Proje Bitti mi? Ne Zaman Biter?: Bilişim İşçilerinin Kaygısı

Ahmet Gire1 Ağustos 2024

Bilgisayarlar güçlendikçe ve erişilebilir oldukça birçok iş yazılımlar aracılığıyla yapılır hale geldi. Artık para transfer etmek için bankaya gitmeniz gerekmiyor. Domates almak için markete yürümeye üşendiyseniz de sorun değil. Flörtleşmek, aşık olmak mı istiyorsunuz, siz yerinizden hiç kalkmadan onu da hallediyoruz. İnsanların insani ilişkilerinin arasına bir dolayım girdi. Özellikle pandemide, karantina koşullarında her yeri saran yazılımlar bugün de gündelik hayatımızın asli bileşenlerinden biri olmaya devam ediyor.

Peki bu uygulamalar insanlara nasıl hizmet veriyor? Ormanda bulduğumuz mantar gibi kendiliğinden orada yetişiyorlar mı? Öyleyse bazılarını neden satın alıyoruz?

Bir yazılım uygulamasının üretilmesi, kullanıma açılması, ayakta tutulması, güncellenmesi ve bakımının yapılması yüklü bir toplumsal emek yekûnuyla mümkün olur. Yazılımcılar, tasarımcılar, iş analistleri, DevOps mühendisleri (en temel görevleri yazılımların yayınlanmasıdır), veri tabanı uzmanları gibi birçok özelleşmiş meslekten insan yazılım uygulamalarının yaşam döngülerinin bir bölümünde görev alırlar.

Birkaç sene öncesine kadar kamuoyunda bu insanların işlerine karşı görece büyük bir ilgi vardı. İnsanlar birbirlerine “bol bol su iç ve yazılım öğren” gibi öğütler veriyordu. Bugünlerde bu öğütlere pek rastlanmaz oldu. Yapay zeka vs. gibi teknolojik gelişmelerin sermaye tarafından yaratılan imajı bütün mesleklerde olduğu gibi yazılımda da bir güvencesizlik hissi yarattı. Pandemide şişmiş sektörün daralması yapay zekanın etkisiymiş gibi sunuldu. Yeni teknolojik araçların bugünkü gerçek kapasiteleri oldukça sınırlı olsa da örgütsüz bir bilişim işçileri yığınını ürkütmek için yeterli oldu.

Öte taraftan bilişim işçilerinin enflasyon karşısında eriyen maaşları son tarih (deadline) baskısı altındaki stresli çalışma yaşamlarının üzerindeki cilayı silip attı. Her meslekte olduğu gibi yazılımda da sermaye, emek arzını arttırma yollarına gitti. Sermaye, özel okullarda açılan yazılım-bilişim mühendisliği bölümleriyle iyi bir iş-maaş vaadi satarken, bu özel okullardan mezun olan binlerce genç yazılımcıyı emek piyasasına katarak yazılım emek arzını arttırdı. Böylece, yazılımcıların sermaye karşısında kısa bir dönem için geçerli olan örgütlülükten gelmeyen pazarlık gücü de zamanla aşındı. Sermaye pazarladığı geleceği, vaat satarak yok etmekte. Bugün dünya genelinde yazılımcıların toplu işten çıkarılmaları sıkça duyulan haberlerden biri haline geldi.

Kapitalizm altında icra edilen birçok meslek gibi yazılım da stresli bir iş. Özellikle zaman baskısı, verilen son tarihe iş yetiştirme çabası ve sürekli yenilenen teknolojilerin yarattığı teknolojiyi takip zorunluluğu yazılım işini stresli yapan unsurlardan birkaçı. Bir de yazılımın haftanın 7 gün 24 saat çalışma zorunluluğu var ki bu da yazılımcının her an çalışabilir olması anlamına geliyor.

