Neoliberalizmin Sonu Mu? Parçalı ve Çelişkili Değişimler ve Süreklilikler

Ümit Akçay6 Mayıs 2025

Neoliberalizm, yalnızca bir ekonomi politikası değil, aynı zamanda kapitalizmin krizlerine yanıt olarak geliştirilen bir birikim rejimi, küresel yönetişim modeli, hakim ideoloji ve toplumsal ilişkileri dönüştüren bir sistemdir. 1970’lerde kapitalizmin kârlılık kriziyle başlayan neoliberal deney, devletin yeniden yapılandırılmasıyla, ekonomi politikalarının köklü bir dönüşüm geçirmesiyle ve piyasaların küresel ölçekte genişlemesiyle şekillendi. Ancak neoliberalizmin yalnızca ekonomik bir paradigma olmadığını; toplumsal ilişkilerden demokrasiye, yönetişim tekniklerinden emek rejimlerine kadar geniş bir alanı dönüştürdüğünü belirtmek gerekir.

Bugün, neoliberalizmin krizinin giderek derinleştiği bir dönemde, bu sistemin farklı yüzlerini ve küresel gelişmelerle nasıl dönüşüme uğradığını yeniden değerlendirmek, ileriyi görebilmek için faydalı olabilir. Bu yazıda neoliberalizmin farklı boyutları hakkında kısa açıklamalar yaparak, günümüzde neoliberalizmin hangi alanlarda değişim yaşadığını, hangi alanlarda da süreklilikler gösterdiğini ele alacağım.

Birikim Rejimi Olarak Neoliberalizm

Genellikle Marksist Düzenleme Okulu’na dayanarak yapılan açıklamalarda; neoliberalizmin, kapitalizmin 1970’lerde içine girdiği kârlılık krizine çözüm olarak ortaya çıktığı ileri sürülür. Bu yaklaşıma göre, 1945- 1980 arasında Batı’da görülen Fordist-Keynesyen modelin sürdürülemez hale gelmesiyle, sermaye birikimini hızlandırmak için devletin ekonomideki düzenleyici rolü zayıflatıldı, özelleştirmeler teşvik edildi ve finansallaşma süreci derinleşti.

Ancak günümüzde neoliberal birikim rejimi kavramı pek kullanışlı değil. Bir yandan, Düzenleme Okulu’nun Fordizm-sonrası dönem için önerebildiği tutarlı bir kavramsal çerçevenin olmaması, diğer yandan da bu kavramın Batı dışı ülkelere uygulanmasındaki zorluklar nedeniyle Düzenleme Okulu’nun takipçileri dahi neoliberal birikim rejimi tabirini kullanmıyor. Zira birbirinden oldukça farklılaşan pek çok ülke deneyimini aynı kavramla açıklamaya çalışmak, yani bu ülkelerin aynı birikim rejimine sahip olduğunu ileri sürmek oldukça zor.

O nedenle farklı büyüme modelleri ya da birikim rejimlerini daha özel alt kategorilerle analize dahil etmek daha uygun olacaktır, ancak tartışmanın bu boyutu yazının konusunun sınırlarını aşıyor. Bu durumda neoliberalizm bir birikim rejimi değilse ne olarak tanımlanabilir sorusu gündeme geliyor. Takip eden başlıklarda bunları ele alacağım.

Ekonomi Politikası Olarak Neoliberalizm

Neoliberalizm genellikle, bir ekonomi politikası çerçevesi olarak görülebilir. Neoliberal ekonomi politikalarının temelinde, Keynesçi talep yönetimi politikalarının terk edilerek parasalcı ve arz yönlü yaklaşımların benimsenmesi yer alır. 1980’lerden ve özellikle 1990’lardan itibaren merkez bankalarının bağımsızlaştırılması, yüksek faiz ve denk bütçe politikaları ile sürekli kemer sıkma önlemleri, neoliberal paradigmanın ekonomi politikalarını şekillendirdi.

Ancak son dönemde, özellikle 2008 küresel finansal krizi ve COVID-19 dönemi sonrasında, devletin ekonomiye müdahalesinin yeniden tanımlandığı gözlemleniyor. 2008 krizi sonrasında firma kurtarma paketleri, ekonomiyi canlandırmak için faizlerin sıfıra düşürülmesi ve merkez bankalarının bilançolarını genişleterek uyguladıkları destekler etkiliydi. Pandemi dönemindeyse, kamusal teşvikler, doğrudan gelir destekleri ve kamu yatırımlarının artması etkili oldu.

