temsil eden Türk-İş de “önce enflasyon düşsün” diyebiliyor. Asgari ücretin ve ücretlerin artmaması yoksulluğun artması anlamına gelecek. Oysa yoksulluk enflasyonun önemli sebeplerinden biri. Yoksulların tüketim kalıplarındaki ürünlerin fiyatları daha hızlı artıyor. Bu nedenle yoksulluk sürdükçe enflasyonu düşürmek zor.

Dahasını söyleyeyim: Asgari ücretin artmaması eşitlik ilkesinin ihlalidir. Ocak 2024’te asgari ücret, memur maaşları ve emekli aylıkları aynı oranda arttı. Şimdi Temmuz geldi. Diğer emek gelirlerine enflasyonla bağlantılı çeşitli zamlar yapılırken asgari ücretin artmaması keyfiliktir, zorbalıktır.

Ücretler Enflasyonu Artırır mı?

Deniyor ki, ücretlerin enflasyona sebep olmadığını söylemek bilim dışıdır. “Ücretler de enflasyona sebep olur. Önce bunu ölçelim biçelim sonra karar verelim” deniyor.  Bu teknisist yaklaşım tarafsız gibi görünse de ücret-fiyat sarmalı iddiasının tekrarı anlamına geliyor. Elbette sayısal ve nicel tekniklerin yararı var ancak asıl meseleyi gözden kaçırıp meseleyi bir ekonometrik modellemeye indirgemek “asgari ücret artmasın” korosuna katkı vermekten başka işe yaramaz.

Nedenler arasında bir önem sıralaması yapmak lazım. Kuşkusuz belirli şartlar altında ücret-fiyat ilişkisinden veya nedenselliğinden söz edilebilir. Ancak bu asıl neden midir? Nedenler arasındaki yeri nedir, fiktif bir iddia mıdır? Bunlara karşı dikkatli olmak lazım. E. H. Carr’ın Tarih Nedir kitabındaki trafik kazası örneğini aktarayım:

Sarhoş bir sürücü frenlerinin bozuk olduğu sonradan ortaya çıkan arabasıyla, görme imkânları zayıf bulunan bir virajda, köşedeki dükkândan sigara almak için karşıya geçen bir kişiye çarpar ve onu öldürür.

Şimdi bu kazanın sebebi nedir? Bu kaza, sürücünün sarhoş olması yüzünden mi meydana gelmiştir; bu durumda ölüme sebebiyet vermekten ceza davası açılması gerekir. Ya da bozuk frenler yüzünden mi, bu durumda arabayı daha bir hafta önce baştan aşağı gözden geçirmiş olan servisin sorumluluğu söz konusudur. Yoksa, görüş imkanları zayıf olan viraj yüzünden midir; bu durumda ise yollarla ilgili belediye yetkililerinin sorumluluğu vardır.

Böylesine esaslı nedenler tartışılırken biri çıkıp da ölen kişinin o akşam eğer sigara almak için dışarı çıkmasaydı, karşıya geçiyor olmayacağını ve ölmeyeceğini, bu yüzden ölenin sigara tiryakiliğinin onun ölüm nedeni olduğunu; bu nedeni ihmal eden bir soruşturmanın zamanı boşa harcamak ve bundan çıkarılacak sonuçların da anlamsız ya da boşuna olacağını anlatmaya başlarsa ne yaparsınız? “Kazada ölen kişi sigara tiryakisi olmasaydı ölmeyecekti” demekle “işçiler ücret artışı istemese enflasyon artmaz” demek aynı şey değil mi?

Marx’ın vurguladığı gibi olguların görünüşleri ile özleri aynı olsaydı bilime gerek olmazdı. “Ücretler artarsa maliyetler artar, firmalar ürünlerine zam yapar. Ücretler artarsa talep artar, talep artarsa mal ve hizmet fiyatı artar” iddiası görünüştür sadece. İşin özü değildir. Bilim görünüşle özü ayırt etmeyi gerektiriyor.

Emeklilere Zorbalık

Temmuz ayı emekliler için ekonomik zorbalığın daniskası demek. 16 milyon emekli sefalet aylıkları ile yaşamaya çalışıyor. Aylardır emekli müjdeleri dolaşıyor. Ancak günün sonunda emekliyi bekleyen müjde değil hayal kırıklığı olacak. En düşük emekli aylığı 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Ancak ortalama emekli aylığı da bu miktara çok yakın. Mart 2024 verilerine göre ortalama emekli aylığı 11 bin 900 TL civarında.

Bu korkunç bir durumdur. En düşük aylıkla ortalama aylık adeta birbirine eşitlenmiş durumda. Durum istatistik bilimiyle, matematikle izah edilecek gibi değil. Durum izlenen ekonomik zorbalık programının yarattığı yıkımı açıkça gösteriyor. Emeklilere aylarca Temmuz ayı işaret edildi. Temmuz geldi çattı ancak durum vahametini koruyor. Emeklilere adeta ekonomik işkence yapılıyor. Fütursuzca “emekliler yılı” ilan edilen 2024’ün Temmuz ayında emeklileri hayal kırıklığı bekliyor.