Proje yetiştirme baskısı yazılımcıların asli sorunlarının başında yer alıyor. Birbirini takip eden iş günleri, tutarlı bir iş yükü bölünmesinin parçalarını taşımaktan ziyade bir gün boş geçerken ikinci gün çift mesai yapılabilir. İş gününün bu öngörülemezliği bir kaygı kaynağı. Birileri karar almıştır, proje son tarihi öne çekilmiştir, “hadi hadi” çalışmaya başlamışsınızdır. Bu satırları okuyan bilişim işçilerinin çoğu “o birilerinin” sizin kan ter içinde yetiştirdiğiniz projeyi serin odalarda yapılmış bir toplantı sonunda derin bir sükûnetle iptal edebileceğini de bilir. Böylece yaptığımız işin kıymeti ortadan kalkar, işimize yabancılaşırız, çünkü her ücretli emekçi gibi ürettiğimiz ürün bizden koparılıp alınmıştır ve onunla sermayenin ne yapacağını asla bilemeyiz.

Projeyi yetiştirmek için kanla başla çalışırken sıklıkla mesleğimizin inceliklerinden de feragat etmek zorunda kalırız. Richard Sennett’in aktardığı “craft in code” benzeri, yazılımcıların iyi kod yazabilecek zamana sahip olmak için kurdukları gevşek yapıların amacı son tarihlerin zanaatkâr gibi kod yazılabilmesini mümkün kılacak genişlikte belirlenmesidir: “Programları doğru bir şekilde geliştirmek için gereken zamanın verilmesini istiyorlardı; onlar için anlamlı çalışma, işi işin kendisi için iyi yapmaya bağlıydı”.[1] Ürettiklerimizin mülkiyetinin bizden alınması nasıl bir yabancılaşma etkisi yaratıyorsa nasıl üreteceğimizin sermaye tarafından bizlere dikte edilmesi de yabancılaşma etkisinin başka bir boyutunu doğurur.

Ozan Gündoğdu’nun podcastinde aktardığına göre Antalya havalimanı inşaatının aceleyle bitirilmeye çalışılması nedeniyle hava kontrolörleri iniş pistinin bir bölümünü görmeden çalışıyorlar. Yazılımda da zaman baskısı bunun gibi sonuçlar doğurur. Projeyi hızlıca bitirmeye çalışan yazılımcı hırpalanır, proje müşterilerin kullanımına açılır -canlıya çıkılır- ve yüksek ihtimal müşterilerin şikayet edeceği birçok sorun ortaya çıkar. Zaten hırpalanmış bilişim işçisine bir de bu hataları ayıklama baskısı yapılır. Hataları ayıklarken çok daha hızlı çalışmak zorunda kalan yazılımcı yine en iyi pratiklerden faydalanmak yerine en hızlı yolu seçmek zorunda kalır. Böylece elimizde spagetti kodlarla örülmüş bir uygulama kalır, büyük sağlık sorunları olan bu uygulamanın ayakta kalması için de birçok yazılımcının sürekli ilk yardım yapması gerekir. Görüldüğü gibi aslında kapitalist üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimine yazılım alanında da ket vurur. Devrimci çelişkiyi doğuran bu ket, yazılımcıya mobbing ve psikolojik şiddet olarak yansır.

Pandemiden beri bilişim işçilerine yönelen başka bir mobbing aracı daha var. Salgın koşullarında yaygınlaşan uzaktan çalışma uygulamasının hukuki zeminindeki belirsizlik, sermayeye bilişim işçilerini istifaya zorlamak için mükemmel bir silah sunuyor. Vergi ödememek için elinden geleni yapan, iktidar tarafından pek de sıkıştırılmayan devasa “matrahsız” şirketlerimiz tazminat ödemeden işçi kovmada da pek mahir. Tamamen uzaktan çalışırken bir anda istisnasız ofisten çalışmaya geçen bu şirketler, pek çok işçinin uzaktan çalışma pratiğine göre hayatına şekil verdiğini ve alınan bu karara uyamayacaklarını biliyor. Böylece tazminat ödeyerek küçülecek şirketler bir anda ofisten çalışmaya ayak uyduramayacak işçilerin “kendiliğinden” istifalarıyla rahatlıyorlar. Üretim sürecinin antidemokratik yapısı üretim süreci içindeki her faktörün işçiye karşı yönelmiş bir silah olabilmesini mümkün kılıyor.

