“Kapitalizmi seviyorsanız, küçük işletmeler adına endişe duyun.”[1]
Kapitalizm, küçük işletmelere neden ihtiyaç duyar? Bugün bile dünyanın hangi noktasında olursak olalım sokağa çıktığımız andan itibaren her mahallede, her caddede karşı karşıya geldiğimiz küçük işletmelerin kapitalizmin işleyişinde rolü nedir?
Halbuki kapitalizm, doğası ve yasası gereği sermayenin büyük ölçekli birikimini ve merkezileşmesini teşvik eder. Gerçekten de sermayenin tekelleşme koşullarında günümüzde kapanma tehdidi altında olan küçük işletmelerin önemli bir kısmı değişen ve saldırganlaşan rekabet koşulları karşısında sürekli direnmeye ve var olmaya çalışıyor. Ancak dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de “büyüklere” rağmen “küçükler”, özgün koşullara bağlı olarak direnerek dönüşmeye ve var olmaya devam ediyor.[2] Yani, kahraman “bakkala karşı süpermarket” söylemi bir kapitalizm eleştirisi olduğu gibi, mekana ve zamana bağlı bir göreceliliği de barındırıyor sanki.
Elbette bu yazının sınırları içinde bir bakkal ile bir küçük işletme kavramlarını Türkiye gibi geç sermaye birikimini yaşayan ülkeler üzerinden bir kere daha düşünmek gerekiyor. Evet, Türkiye’de küçük işletme dediğimiz zaman elbette ilk akla esnaf gelir. Ancak Türkiye’nin geç kapitalistleşmesi bağlamında küçük işletme ve esnaf arasındaki farklılıkları da dikkate almak gerekiyor. Yazının girişinde bu konuyu aydınlatalım. Sanayileşme ile sermaye birikimi arasındaki bağlantı üretim ve dolaşım alanında birbirinden farklılaşan işletmelerin varlığına yol açar. Bu anlamda küçük işletme imalata dayalı sermaye birikiminin ürünü iken, esnaf bir önceki topluma aittir. Bu açıdan da Türkiye kapitalizmi neden küçük işletmelere ihtiyaç duyar sorusunu kapitalizm neden esnafa ihtiyaç duyar şeklinde sormak oldukça makul. Bu yazı sadece küçük işletme ile esnaf arasındaki farklılıkları açığa çıkarmak değil, Türkiye’de kapitalizmin kendine özgüllükleri içerisinde esnafın rolünü ve işlevini sorunsallaştırmayı amaçlıyor. Bu anlamda da kuramsal olarak esnafın hangi sınıfın üyesi olduğu sorusu ile tartışmaya başlamak gerekir. Bu kuram-sınıfsal tartışma, elbette tarihsel-yapısal bir tartışmayı da beraberinde getirir ve hatta zorunlu kılar. Bu tartışmaya değerdir, çünkü esnaf Türkiye ekonomi politiğinin eleştirisinden soyutlanamayacak kadar önemli.
Kim Bu Esnaf?
Önce esnafın kim olduğu, nasıl tanımlanması gerektiğinden başlayalım.[3] Esnafı küçük işletme, küçük dükkan sahibi olarak tanımlamak yetmez. Onun “küçüklüğü”, elbette mekansal ve ticari ölçek üzerinden tanımlanır. Ancak rolü bağlamında esnafın “küçük” olduğunu söylemek zordur. Bunun nedenine daha sonra geleceğim.