Yaklaşık 4 milyon emekli 3 Temmuz’da açıklanacak resmi enflasyon kadar bile zam alamayacak. Emekli aylıklarının artışında çok önemli bir hile var. İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıkları 6 ayda bir TÜFE oranında artırılıyor. Ancak emeklilerin iki tür aylığı var. Biri kök aylıkları, esas aylıkları veya resmi aylıkları. Diğer tamamlanan emekli aylıkları. Bilindiği gibi emekli aylıkları 2024 Ocak ayından bu yana 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Temmuz 2024’te zam 10 bin TL’ye değil kök aylıklara yapılacak. Hükümet aksi yönde bir yasa teklifi hazırlamadı.

İşin sırrı burada. Örneğin kök aylığı 7 bin 500 lira olan bir emekli halen 2 bin 500 lira Hazine katkısıyla 10 bin TL alıyor. Eğer 6 aylık enflasyon yüzde 26 olursa bu emeklinin kök aylığı 9 bin 450 TL alacak ve 10 bin lira almaya devam edecek. Aylığı değişmeyecek ancak Hazine katkısı 2 bin 500 liradan 550 liraya inecek. Bu durum emeklinin değil Hazine’nin işine yarayacak. Kök aylıkları 10 bin liranın altında olanların sayısı 3,7 milyon.

Sonuç olarak milyonlarca emekli ya sıfır zam veya resmi enflasyondan düşük zam alacak. Ekonomi yönetimi emeklilere aktarılan kaynakları azaltmak için en düşük emekli aylığının artırılmasına karşı çıkıyor. 10 bin lira olan en düşük aylığın artması için yasa değişikliği lazım. Hükümetin şu ana kadar bu yönde bir hazırlığı bulunmuyor. Ekonomik zorbalık programı en düşük emekli aylığının artmasına izin vermiyor.

Dahası bütün emeklilerin aylıkları resmi enflasyon kadar artsa ne olacak! En düşük aylık 12 bin 600 TL olacak, ortalama aylık yaklaşık 15 bin TL olacak. Bu aylıklarla bile geçinmek mümkün değilken hükümetin milyonlarca emekliden resmi enflasyonu bile esirgemesi zorbalık değilse nedir!

Memur-Sen Zorbalığı!

Temmuz ayı memur ve memur emeklileri için de kritik bir ay. Memur maaşları ve memur emekli aylıkları da Temmuz’da artacak. Memurları ve memur emeklilerini başka bir tehlike bekliyor. Ayrımsız bütün memur ve memur emeklileri (yaklaşık 6,5 milyon) resmi enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında azam alacak.

Bu konuyu defalarca yazdım. Ayrıntılar 18 Mart 2024 tarihli BirGün yazımda var: Toplu sözleşme gereği 3 Temmuz Çarşamba günü 6 aylık enflasyon açıklandığında memur ve memur emeklisinin alacağı zam şöyle hesaplanacak (örneğin enflasyon yüzde 26 olursa): 126/115*110=120,5. Yani zam 20,5 olacak ve enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında kalacak.

Bu durum Ocak 2025 ve Temmuz 2025’te de devam edecek. Toplu sözleşmedeki hatalı ve öngörüsüz maaş zammı maddesi nedeniyle memurlar ve emeklileri büyük kayıpla yüz yüze. 2024 ve 2025’te memurların birikimli kaybı 72 bin TL’yi aşacak! Böylece kamu görevlilerinin hak ettiği 280 milyardan fazla para Hazine’ye kalacak.

Denebilir ki Memur-Sen’in suçu ne! Toplu sözleşmeyi Hakem Kurulu bağıtladı, Memur-Sen değil. Doğrudur, sözleşmeyi Hakem Kurulu sonuçlandırdı ancak bu zam formülü Memur-Sen’in yıllardır benimsediği hatalı bir formül. TÜFE+ yüzdeli veya seyyanen zam yerine, enflasyon mahsuplaşmasına dayanan zam formülü yüksek enflasyon döneminde memurların aleyhine işliyor.

Memur-Sen sendikal alanın kontrol altında tutulması için oluşturulmuş bir aygıttır. Fiili ve gerçek anlamda bir sendikal örgüt değildir. AKP hükümeti için rıza üreten bir aygıttır. Bir mesleki korporasyondur. 4688 sayılı Yasa ile Memur-Sen’e inanılmaz yetkiler tanınmıştır. Bu yetkileri kullanan Memur-Sen hükümet güdümlü faaliyet yürütmektedir.  Kritik konularda ses çıkarmamakta, hükümeti perdelemektedir.