Bir açıdan yazılım uygulaması bir fabrika gibidir. Marx makinenin üretim sürecine girmesiyle makineye ödenen sermayenin sahibine en hızlı biçimde geri dönebilmesi için vardiya sisteminin icat edildiğini söyler. “Canlı”daki yani müşterinin kullanımındaki yazılım uygulamalarının da sürekli çalışır vaziyette olmaları gerektiği için yazılımcılar sürekli tetikte olmalıdır. Bir anda sistem çökebilir ve sistemi izleyen bir bilişim işçisi sizin şirket hattınızı arayabilir. O an mesai başlar, mesai insanlar tarafından organize edilen bir zaman aralığı olmaktan çıkar, uygulamanın doğasının başlattığı bir mefhum haline gelir. Böylece uykulu-uykusuz gecelerin gündüzlere karışması istisna olmaktan çıkar, yukarıda bahsi geçen üretim koşullarındaki sürat baskısından dolayı hasta doğmuş uygulamamız bilişim işçilerinin sürekli ödemesi gereken ilk günahın kefareti gibidir. Hasta olmasının suçu yazılımcıdaymış gibi; ona kinlenir, geceleri, tatilleri ve güneşli pazartesileri ona dar eder.

Son olarak bilişim işçisinin önünde işçi sınıfının doğuşundan beri başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan “makineler işimizi elimizden alacak mı” sorusu var. Özellikle son yıllarda bilhassa yazılımcılar için bu soru daha çok sorulmakta. Bugün birçok yazılımcı kendi mezar kazıcılarını üretiyor gibi görünüyor. Yapay zekanın parlak ambalajı, onun ne olduğunu gizliyor ve bu teknolojik aracın canlı zihin emeğini disipline edecek bir dayıbaşı gibi algılanmasına neden oluyor. Yapay zekanın üstü itinayla örtülen teknik kapasitesi ve sınırlılıkları derinlerde kalırken yüzeyde bir “süper yazılımcı” görünür oluyor. Böylece biz bilişim işçileri yine yeniden geleceğimiz için kaygılanıyoruz. Kapitalizmin kaygıdan başka hiçbir şey vermediği bizler, geleceğe güvenle bakan sermayedar gözlerinin hissetmediği korkulardan azade değiliz.

Bilişim işçilerinin hat safhadaki örgütsüzlüğü de bu korkuların bireylerin korkularıymış gibi hissedilmesine neden oluyor. Bilişim işçisi korktuğu için kendini suçluyor. Kendini yeterince geliştiremediğini düşünüyor. Halbuki bilişimin birçok farklı alanında farklı uzmanlıkları olan birçok meslektaşımız aynı korkuları hissediyor.

Bugün bilişim işçileri olarak kendimizi sermayenin emek süreçlerine keyfi müdahalelerinden korumak istiyorsak birlikte hareket etmek zorundayız. Dünyadaki ve ülkemizdeki işten çıkarmalar, yazılımcıların bitirim çağlarının geride kaldığını gösteriyor. Pusuya düşürülüp tek yakalandığımızda yara almadan kurtulmamız imkânsız. Bilişim emeği arzını arttırmak için örgütlenmiş gücün bir ayağı da bilişim emeğinin değerini düşürmek için çalışıyor ve birilerini üretim sürecinden dışarı atarken birilerini içeri alıyor, bunu sonsuz bir keyfiyetle yapıyor. Örgütlü bir güç dışında bu güce karşı durmak mümkün değil.

Ayrıca patronlar, dünyanın bütün kaynaklarının seferber edildiği bizim ürettiğimiz teknolojik araçları, bize yönelmiş yabancı bir güçmüş gibi karşımıza çıkarmaya gayret sarf ediyor. Bu araçları biz üretiyoruz ve ne olduklarını patronlardan daha iyi biliyoruz. Zihin ürünleri üreten üretim araçlarının nasıl kamusallaştırılacağını da şimdiden düşünmeye başlamalıyız. Bilişim işçileri, kendi kurtuluşları için hem sınıf mücadelesinin bir parçası olmalı hem de bugün kapitalizmin çıkarları için seferber edilen, satmak zorunda kaldıkları teknik becerilerinin kapitalizm sonrası için ne anlama geldiğini anlamaya çabalamalıdır. Anlatılan, bizim hikayemizdir.

[1] Sennett, R. (2011). Yeni Kapitalizm Kültürü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları: 70.