Önce biraz soyut-kuramsal düzeyden hareketle toplumsal gerçeklikler üzerinden bir tanımlama yapmaya çalışalım. İlk etapta esnafın bir önceki toplumsal üretime özgü olduğunu, bu anlamda tarihsel bir analiz üzerinden kuramlaştırmaya ihtiyacımız olduğunu belirtmeliyiz. Ama bu konu bu yazının sınırlarını aşıyor. Esnafın sermaye birikiminin inşa sürecine ve dönüşümüne bağlı olarak oldukça farklı başkalaşımlar geçirerek, kapitalist toplumuna eklemlendiğini belirterek başlayalım. Sürekli bir başkalaşım ve eklemlenmeye tabi olduğu için de günümüz koşullarında olgusal olarak esnaf, tüccar, KOBi arasındaki ayrım hem yasal-örgütsel hem istatistiki düzeyde (esnaf ve ticaret sicillerin tarihsel iç içe girmişliğinden dolayı) oldukça muğlak. Günümüzdeki haliyle esnaf, hangi sektörde ticaret yaparsa yapsın kendi emeğiyle çalışan dükkan sahiplerine ve ticaret erbaplarına verilen ortak bir adlandırma, bir meslek, bir uğraş. Bu açıdan esnafın sınıfsal konumuyla ilgili kesin olan bir durum var: Esnaf hem maddi konumu hem de üretim sürecinde diğer toplumsal sınıflarla girdiği zorunlu ilişkiler bağlamında tartışmasız bir küçük burjuva ve sermaye birikiminin toplam döngüsünün bir parçasıdır. Yukarıda işaret ettiğim gibi bir önceki toplumun dönüşüm halindeki bir birimi ama küçük işletmelerden de farklı. Kendi üretim araçlarına sahip olması, kendi emeğiyle çalışmasının yanı sıra yanında ücretli çalıştırması bakımından burjuvazi ve işçi sınıfından ayrışıyor. Bu doğru, ancak buradaki yegane ölçüt değil. Zira kapitalizmin tarihsel gelişim sürecinde toplumsal sınıfların/konumların tutarlı bir bütünlük temsil ettiğini ve birbirinden çok net sınırlarla ayrıştığını söylemek pek mümkün ve hatta doğru değildir.[4] Aksi halde, yüzeysel ve cansız kavramsal soyutlamalara hapsolmak, soyutlanan ile sonsuz sayıda tekil ve özgün deneyimlerle somutlanan arasında bir köprü inşa etmeyi engelleyecektir.
Dönüşüm Halindeki Esnaf?
Bu inşa sürecindeki sınırlılığını aşabilmek için esnafın sınıfsal konumunun tarihsel oluşum-dönüşüm koşullarını, Türkiye kapitalizminin dinamikleriyle beraber düşünmekte fayda var. Zira Türkiye kapitalizminin tarihsel ve özgün gelişim koşulları göz önüne alındığında ne 16. yüzyılda ne de 19. Yüzyılda, hem de 21. yüzyılda esnafın, üretim araçlarıyla ilişkisi ve mesafesi göz önüne alındığında hiç dönüşmeden günümüze kadar geldiğini söylemek mümkün değil. Esnaf, egemen üretim tarzının işleyişe eklemlenme/eklemlenememe gerilimleri içinde sürekli yeniden biçimlenmiş. Bu sebeple Osmanlı lonca sisteminin ve kent ticaretinin önemli bir bileşeni olan esnaf ve hatta zanaatkarın sınıfsal konumunun günümüze gelene kadar nasıl bir dönüşüm geçirdiğine kısaca değinmek gerekiyor. Bu bir anda ve topyekûn bir dönüşüm olmamakla beraber kaçınılmaz olarak kapitalist üretim tarzının zorunlu kıldığı bir dönüşüm. Üretim, dolaşım, bölüşüm, tüketim alanlarındaki değişimin açığa çıkardığı bir dönüşüm.
Bugün esnaf, 15. yüzyıl lonca sistemine olduğu gibi kendi emeğiyle kullanım değeri değişim değerinden daha fazla olan mallar üreten, ürettiğini sınırlı bir piyasada satan bir konumda yer almıyor. Borçlanma ve ticaret yoluyla Osmanlı ekonomisinin dünya ekonomisiyle hızla eklemlenme süreci olan 19. yüzyılda çözülmeye başlayan geleneksel üretim ilişkilerinin etkisi altında giderek üretken olmayan sınırlı alanlara kaymaya ve kapitalist piyasa mantığı altında yavaş yavaş şekillenmeye başlayan esnafla da günümüzdeki esnaf aynı değil. Evet, esnaf, geleneksel/eski işleyişe ait özellikleri biçimsel olarak taşısa bile küçük burjuva ve burjuva arasında bir ara konumuna geçmiş ve günümüzde endüstriye dayalı sermaye birikiminin önemli bir aktörü konumuna gelmiştir. O halde kapitalist üretim biçimini emek ve sermaye kavramlarından azade düşünmek mümkün değilse (ki değil), günümüzdeki haliyle esnafı, bu kavramlarla nasıl ilişkilendirileceğiz?
