Neoliberalizmin Akıbeti: Emekçi Sınıflar Bitti Demeden Biter Mi?

Coşku Çelik9 Mayıs 2025

Neoliberalizm bitti mi yoksa devam mı ediyor sorusuna verilen yanıtların çeşitliliği, neoliberalizmi açıklayan yaklaşımların yöntemsel farklılığından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, bu soruyu yanıtlamak öncelikle neoliberalizm nedir ve ne değildir sorularını açığa kavuşturmayı elzem kılıyor.[1] Neoliberalizm tanımlarındaki farklılıklar, temel olarak, kapitalist devletin, devlet-piyasa ilişkilerinin ve devlet-sınıf ilişkilerinin kavramsallaştırılmasında başvurulan yöntemsel farklılıkların ürünü. Ben bu yazıda, ilişkisel devlet ve sınıf kuramlarını takip ederek neoliberalizmin en temel özelliğinin, üretimin ve toplumsal yeniden üretimin tüm alanlarını piyasa buyruklarını dayatacak şekilde yapılandırmak üzere devletin iktidarının sistematik kullanımı olup, bu durumun, uluslararası ölçekte “küreselleşme” söylemiyle yeniden üretilmesi olduğunu iddia ediyorum.[2] Bu ilişkisel tanım, neoliberalizmin üç temel özelliğine işaret ediyor.

Birincisi, her ne kadar neoliberalizmin küresel ölçekteki hegemonyası devletin ekonomik rollerinin minimize ve hatta tasfiye edilmesi iddiası üzerine kurulmuş olsa da, neoliberalizm devletin oynadığı merkezi rol üzerinden toplumsal yeniden üretimin her boyutunun metalaştırılmasıyla karakterize olmaktadır. Dolayısıyla, neoliberalizmle yaşanan, devletin rolünün küçülmesi veya tasfiye edilmesi değil, devletin ekonomik, siyasi ve toplumsal rollerinin radikal bir biçimde dönüşmesidir. Bu dönüşüm de, sermayenin gücüyle emekçi sınıfların gücü, zor ve rıza, yasama organı ve yürütme organı arasındaki ve temsili demokrasinin güçleri ve kurumları arasındaki dengeler açısından köklü yeniden yapılanmalarla mümkün olmuştur.[3]

İkinci olarak, neoliberalizm emekçi sınıfları hem üretim hem toplumsal yeniden üretim süreçlerinde piyasa boyunduruğu altına alarak kendini yeniden üretmiştir. Nancy Fraser’a göre, devletler, piyasalar ve haneler arasındaki ilişkilerin farklı biçimlerini içeren farklı toplumsal yeniden üretim rejimleri, kapitalizmin farklı evrelerinde farklı kriz eğilimleri ortaya çıkarır. Fraser’ın[4] belirttiği gibi, toplumsal yeniden üretim çelişkileri ve krizleri kapitalizme içkindir; çünkü bir yandan toplumsal yeniden üretim, sürekli sermaye birikimi için zorunlu bir önkoşuldur, diğer yandan ise kapitalizmin sınırsız birikim ihtiyacı, kendi dayandığı toplumsal yeniden üretim kalıplarını istikrarsızlaştırır. Farklı toplumsal yeniden üretim rejimlerinin dönemleştirilmesi ve bunlara eşlik eden kriz eğilimleri, kapitalist devletin değişen biçimlerine işaret eder. Neoliberal toplumsal yeniden üretim rejimi, devletin sosyal refahın tesisi rolünden büyük ölçüde çekilmesi ve toplumsal yeniden üretimin (barınma, gıda, eğitim, sağlık, bakım) piyasalara ve/ya hanelere transfer edilerek özelleştirilmesiyle karakterize olur.