Bu iki dinamik dışında sanayi politikalarının geri dönüşü ve teknoloji savaşları, neoliberal ekonomi politikalarının belirleyici çerçevesini aşındırmaya başladı. Küresel çapta yüksek faiz ve kemer sıkma politikaları devam etse de, devletin stratejik sektörlere verdiği desteğin hızlanması, özellikle ABD’deki ikinci Trump yönetimi ile NATO’nun güvenlik şemsiyesinin giderek daha sorgulanır hale gelmesi, başta Avrupa olmak üzere tüm ülkelerde askeri harcamaların artmasını tetikledi. Bu gelişme neoliberal ekonominin geleceği açısından önemli bir kırılmaya işaret ediyor olabilir.

Küreselleşme ve Neoliberalizm

Neoliberalizm, küreselleşme süreciyle el ele ilerleyerek serbest ticaret ve sermaye hareketliliğini teşvik etti. 1990’lardan itibaren GATT ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) aracılığıyla ticaretin serbestleştirilmesi sağlanırken, ulusötesi şirketler dünya çapında yeni üretim ağları kurdu. Özellikle Çin’in DTÖ’ye üye olduğu 2000’li yıllarda küresel tedarik ve üretim zincirleri daha da uzadı ve dünya ekonomisini şekillendiren bir büyüklüğe ulaştı.

Ancak son dönemde, küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılması, ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları ve sanayileşmeyi teşvik eden yeni politikalar, neoliberal küreselleşmenin temel ilkelerini sarsıyor. Özellikle ikinci Trump döneminde ABD’nin başta Kanada, Meksika ve Çin’e karşı uyguladığı gümrük vergilerinin, misillemelerle karşılaşması, dünya genelinde serbest ticaretin ve dolayısıyla da küreselleşmenin sınırlandığı bir dönemi başlattı. Bu anlamda, neoliberalizmden sapmanın en çok olduğu alan dış ticaret politikaları olarak görülebilir.

IMF Politikaları Olarak Neoliberalizm

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, neoliberalizmin küresel ölçekte yayılmasında kilit rol oynadı. 1980’lerden itibaren Washington Uzlaşısı çerçevesinde borç krizine giren ülkelere dayatılan yapısal uyum programları, kamu harcamalarının azaltılmasını, ticari ve finansal serbestleşmeyi, devletin ekonomideki rolünün küçültülmesini ve özelleştirmeleri zorunlu hale getirdi.

Ancak günümüzde, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar, neoliberal reçetelerin başarısızlığı nedeniyle eleştiriliyor. Dahası, bizzat IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, yapısal uyum programlarının bir sonucu olarak, gelir dağılımı adaletsizliğinin daha da arttığını kabul etmeye başladı. Benzer bir şekilde, finansal serbestleştirmenin yarattığı istikrarsızlıklar karşısında kısmen de olsa sermaye kontrollerinin uygulanabileceği önerisi IMF’de tartışılır hale geldi.

Her ne kadar bu kurumlar neolibralizmin uluslararasılaşmasında etkili olsa da, günümüzde alternatif finansal mekanizmaların güçlenmesi IMF’nin tarihsel rolünü zayıflatmıştır. Günümüzde, geç kapitalistleşen ülkeler için neoliberal politikaların uygulanmasında IMF gibi kurumlar yanında sermaye piyasaları da etkili olmaktadır. Neoliberal politikalardan sapmalar sermaye kaçışlarıyla cezalandırılarak hükümetleri disipline eden mekanizmalara dönüşmüştür.

Yönetişim Tekniği Olarak Neoliberalizm

Buraya kadar, neoliberalizmin daha çok ekonomik boyutunu öne çıkaran özelliklerine değindim. Ancak neoliberalizm, yalnızca ekonomi politikalarını değil, aynı zamanda bireylerin ve toplumların yönetilme biçimlerini de dönüştürdü. “Yeni kamu işletmeciliği” anlayışıyla bürokrasi, özel sektör mantığına göre şekillendirildi; verimlilik, rekabetçilik ve performans ölçümü gibi piyasa odaklı mekanizmalar kamu hizmetlerine entegre edildi. Dolayısıyla bizzat kamunun ve devletin dönüşümü, neoliberalizmin en önemli sonuçlarından biri olarak görülmeli. Bir başka ifadeyle “devletin geri gelmesi” ya da “kamuculuk” gibi kavramlar kullanılırken mutlaka “hangi devlet ve hangi kamu” sorularının netleştirilmesi gerekiyor.