Örneğin memurların ve memur emeklilerinin enflasyondan 5,5 puan daha düşük zam alacağı aylardır belli olmasına rağmen Memur-Sen gıkını çıkarmadı. Anayasa Mahkemesinin eşitsiz uygulanması nedeniyle bir bölümü iptal ettiği toplu sözleşme ikramiyesinden kaynaklı 300 liralık düşüş için kıyameti koparan ve CHP önünde eylem yapan Memur-Sen enflasyonun 5,5 puan altında zam konusunda sus pus olmuş durumda! 300 lira için ortalığı ayağa kaldıran sendikanın 2 bin lira için sus pus olması manidar değil mi? 2024’te memurların enflasyon kaybı 12 bin lirayı aşacak ama Memur-Sen bırakın AKP önünde eylem yapmayı lütfen bu konuyu dile bile getiremiyor.

Memur emeklileri için ekonomik zorbalığın bir diğer sonucu ise emekli aylıklarının maaşa oranının düşmesi olacak. Bir yıl önce emekli aylıklarının yaklaşık yüzde 71’ini emekli aylığı olarak alan memur emeklileri artık maaşlarının yüzde 41’i civarında emekli aylığı alıyor. Memur emekli aylıklarında ciddi bir erozyon yaşanacak. Memur-Sen bunun için de ses yükseltemiyor. Çünkü siyasal iktidara göbekten bağlılar.

İşçinin, memurun, emeklinin eli kolu bağlanmış durumda zorla acı ilaç içiriliyor. Bu durum ekonomik zorbalıktan başka nasıl ifade edilir. Ekonomik zorbalık programı uygulanırken sendikal alanda da bunun taşları döşenmiş durumda. Türk-İş asgari ücretin artırılması için talepte bile bulunmuyor, Memur-Sen memurların ve emeklilerinin enflasyonun altında ezilmesine göz yumuyor. Böylece alım gücünü düşürmeye, halkı yoksullaştırmaya dayalı ekonomik zorbalık programı rahatlıkla uygulanabiliyor. Öte yandan hukuk devletinin adeta ortadan kalkması nedeniyle, toplantı ve gösteri hakkının kriminalize edilmesi nedeniyle toplu eylem hakkı da baskı altına alınmış ve toplum sindirilmiş durumda. Hak arayanların önüne set çekmeden acı ilacı kimse içmez!

Kaynak da Var Para da!

Mevcut ekonomi politikasının bir diğer ezberi ve amentüsü de “kaynak yok, açık var” şeklinde izah edilebilir. Temmuz ayında yukarıda ayrıntılarını anlattığım gibi emek gelirleri, kemerler iyice sıkılacak. Peki bunun sebebi ne? Para yokluğu mu? Kaynak yokluğu mu? Sorun kaynak veya para meselesi değil. Yani asgari ücret, maaşlar ve emekli aylıkları devletin parası veya kaynağı olmadığı için artırılmıyor değil.  Öyle olsaydı asgari ücret neden artmıyor? Asgari ücret devlet için gider değil. Tersine SGK için ek kaynak demek. Öte yandan kaynak olmadığı iddiası da külliyen gerçek dışı. Örneğin SGK’ye bütçeden ayrılan kaynaklar bütçe artış oranının çok altında kaldı. 2023’te SGK’ye merkezi yönetim bütçesinin yüzde15-16’sı oranında pay ayrılırken 2024 bütçesinde bu oran yüzde 10-11 seviyesine çekildi.  Para değil tercih meselesi var. Öte yandan AB ülkelerinde emekli aylıklarına GSYH’nin yüzde 9,5’i ayrılırken Türkiye’de yüzde 4,1’i ayrılıyor.

Mesele kaynak sorunu değil! Hükümet ekonomi politikası ve neoliberal zihniyet öyle gerektirdiği için asgari ücreti, emekli aylıklarını ve memur maaşlarını artırmıyor. Çünkü izledikleri ekonomi politikası kemer sıkmaya dayalı. Talebi ve geliri kısmak istiyorlar. Bu yolla enflasyonu düşüreceklerini düşünüyorlar. Bir diğer ifadeyle enflasyonun faturasını emekçilere kesmek istiyorlar. Mesele budur.  Bu yüzden “para olsa verirlerdi” yaklaşımı doğru değil. Bu yaklaşım Temmuz’da yaşanacak ağır tabloya mazeret üretir ve hükümetin tutumunu meşrulaştırır. Bıkmadan usanmadan tekrarlamak lazım. Kaynak da var para da! Devlet şirket değil, SGK ticari bir kurum değil. Devlet para da kaynak da yaratır.

Temmuz ayında emekçileri zorba ekonomik programın acı gerçekleri bekliyor. Asgari ücret ve diğer ücretler artmayacak. Emekliler enflasyonun altında ezilecek. Geçim zorlaşacak, alım gücü düşecek, yoksullaşma artacak. Türkiye emekçileri son dönemlerin en ağır faturası ile yüz yüze. Acımasızca uygulanan zorba ekonomik programdan çıkışın en önemli yolu erken seçimdir.