Üçüncü olarak, neoliberal dönüşümler ve neoliberalizm deneyimlerinin bir ideal tipi yoktur. Farklı coğrafyalarda ve farklı dönemlerde çeşitli biçimler alan neoliberal rejimlerin heterojenliğini kavrayabilmek için, onun zaman içindeki süreklilik ve kopuşlarını, mekânsal olarak gösterdiği çeşitlilik ve farklılaşmayı hesaba katmak gerekir. Nitekim, Türkiye dahil bir grup ülke örneğinde neoliberalizme geçiş ancak bir askeri rejim diktatörlükleriyle mümkün olmuştur. Çünkü emekçi sınıfların sermaye karşısında ekonomik ve toplumsal olarak zayıflatılması temeli üzerine kurulu neoliberalizme geçiş, ancak örgütlü sınıf mücadelesinin otoriter bir siyasal iktidarla baskı altına alınmasıyla mümkün olabilmiştir. Bu, neoliberalizmin bazı dönemlerinde askeri rejimlerle sağlanırken, birçok döneminde yürütme organının yasama organı karşısında güçlendirilmesiyle sağlanmıştır. Zira, neoliberalizm için temel bir unsur olan esnek sermaye birikim modeli, ekonomi yönetiminin siyasi etkilerden arındırılmasını gerektirmektedir.[5] Örneğin, bir bölgeye yapılacak yatırımın parlamentodaki politik tartışmalar, o bölge halkının yaşam alanına dair karar alma süreçlerine dahil olması, sendikaların ve ilgili toplumsal örgütlenmelerin görüş bildirmesi gibi “politik” tartışmalarla geciktirilmesine, ertelenmesine ve “politize edilmesine” tahammülü yoktur neoliberalizmin. Güçlü bir yürütme organı ve teknokratik karar alma süreçleriyle tepeden inme, hızlı ve (sermaye birikimi için) etkin bir biçimde yatırım ritminin sağlanması elzemdir. Bunun için kanun hükmünde kararname çıkarılabilir, cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılabilir, olağanüstü hal ilan edilebilir…

Neoliberalizmin bittiğine dair iddialar büyük ölçüde yükselen otoriterlik ve ulus devletlerin güçlenen siyasal iktidarlarına atıfla ortaya atılıyor. Bu da dikkatleri neoliberalizmle otoriterlik arasındaki ilişkiye ve şu sorunun yanıtına çekiyor: otoriterlik neoliberalizmden bir kopuşa işaret eder mi? Bu yazıda takip ettiğim ilişkisel Marksist sınıf ve devlet kuramlarının bu soruya yanıtı olumsuz ve aksine otoriterliğin hem kapitalizme hem neoliberalizme içkin olduğu iddiası üzerine kurulu.

Neoliberalizm ve Otoriterlik

2008 küresel finansal krizden bu yana eleştirel ekonomi politik tartışmaları, neoliberalizm ile otoriterlik arasındaki ilişkiyi farklı biçimlerde ele aldı. Neoliberalizmle otoriterlik arasındaki ilişkiyi bir kopuş olarak değerlendiren yaklaşımlar rekabetçi otoriterlik, ahbap çavuş kapitalizmi gibi kavram setlerine başvururken, otoriter neoliberalizm kavramı, neoliberalizmdeki krizlerin, sermaye birikimini sürdürmek adına devletin zor aygıtlarını ve pratiklerini nasıl güçlendirdiğinin altını çizdi. Gerçekten de, otoriter neoliberalizmler politika yapım süreçlerini emekçi sınıflardan yalıtarak, halktan gelen direniş momentlerini marjinalleştirerek, disiplin altına alarak ve denetleyerek sürdürdü.[6] Burada, otoriterliğin yükselişinin, genel olarak kapitalizmin özel olarak neoliberalizmin temel mantığından yapısal bir kopuş anlamına gelmediğinin altını çizmek gerekir. Zira neoliberalizmi savunan kuramcılar da, başından itibaren demokrasiye derin bir güvensizlik duydular.

Neoliberalizmdeki krizlere verilen siyasal ve ekonomik tepkileri ifade etmek için otoriter neoliberalizm kavramı kullanılsa da, otoriterlik hem kapitalizme hem neoliberalizme içkindir. Nicos Poulantzas’ın kapitalist devletin çelişkili rolü kavramında da vurguladığı gibi, kapitalist devlet bir yandan sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak için iktidar blokunu örgütlemek ve emekçilerin örgütlenmesine sınırlar koymak zorundayken; diğer yandan, emekçilerin rızasını da örgütlemek zorundadır. Bu tamamlayıcı ama çelişkili sorumlulukları yerine getirmek için kapitalist devlet kaçınılmaz olarak otoriter eğilimler gösterir. Neoliberalizm içi kriz ve toplumsal direniş momentlerinde de neoliberal sınıf ilişkilerinin yeniden üretilebilmesi, kapitalist devletin rızadan çok zora başvurmasıyla mümkün hale gelir. Bu, yalnızca neoliberalizm ve demokrasi değil, genel olarak kapitalizmle demokrasi arasındaki gerilime de işaret eder, çünkü demokrasi, burjuva liberalizmin sınırları içinde kaldığı sürece, baskı ve zor alanları sermaye birikiminin sürekliliği için vazgeçilmezdir. Bu nedenle, kapitalist devletin politikaları ve kurumsal düzenlemeleri sınıflar arasındaki egemenlik ve sömürü ilişkilerini yansıtır.[7]