Covid-19 salgını döneminde, kamusal hizmetlerin piyasa mantığına teslim edilmesinin olumsuz sonuçları daha görünür hale geldi. Sağlık sistemlerinin çökmesi, krizlere karşı devlet kapasitesinin yetersizliği, neoliberal yönetişim anlayışının sorgulanmasına neden oldu. Ancak, bu konuda köklü değişimlerin yaşandığını söylemek için erken. Bir başka ifadeyle, bu alan, neolibralizm açısından bir değişimden çok süreklilik alanı olarak görülebilir.

Demokrasi ve Neoliberalizm

Neoliberalizm, demokratik süreçleri de derinden etkiledi. Siyasal karar alma süreçlerinin teknokratik yönetim anlayışına kayması, piyasa mekanizmalarının siyaset üzerindeki etkisini artırdı. Özellikle emeğin, toplumsal hareketlerin ve daha genel olarak iktidar bloku dışındaki toplumsal kesimlerin karar alma süreçlerinden dışlanması, neoliberlizmin temel özelliklerinden biri olarak görülebilir.

Ancak günümüzde, neoliberalizmin derinleştirdiği ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, küresel çapta bir meşruiyet krizi yaratarak sağ popülist hareketlerin yükselmesine neden oldu. Trump gibi liderler, neoliberalizmin ürettiği toplumsal kırılmalardan beslenirken, otoriter yönetimlerin neoliberal düzenin krizine alternatifmiş gibi sunulması, demokrasinin geleceği açısından büyük riskler yaratıyor.

Hakim İdeoloji Olarak Neoliberalizm

Neoliberalizm, yalnızca ekonomik ve politik dönüşümlere yol açmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal yaşamı şekillendiren hâkim bir ideoloji haline geldi. Dayanışma karşısında rekabetin, kollektif haklar karşısında bireysel kurtuluş hikayelerinin öne çıkarılması, gündelik hayatın neoliberal prizmadan süzülen ışıkla şekillenmesine neden oldu.

Ancak günümüzde neoliberalizmin ideolojik hegemonyası giderek aşınıyor. 2008 küresel finansal krizinden bu yana artan ekonomik eşitsizlikler, neoliberal anlatının temel taşlarından biri olan “piyasanın verimlilik ve refah üreteceği” iddiasını sarsmış durumda. Dahası, 2020 pandemi sürecinde piyasaların ve özelleştirilmiş sağlık sistemlerinin toplumun ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı açıkça görüldü; bu da devletin yeniden güçlü bir aktör olarak geri dönmesi gerektiği fikrini yeniden gündeme getirdi.

Ayrıca, sendikalaşma hareketleri, özellikle teknoloji sektöründe ve platform ekonomisinde çalışanlar arasında yeniden yükselişe geçti. Henüz oldukça zayıf olsalar da, ABD’de Amazon ve Starbucks gibi dev şirketlerde işçilerin sendikalaşma çabaları, neoliberal iş rejiminin bireyselleşmiş ve güvencesiz çalışma anlayışına karşı önemli bir meydan okuma niteliği taşıyor.

Neoliberalizm ve Emek

Yukarıda sıraladığım ekonomik, ideolojik ve siyasi boyutların ortak özelliği, neolibealizm ve emek başlığında bulunabilir. Neoliberalizm, en büyük dönüşümlerinden birini emek piyasalarında gerçekleştirdi. Esnekleşme, güvencesizleşme ve sendikasızlaşma, neoliberal dönüşümün temel bileşenleri haline geldi. Bir başka ifadeyle, neoliberalizm sendikaların toplumsal, siyasi, örgütsel ve ekonomik gücünün kırılmasını ve emeğin karar alma süreçlerinden dışlanmasını amaçladı.