Bu soru esnafın Türkiye kapitalizminin serencamını anlamak için olduğu kadar, esnafın sermaye birikim süreci ile, devlet ile, toplum ile kurduğu ilişkiyi bağlamsal olarak anlamlandırmak için de önemli. Türkiye artık esnafın dönüştüğü bir ülke. Haliyle televizyon reklamlarında, dizilerinde nostaljisi yapılan esnaf, büyük ölçüde eski topluma ait. Günümüzde esnaf, büyük ölçekli üretim (fabrika) için girdi üreten (üretken sermaye döngüsü) ve çıkan ürünü nihai tüketiciye ulaştıran (ticari sermaye döngüsünde) bir konumda. Elbette kayda değer sayıda berber, kasap, terzi gibi geleneksel konumlar hala var, ancak onlar da kapitalist işleyiş içerisinde varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak şu bir gerçek; Türkiye gibi geç kapitalist ülkelerin yapısal zayıflığı olan döviz biçiminde sermaye ihtiyacı, ciddi bir kesim esnafın ulusal ve uluslararası sermaye birikim/dolaşım sürecine başkalaşım geçirerek eklemlenmesinin önünü açıyor.
Tabii esnafın emeği, artı değer üretmeyen bir emektir, yani bu üretken olmayan emektir diyerek esnafı üretim sürecinde nasıl düşünebiliriz diye sorabilirsiniz. İşte bu aşamada içeriksiz soyutlamalardan ziyade, esnaf alanına girip olgusal olanı görmek gerekiyor. Günümüzde başkalaşım ile eklemlenme süreci yaşayan ve sayısı da az olmayan dönüşüm halindeki bir toplumsal olgudan bahsediyoruz. Sermaye birikiminin geldiği aşamada bildiğimiz kendi emeği ile üretim gerçekleştirse bile (ki genellikle böyle oluyor) artık kendi üretim sürecinde kontrolünü kaybeden, piyasa zoru altında belirlenen fiyat belirlemelerine maruz kalan esnaf söz konusu. Bu dönüşüm kaçınılmaz, çünkü Türkiye’de kapitalist üretim sürecinde zaman içinde üretim düzeyi ile dolaşım düzeyi arasındaki bağlantılar dolaşım düzeyi lehine işliyor.
Bu noktada kapitalizmde esnafın rolünü açıklamada daha dinamik bir kavrama başvurmalıyız diye düşünüyorum: Kapitalizmde sermayenin farklılaşarak, genişleyerek yeniden üretim zorunluluğu… Burada para-sermaye döngüsü, esnafın kapitalizmdeki işlevine ve sermaye birikiminin sürekliliğine nasıl katkı sağladığını anlamak için çok önemlidir.[5] O halde şöyle sorabiliriz: Esnaf, Türkiye kapitalizminde sermaye döngüsünde hangi konumda yer alır ve bu konum tarihsel süreç içinde nasıl değişmiştir? Marx’ın Kapital’in III. ve IV. ciltlerinde ele aldığı şekliyle, “dolaşım failleri” olarak esnaf, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda işleyişi ve yapısı değişen sermaye döngüsünü tamamlayıcı temel faaliyetler yürütmek üzere içerilir. Satış, satın alma, dağıtım gibi faaliyetlerle kapitalist üretim tarzının dolaşım aşamasını tamamlar. Ancak burada kritik bir nokta var: Dönüşmekte olan esnafın sermayenin genel döngüsüne katkıda bulunduğu, teknik gibi görünen bu satış ve satın alma süreci, aslında siyasi, ideolojik ilişkilerden, kültürel kodlardan ve sosyal ağlardan bağımsız değildir. Bu nedenle, kapitalizmin gelişim sürecinde esnafın üretim ilişkileri içindeki konumu sadece nesnel olarak değişmekle kalmamış, bu konumu koruması için gerekli olan öznel koşullar da değişen güç dengelerine göre sürekli yeniden şekillenmiştir.