İkinci olarak, neoliberalizm altında, emekçi sınıflara dayatılan ağır ekonomik baskı ve toplumsal disiplin biçimleri nedeniyle, kapitalist devletin bu çelişkili rolünü sürdürmesi daha da hayati hâle gelmiştir. Nitekim, neoliberalizm, mevcut kamu kurumlarını ve politikalarını piyasa odaklı biçimlere dönüştürürken, hükümetlerin otoriter eğilimlerini daha da güçlendirmiştir. Neoliberal projelerin halkın rızasını örgütlemekte zorlanmasının nedeni, emekçi sınıflara üretim ve toplumsal yeniden üretim koşullarının güvencesizleşmesi dışında bir vaadi olmamasıdır. Otoriter neoliberalizm belirli toplumsal sorunlara çözüm bulmak için (örneğin bütçe açığı, kamusal konut eksikliği, işlevsiz kamu hizmetleri) politika üretmez; bunun yerine bu tür politikalara karşı çıkanları ‘disipline etmek’ ve bu sorunlara neden olan koşulları ‘sürdürmek’ amacıyla politika üretir.[8]

Dolayısıyla, neoliberalizmin yukarıda saydığımız özellikleri otoriter eğilimleri zorunlu kılmıştır: Devlet iktidarının, emekçilerin yeniden üretimi için değil, piyasa tahakkümünün tesisi için sistematik kullanımı; emekçi sınıfların üretim ve toplumsal yeniden üretim süreçlerinin piyasalara veya hane içine devredilerek özelleştirilmesi; bütün bunların tesisi için karar alma süreçlerinden emekçi sınıfların mekansal ve zamansal olarak özgün mekanizmaların kullanımıyla dışlanması. Kısacası, neoliberal proje sermaye sınıfının çıkarlarına ve gündemlerine dayanırken toplumsal sorunlara yönelik ekonomik yaklaşımları toplumsal yeniden üretimin asgari koşulları, kamusal hizmetlerin toplumun tüm kesimlerine sağlanması, sosyal ve ekolojik adalet gibi emekçi sınıfların en temel ihtiyaç ve beklentilerini karşılamada yetersiz kalmıştır. Bu yüzden de emekçi sınıfların toplumsal yeniden üretim süreçlerini otoriter güç ilişkileriyle sürdürmeye mecbur kalmıştır. Böylece, otoriter neoliberal toplumsal yeniden üretim rejimi yeni bir paradoks ortaya koymuştur: neoliberal otoriter hükümetler hem neoliberal ortodoksiye sıkı sıkıya bağlı kalmakta hem de iktidarlarını konsolide etmeye çalışmaktadır. Bunun için, otoriter neoliberal toplumsal yeniden üretim rejimi, devletin toplumsal yeniden üretimle ilgili rollerinin ve aygıtlarının içinin boşaltılmasıyla birlikte, zor ve baskı gücünün tam kapasite kullanılmasıyla mümkün olur.

Neoliberalizmin Akıbeti

“Neoliberalizm bitti” iddiaları devletin artan ekonomik rolü, neoliberalizmin liberal demokratik ve burjuva hukuku sınırlarında sürdürülememesi gibi olgulara dayanıyor. Ancak, yukarıda da tartıştığım üzere, hem kapitalizm hem neoliberalizm zaten otoriterleşme ve liberal demokrasiden sapma eğilimlerini tarihsel olarak barındırıyordu. Dahası, neoliberalizm başından itibaren devletin ekonomik rolünün tasfiyesine değil, devlet iktidarının piyasa buyruklarını dayatmak için sistematik kullanımına dayanıyordu.

Ancak, neoliberalizmin krizde olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Pandemi başta olmak üzere küresel ve ulusal krizler, neoliberalizmin hali hazırda var olan çelişkilerini açıkça su yüzüne çıkardı ve emekçi sınıfların güvencesizlik koşullarını açlık, evsizlik, derin yoksulluk vb. biçimlerde sürdürülemez hale getirdi. Ancak içinde bulunduğumuz krizlerin neoliberal ekonomik, politik ve toplumsal ilişkilere son verecek neoliberalizmin krizi mi yoksa Türkiye’de 2001, dünyada 2008-9 gibi yine neoliberal reçetelerle aşılacak bir neoliberalizmde kriz mi olduğunun yanıtını vermek çok mümkün görünmüyor. Bunu belirleyecek olan aktör de ancak emekçi sınıflar olabilir.