Kısacası, neoliberalizm, kapitalizmin krizlerine yanıt olarak ortaya çıkmış, ancak zamanla kendi iç çelişkileriyle yüzleşen bir sistem haline gelmiştir. Küresel ticaret savaşları, gümrük duvarlarının yükselmesi ve devletin ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması girişimleri, neoliberal paradigmanın geleceğini belirsiz hale getiriyor. Ancak önümüzde çelişkili ve parçalı bir tablo var. Mevcut krizler, neoliberalizmin sona erdiğini değil, yeni bir dönüşüm sürecine girdiğini gösteriyor. Bu konuyu biraz daha açmakta fayda var.

Neoliberalizmin Krizi Sonrasında Ne Gelebilir?

Bu soruya birkaç yıl önce yanıt vermek gerekseydi, neoliberalizmin geride kalmaya başladığını, çeşitli ‘post-neoliberal’ denemelerin ortaya çıkmaya başladığını, ancak bunların içeriğinin ne olacağının henüz belirsiz olduğunu söyleyebilirdim. Ancak şu anda tablo biraz daha çelişkili ve parçalı.

Neoliberalizmin küresel çapta kriz yaşadığı açık. Ancak bu kriz, kendiliğinden daha eşitlikçi ya da sürdürülebilir bir ekonomik ve toplumsal düzenin ortaya çıkacağını garanti etmiyor. Aksine, neoliberalizmin krizi, birbirinden farklı ve hatta çelişkili yeni yönelimleri tetikleyebilir. Önümüzdeki dönemde devletin ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması kaçınılmaz görünse de, bu süreç nasıl bir yön alacak? Daha otoriter ve korporatist bir devlet kapitalizmi mi yoksa toplumsal adalet ve ekolojik sürdürülebilirliği önceleyen yeni bir düzen mi inşa edilecek?

Küresel ticaret savaşları ve korumacılık, finansallaşmaya dayalı büyüme modelinin sınırlamalarını ortaya koyarken, sanayileşme politikaları ve devlet destekli üretim hamleleri yeni bir sermaye birikim rejiminin doğuşuna işaret edebilir. Ancak bu dönüşüm, işçi sınıfının kazanımlarını artıran bir model mi olacak, yoksa daha yoğun sömürü ve ekolojik tahribatla mı ilerleyecek soruları halen yanıtlanmayı bekliyor.

Ekonomi politikaları açısından, yüksek faiz ve kemer sıkma politikaları halen egemen olsa da, birçok ülkede sanayileşmeyi teşvik eden, kamu yatırımlarına dayalı büyüme modelleri yeniden gündeme gelmeye başladı. Avrupa’da “yeşil sanayi politikaları”, ABD’de CHIPS Yasası ve Çin’in devlet destekli teknoloji hamlesi, neoliberal ekonomi politikalarının sınırlarını zorluyor. Bu politikalar sermaye lehine işleyecek, bunda bir tereddüt yok. Ancak bu süreçteki ilginç soru, bu tip bir dönemin emeğin gücünü artıran bir yönelime yol açıp açmayacağı olacak.

Küreselleşme açısından bakıldığında, neoliberal serbest ticaret ilkeleri büyük ölçüde geri çekiliyor. Bölgesel ekonomik bloklar ve jeopolitik gerilimler, yeni bir parçalanmış küreselleşme düzenine işaret ediyor. Bu yeni düzen, emperyalist rekabetin sertleştiği ve savaşların giderek daha fazla sıklaştığı bir süreçte şekillenecek.

Demokrasi açısından, neoliberalizmin krizi iki farklı yönü tetikleyebilir. Bir yanda, ekonomik krizlerin yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk, otoriter yönetimleri ve sağ popülizmi güçlendirebilir. Diğer yandan, bu kriz, sosyal hakların ve demokratik katılımın genişletilmesi yönünde adım atan toplumsal hareketleri de tetikleyebilir.

Emeğin geleceği açısından, Batılı ülkelerdeki yeniden sanayileşme girişimleri, o ülkelerdeki emek hareketlerinin yeniden canlanması için bir itici güç olabilir. Diğer yandan küresel değer/meta zincirlerinin disipline ettiği otoriter emek rejimleri pek çok ülkede varlığını sürdürüyor olacak. Bu gelişmelere bir de dijitalleşme ve otomasyonun artmasının etkilerini eklemeliyiz. Bu son gelişmeler emeğin geleceği açısından, toplumsal hareketlerin daha da parçalanmasıyla sonuçlanabileceği gibi yeni emek hareketi olanaklarının ortaya çıkmasıyla da sonuçlanabilir.