Ne demek istediğimi biraz açayım. Sermaye döngüsü dediğimiz süreç, iktidar ilişkilerinden azade değil. Şöyle düşünelim: Sermaye birikim ve toplum döngüsünde her aktörün zorunlu ya da gönüllü karşı karşıya kaldığı bir çıkar ilişkisi ağı söz konusu. Sermaye döngüsündeki işletmeleri bir ihtiyaç/çıkar piramidi olarak düşünebiliriz. En üstte uluslararası şirketler, daha sonra ulusal şirketler ve sanayi kuruluşları, KOBİ’ler ve dönüşüm halinde yer yer KOBİ olmuş yer yer birikime eşitsiz eklemlenmiş esnaf. Bu liste geliştirilebilir, değiştirilebilir, zaten genişleme zorunluluğu olan sermaye birikimi kaçınılmaz olarak konumları/işlevleri değiştirecektir. Tabii bu piramiti yatay ve/veya dikey konumlanması gereken devletsiz düşünemeyiz – ki devlet de kendi içerisinde farklı aktörler, kurumlar barındırıyor.
İşte esnafın sermaye döngüsündeki konumu, Türkiye kapitalizminin yapısal dışa bağımlığı neticesinde sanayi, tarım ve ticaret sektöründe yaşanan ve süregelen bir dizi yapısal dönüşüm sebebiyle olduğu kadar, yerel ve küresel ticarette meydana gelen güç dengelerindeki değişimin etkisi altında sürekli yeniden şekilleniyor. Haliyle Türkiye kapitalizminde dönüşüm halindeki esnaf, son 40 yıldır giderek daha fazla uluslararası ve yerel alt-anlaşmaların daha çok boyunduruğu altındadır. Boyunduruk diyorum ama bu tek taraflı bir ilişki değil. Örneğin, bu çıkar piramidindeki aktörleri birbirine bağlayan en önemli araçlarında biri ihaleler ve teşvikler. Düşünün, ithal ikameci sanayileşme stratejisinin uygulandığı 1960-1980 döneminde, esnaf iç piyasadaki talebin koşullarına göre şekilleniyordu. O dönemde yerel üretim ve tüketim üzerinden hareket eden esnaf, büyük ölçüde ulusal sanayiye ve yerli üretime dayalı bir ekonomik model içinde faaliyet gösteriyordu. Ancak günümüzde, üretim sürecine ancak ithalat ve ihracat yapan firmaların taşeronu olarak eklemlenebiliyor.
Sadece bu değil, aynı zamanda yerel yönetimlerin de birçok fırsat sunduğunu unutmamak gerekir. Örneğin, 2019 öncesinde AKP’li belediyelere malzeme tedarikinde bulunan esnaf, 2024 sonrası belli il ve ilçelerde CHP’li belediyelerle yaşanan dönüşümde pekala eski iş yapma fırsatları yakalayamıyor olabilir, ki öyledir ve öyle. Ama öte taraftan 6 Şubat depremleri sonrası yaşanan yıkım ve sözde yeniden inşa sürecini düşünelim. KOBİ’lerin ve esnafın ağırlıklı bulunduğu bölgedeki istihdamın ve piyasa koşullarının sürekliliğini sağlamak adına orta ve küçük ölçekli sermayeye verilen desteklerin başta bölgedeki imar faaliyetlerini üstenen belli inşaat firmalarına ve bölgenin kalkınmasında önemli rol oynayan imalat sektörüne ve söz ettiğimiz sermaye döngüsüne eklemlenebilen esnafa önemli avantajlar sağladığı açık. Dolayısıyla, Türkiye’de esnaf dediğimiz zaman tutarlı bir tekillikten bahsedemiyoruz. Aksine, Türkiye’de esnafın değişen sermaye birikimi ve siyasal iktidar koşullarını deneyimlerken çıkarları gerek sektörel/mesleki farklılıklar gerekse öznel deneyimler açısından farklılaşabiliyor. Bu farklılaşmanın maddi temelleri, Türkiye kapitalizmine özgü maddi çelişkilerle birlikte düşündüğümüzde sınıf mücadelesi açısından değişen/dönüşen esnafın çok farklı konumlarını düşünmek önemli.
Ne Olacak Esnafın Hali?