Peki kim bu emekçi sınıflar ve ne tür mücadelelerle neoliberalizmi tasfiye edebilirler? Emekçi sınıflarla kastettiğim, ücretli veya ücretsiz çalışan, kırda veya kentte yaşayan, geleceğin, bugünün veya geçmişin işgücü olan herkes. Buraya kadar sözünü ettiğim üretim ve toplumsal yeniden üretim koşulları tamamen piyasa koşullarına terk edilmiş olanlar; yaşamını sürdürmesinin tek koşulu emeğini ücret karşılığı sermayeye satmak olanlar; esnek, güvencesiz ve enformel koşullarda ücretli işe katılabilenler; bu koşullarda dahi ücretli işe katıl(a)mayanlar; yaşamını idame ettirebilmek kendi toprağına piyasa dolayımı dışında erişimi olmayanlar; gıda, barınma, eğitim, sağlık gibi en temel ihtiyaçlarına meta ilişkileri dışında ulaşamayanlar…

Dolayısıyla, Türkiye’de, içinde bulunduğumuz çoklu krizlerde de, neoliberalizmin akıbetini belirleyecek olanlar bir bütün olarak emekçi sınıflar ve onların aktörlüğünde, üretim ve toplumsal yeniden üretim süreçlerini kapsayan mücadeleleri olacak. Bu aktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Ücretleri açlık sınırının altında kalan asgari ücretliler (emek gücünün % 50’den fazlası);
  • Ücretinin yarıdan fazlasını barınmaya harcamak zorunda olan kentli beyaz yakalılar;
  • Kayıtlı ve tam zamanlı işten dışlanıp enformel / kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakılanlar (erkek işgücünün yarıya yakını, kadın işgücünün beşte dördü);
  • Şiddet gördüğü evliliği bitirdiği senaryoda açlıkla sınanacak ev kadınları;
  • Borç batağında, mülksüzleşme süreci her gün derinleşen, kendi toprağından geçimini sağlayamayan çiftçiler ve tarımsal üreticiler;
  • Açlık ücretine terk edilmiş ve ayrımcı politikalarla “artık nüfus” muamelesi gören emekliler;
  • Gelecek vaat etmeyen üniversite yaşamlarını sürdürebilmek için güvencesiz işlerde çalışan, sağlıklı barınma koşullarına erişimi olmayan, konserlere festivallere tatile gidemeyen, yaşamını ve geleceğini istediği için direnen gençler;
  • Çocuklarını siyasal İslamcı müfredattan kurtarmasının tek yolu maaşının tamamına yakınını özel okullara ödemek zorunda kalan öğrenci velileri;
  • Özel sağlık sigortasının sağlığa erişimin yegâne koşulu haline gelmesi sonucu en temel sağlık hizmeti alamayanlar.

Bu kesimler “bitti” demeden, bu sömürü düzeni devam ederken neoliberalizm bitti demek mümkün görünmüyor. Neoliberalizm ancak ve ancak emekçi sınıflar piyasa ilişkilerine terk edilmiş tüm sosyal haklarını geri aldığında bitecek. Aksi takdirde sermaye ve otoriter neoliberal devletler sömürü ve baskı koşullarını derinleştirerek kendini yeniden üretmenin yollarını bulabilecek.

[1] Sosyal bilimlerde neoliberalizmin birbiriyle ilişkili dört tanımı baskın oldu: (i) (Neo)Avusturya Okulu ve monetarizmden esinlenen bir dizi ekonomik ve politik fikir olarak; (ii) bu fikirlerden ilham alan ve bu düşünürler tarafından meşrulaştırılan bir dizi kurum, politika ve pratik olarak; (iii) sermaye fraksiyonları adına devlet öncülüğünde emekçilere karşı yürütülen bir sınıf saldırısı olarak; (iv) finansallaşmayla desteklenen, toplumsal, ekonomik ve siyasal yeniden üretimin maddi temeli olarak.
[2] Saad-Filho, A.& Jonhston, D. (2005) Neoliberalism: A Critical Reader. Londro: Pluto Press.
[3] Harvey, D. (2005) A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.
[4] Fraser, N. (2017) Crisis of care? On the social- reproductive contradictions of contemporary capitalism. Bhattacharya, T. (der.) Social reproduction theory: Remapping class, recentring oppression. Londra: Pluto Press.
[5] Burnham,  P. (2000) Globalization, depoliticization and “modern” economic management. W. Bonefeld ve K. Psychopedis, The Politics of Change: Globalization, Ideology and Critique içinde. Palgrave.
[6] Bruff, I. and Tansel, C B. (2019) Authoritarian neoliberalism: trajectories of knowledge production and praxis. Globalizations 16(3): 233– 244.
[7] Bruff, I. (2014) The rise of authoritarian neoliberalism. Rethinking Marxism 26(1): 113– 129.
[8] Tansel, C. B. (2017) Authoritarian Neoliberalism: Towards A New Research Agenda.Tansel, C. B (der.) States of Discipline: Authoritarian Neoliberalism and the Contested Reproduction of Capitalist Order içinde. London: Rowman & Littlefield International.