Kısacası, neoliberalizmin krizi sonrası dünya düzeni, sınıfsal mücadeleler ve politik tercihlerle şekillenecek. Sermayenin yönlendirdiği otoriter bir devlet kapitalizmi ile sosyal adalet odaklı, ekolojik ve dayanışmacı bir ekonomi modeli arasındaki mücadele, neoliberalizmin yerine neyin geçeceğini belirleyecek. Bugün, bu mücadeleye hangi aktörlerin nasıl müdahil olacağı, geleceğin toplumsal düzenini belirleyecek en önemli soru olarak önümüzde duruyor.

Sonuç: Parçalı ve Çelişkili Bir Dönüşüm

Covid-19 salgını sırasında ve sonrasında, özellikle de ABD’de ve Avrupa’da ‘yeni yeşil anlaşma’ politikalarıyla birlikte, sanayi politkalarının ve devletin geri dönüşü bekleniyordu, ancak bu dönüşün nasıl gerçekleşeceği belirsizdi. Bugün yaşananlar, sanayi politikaları ve kamusal müdahale konusunda tek yönlü bir eğilimden ziyade parçalı ve çelişkili bir dönüşüm sürecini gösteriyor.

Bir yandan, korumacılığın artması ve sanayi politikalarına yönelik ilginin yeniden canlanması, neoliberalizmin en önemli unsurlarından biri olan serbest ticaretin gerilemekte olduğunu gösteriyor. ABD’nin Çin’e yönelik yüksek teknoloji sektörlerinde getirdiği kısıtlamalar, Avrupa’nın kendi sanayiini koruma çabaları ve küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılması, devletin ekonomik rollerinin yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. Ancak genişleyen bu roller, geçmişteki ‘kalkınmacı devlet’ anlayışından farklı olarak büyük ölçüde risk-azaltan önlemlere odaklanıyor.

Diğer yandan, sanayi politikaları ve sosyal devletin geri dönüşü yerine, libertaryen görüşlerin güçlendiğine dair işaretler de var. Özellikle enflasyon ve bütçe açıkları gerekçe gösterilerek sosyal harcamaların kısılması ve kamu sektörünün daha da küçültülmesi yönünde baskılar artıyor. ABD’de ve Avrupa’da vergi indirimleri, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve neoliberal yönetim tekniklerinin (örneğin performans bazlı değerlendirme sistemleri) devam etmesi, neoliberal mantığın hâlâ etkili olduğunu gösteriyor.

Bu çelişkili durumun en dikkat çekici istisnası, askeri harcamalar konusundaki geniş çaplı konsensüs. ABD, Avrupa ve Asya’da askeri bütçelerin hızla artırılması, neoliberalizmin krizine verilen yanıtın büyük ölçüde güvenlikçi ve jeopolitik eksende şekillendiğini gösteriyor.

Soğuk Savaş sonrası neoliberalizmin temel mantığı, refah devletini küçültürken küresel ticaretin önündeki engelleri kaldırmaktı. Bugün ise küresel ticarette daha fazla sınırlama gözlemlenirken, sosyal politikaların aksine askeri harcamalar için kaynak ayrılması konusunda neredeyse tam bir uzlaşı var. Bu da neoliberalizmin krizi sonrası yeni dönemin, daha otoriter ve güvenlikçi bir sermaye birikim rejimiyle şekillenebileceğini düşündürüyor.

Özetle, neoliberalizmin krizine verilen yanıt, beklenildiği gibi yeniden sanayileşmeyle ve devletin toplumsal refahı güçlendiren bir aktör olarak geri dönmesiyle değil, daha parçalı, çelişkili ve güvenlik eksenli bir dönüşümle ilerliyor. Korumacılık ve sanayi politikalarındaki dönüşüm, sermaye lehine şekillenirken, sosyal politikalar yerine libertaryen piyasa odaklı politikaların etkisi artıyor. Bu da neoliberalizmin tam olarak sona ermediğini, fakat farklı biçimlerde evrildiğini gösteriyor.