1970’lerin sonunda yaşanan birikim krizi ve siyasal kriz, beraberinde sermaye birikimi için daha fazla döviz biçiminde sermaye ihtiyacı, sadece uluslararası sermayeye üretken ve ticari sermaye olarak eklemlenmeyi hızlandırmadı, aynı zamanda esnaf ve küçük işletmeleri işleyişe dahil edecek bir dizi mekanizmayı devreye soktu. Uygulanan sermayenin uluslararasılaşması yönündeki politikalar elbette esnafın gündemini kökten değiştirdi. Sermayenin toplumsal alanda etkinliğini yerel ve uluslararası alanda güçlendiren mekanizmalar (ticari ve mali liberalizasyon, deregülasyon, özelleştirme) bir dizi esnafın kaybetmesine yol açarken diğer yandan konumuz açısından önemli olan bazıları için ise yeni iş ve yatırım yapabilme fırsatları sundu. Ancak, aynı süreçte devreye giren büyük sermaye grupları ve uluslararası şirketler, birçok esnafın belini bükmeye başladı ve birçok esnafı rekabet dışı bıraktı.
Özellikle 2000’li yıllarda “haksız rekabet” söylemi esnafın dilinden düşmez oldu. Bu anlamda da AKP dönemi özgündür. Bunun birkaç sebebi var. En önemlisi, bir yandan 2000’li yıllar dünya ölçeğinde daha etkin işleyen sermaye birikimi Türkiye’nin uluslararası işbölümündeki rolü üzerinde etkide bulundu. Üretken sermaye dünya ölçeğinde işleyişe dahil olmak için, ara girdi kullanmak için küçük işletmelere yönelirken, diğer yandan genel olarak para-sermaye uluslararası işleyişten döviz biçiminde de sermaye çekecek düzenekler kurdu. Her iki mekanizma da esnaf için önemli sonuçlar doğurdu. Böylece bir dizi esnaf dönüşerek, üretim sürecine eklemlenmeye ve dönüşmeye başladı. Bu süreçte dış piyasaya giderek bağımlı hale gelen iç piyasadaki rekabet faktörleri arttı ama bu durum hem yeni iş yapma alanları ortaya çıkardı hem de (düşük faizli kredi kanallarının genişlemesi aracılığı ile) esnafı borçlandırma yoluyla yeni bir yeniden üretim alanı yarattı.
Öte yandan ve tam da bu eklemlenme sürecine içkin gerilimler sebebiyle, AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinden sonra Türkiye’de kapitalizmin iç çelişkilerinin yoğunlaşması esnafın da değişen güç dengesinde yer değiştirmesini zorunlu kıldı. Piyasanın yeniden yapılandırılmasına güç dinamiklerindeki değişimlerle uyumlu bir siyasi yeniden şekillenmenin eşlik ettiği bu durumda, otoritesini sağlamlaştırmak için AKP, servetin yeniden dağıtımı için resmi ve gayri resmi kanalları stratejik olarak kullandı. Kamu ihale sistemindeki yasal değişiklikler, teşviklerin eşitsiz dağılımını ön gören politikalar gibi sermaye sınıfı içindeki iç çelişkileri yönetmeyi amaçlayan müdahaleler, esnafın faaliyet alanları üzerinde de kayda değer bir etkiye sahip oldu ve bu işletmelerin ticari yaşayabilirliklerini ve piyasa koşullarına uyum sağlayabilme kapasitelerini etkiledi. Dolayısıyla haksız rekabetin koşullarını, kime göre haksız olduğunu tartışmak gerekir. O halde AKP döneminde piyasa koşullarının ideolojik olarak yeniden yapılanması bağlamında Türkiye kapitalizminin iç çelişkilerini esnaf üzerinden okumak mümkündür diyebiliriz.
Haliyle, bu dönemin esnaf politikaları da yalnızca küresel ekonomik değişimlere bir tepki olarak değil, aynı zamanda iktidar partisinin siyasi gündeminde hegemonyasının pekiştirilmesine önemli ölçüde katkıda bulunan kasıtlı bir araç olarak ortaya çıktı diyebiliriz[6]. Hatta 2023 seçimlerine kadar düşük faiz politikasından vazgeçemeyen direncin, seçim öncesinde esnafın kendi çıkarlarını sürdürebilmesi anlamına geldiğini, böylece AKP politikalarına destek sağladığını belirletmek gerekir. Zira, AKP’nin hegemonyasını yeniden üretmek ve sürdürmek için söylemsel ve maddi araçlara duyduğu ihtiyacın bir yansıması olan bu meclis, manevi, ideolojik ve kültürel alanlarda, esnaf mitini[7] yeniden üretirken, olası meşruiyet krizini ve sermaye içi çelişkilerini yönetmek adına gerekli rızayı yeniden üretiyordu. Ancak kredi kanallarının tıkandığı, kademeli olarak faiz oranlarının yükselişe geçtiği ve kemer sıkma politikalarının hayata geçirildiği 2023 sonrası dönemin esnaf açısından daha farklı seyredeceği, uzun vadede ekonomik daralma riskini kendi içinde barındıran bu süregelen ortamda, esnafın rızasını aynı şekilde sürdürmeyeceği çok açık. Dolayısıyla 2002 senesinde ekonomik istikrar şiarıyla iktidara gelen AKP’nin en önemli meşruiyet zeminlerinden biri olan “yazar kasa eylemiyle” öfkesini göstermesi bize esnafın sınıfsal karakterine dair ipucu veriyor.
AKP döneminde finansal sermayenin hâkimiyetine giren bir piyasa yapısında esnafın giderek daha fazla marjinalleşmesi ve dönüşmeye zorunlu kılınması, üstüne süregelen ekonomik istikrarsızlık içerisinde AKP’nin esnafı bugün nasıl konsolide edebileceği ciddi bir soru olarak karşımızda duruyor. Bu noktada belirtmemiz gerekir ki esnaf-devlet ilişkisi tarihsel olarak gerilimli bir alandır. Hiçbir zaman koşulsuz bir mutabakata dayanmamıştır. Hatta esnaf, Türkiye’de yalnızca siyasal iktidar için değil muhalefet için de her zaman önemli bir gündem olagelmiştir. Başkalaşım ve eklemlenme sürecinde dönüşen esnaf için her zaman istikrar isteğine mutlaka güçlü devlet özlemi de eşlik etmiştir. Bugün bu özlemi daha açıkla ifade etmeleri bu sebeple şaşırtıcı değildir. Bu sebeple de koşulsuz sanılan mutabakatın bir dizi çatışmayı beraberinde getirmesi olasıdır.
Sonuç Yerine
Bilinen bir söylemi tekrarlayarak bitirelim: “Kapitalizmde kaybedenler kadar kazananlar da var”. Sistemin kendini yeniden üretebilmesinin hakkını kazananlara teslim etmek gerekir. Ama asıl mesele burada kaybedenleri örgütlemektir. Dönüşmeye zorlanan, dönüşmesi zor olan ve dönüşmeye mecbur olan esnaf için de aynı durum söz konusu.
Ama tarihsel bir sürekliliğe bakıldığında bir kırılmayla da karşı karşıya kaldığımızı belirtmek gerekir. Geç Osmanlı döneminde lonca sisteminin fiilen kaldırılmasıyla “örgütsüz” kalan esnaf, bundan sonraki her dönemde olacağı gibi egemen olana eklemlenerek var olmaya çalışıyordu. Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin milli iktisat politikalarının önemli bir savunucusu olmanın yanında, uygulayıcı olarak da karşımıza çıkıyordu. 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslim esnafın dükkanlarını talan etmekten geri durmuyordu. 1970’lerde milliyetçi ve siyasal islamcı partilerin önemli bir tabanı haline geliyordu. Şimdi, o halde, esnafın bahsettiğimiz sermaye döngüsünün bir bileşeni olmak yanında başka önemli bir işlevi daha var. 2013 Gezi eylemlerini hatırlayalım. Esnafın protestoculara şiddetli müdahaleden geri kalmaması… Böylesi bir toplumsal mücadeleye müdahil olması yeni mi, hayır. 1970’lerin ve 1990’ların sonunda benzer bir tablo var. Dolayısıyla 2014 senesinde dönemin başbakanı Erdoğan’ın “benim esnafım işini bilir”, “esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir”[8] gibi cümleler kurması çok da tesadüf değil, belli bir devlet hafızasına dayanıyor.
Bu nedenle, günümüz Türkiye’sinde de iktidar bloğunun taşıyıcısı olduğu milliyetçi-muhafazakâr dünya görüşünün yeniden üretildiği en önemli toplumsal grup esnaftır deyip geçebiliriz, ama bu ezberin ötesine geçebilmek gerekir diye düşünüyorum. Bu tarihsel süreklilik sosyalist hareketin ve kuramın, esnafı salt gerici/eski/geleneksel olarak nitelendirmesi için yeterli değildir çünkü esnafın sınıfsal karakteri, kendi maddi çıkarlarını gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu maddi koşullardan asla bağımsız olmamıştır.
[1]Ekonomi gazetesi Bloomberg’te çıkan bir haber: “If You Love Capitalism, Worry About Small Business”. 12 Temmuz 2018. [2] Bu durumu TESK VE TOBB’un aylık olarak yayınladığı şirket istatistikleri üzerinden takip etmek mümkündür. [3] Bu konuda daha detaylı bir tartışma için: Altınoklu, M. N. (2022) Ekmek, Dükkân, Devlet: Türkiye’de Esnaf, İstanbul: İletişim Yayınları. [4] 1970’lerin yapısal krizine eşlik eden orta sınıf/küçük burjuvazi tartışmaları, esnaf gibi “eski” küçük burjuvanın süregelen varlığına anlam vermek için çok önemli kuramsal katkılar sunmuştu. Bu tartışmaların detayına inmeden, örneğin E. O. Wright’ın“çelişkili sınıf konumları”, tam olarak iki ana sınıf arasında yer alan ve bir bütünlük ve tutarlılık arz etmeyen bu ara/orta sınıfları anlama çabasıydı demekle yetinelim. Onun sunduğu çerçeveden, örneğin esnafın “kendi hesabına çalışanlar” kategorisine düştüğünü, küçük ölçekli işletmeler ile büyük ölçekli sermaye arasında çelişkili bir konumda yer aldığını söylemek mümkündür. Ancak bu noktada eleştiriyi sakınmamak gerekir. E. O. Wright analizine geç kapitalistleşen ülkelerin kendi tarihsel konumuna ait çelişkileri dahil etmemiştir. Halbuki erken kapitalist toplumların iç çelişkileri üzerinden sınıf analizinin geç kapitalist toplumlara özgü dinamiklerle birlikte düşünmemiz gerekir. Ancak böylece Türkiye kapitalizminin özgün gelişim şartlarında esnaf ve küçük işletmenin neden birbirinden farklı olduğunu ve hangi koşullarda birbirine yaklaşabildiğini anlayabiliriz. Wright, E.O. (1985). Classes. London: Verso. [5] K. Marx. (1993). Capital: A Critique of Political Economy, Volume II. Penguin. [6] Örneğin 2010 senesinde AKP, Küçük Esnaf ve Esnafın Değişimi, Dönüşümü ve Desteklenmesine Yönelik Stratejik Belge ve Eylem Planı'nı (3D-Değişim, Dönüşüm, Destek) açıklamıştı. Bu eylem planı, esnafa sağlanan kredilerin ve finansal imkânların genişletilmesi, vergilerin sınırlandırılması ve esnaf arasında girişimcilik ve iş birliğinin desteklenmesine yönelik vaatleri kapsıyordu. Ama öte yandan bu plan, AKP’nin toplumsal mühendislik projesinin bir parçası olan gelenek, aile ve toplumsal uyumun korunmasında esnafın rolüne vurgu yapması bakımından kayda değerdi. [7] Örneğin, 2012 yılında “güçlü esnaf, güçlü ekonomi, güçlü Türkiye” sloganıyla toplanmaya başlanan Esnaf ve Sanatkârlar Şurası’nın ahilik vurgusu dualarıyla açılması tam olarak da bu esnaf mitini yaratma, yeniden üretme işlevi görüyordu. [8] 26-27 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlenen IV. Esnaf ve Sanatkârlar Şura’sında Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşması. “Esnaf Gerektiğinde Askerdir, Alperendir”, Birgün, 26 Kasım 2014.