Dünya genelinde artan neoliberal politikalar, derinleşen ekonomik kriz, kemer sıkma hamleleri ve savaşlar… Peki sonuç? Almanya’da yıllar sonra Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD), Yeşiller Partisi ve liberal demokrat bir parti olan FDP (Hür Demokrat Parti) ile kurduğu koalisyon hükümeti, kurulduğu günden itibaren eleştirilerin odağı oluyordu. Kasım başında yaşanan kriz de, FDP’li Maliye Bakanı Christian Lindner’in görevden alınmasıyla gerçekleşiyor. Başbakan Olaf Scholz hükümet içindeki güvenin sarsıldığını belirtse de bu durum, koalisyonun kırılgan yapısı göz önüne alındığında şaşırtıcı değildi.
Halk arasında “zenginlerin partisi” olarak bilinen FDP bütçe görüşmelerinde sürekli olarak sosyal hakları hedef alıyor, krizlerin faturasını emekçi halka çıkarıyor ve koalisyon uzun süredir iç çekişmelerle boğuşuyordu. Kamuoyunda sıkça tartışılan ortak kararlar ve bozulan uzlaşmalar, halkın tepkisini artırırken hükümetin işlerliğini neredeyse tamamen durma noktasına getirerek ülkenin yönetiminde büyük bir siyasi kriz yarattı. 16 Aralık Pazartesi günü Olaf Scholz, Federal Meclis‘te yapılan güven oylamasını kaybetti. Böylece parlamentonun feshedilmesinin ve yeni genel seçimlerin önü açıldı. Scholz, 733 sandalyeli parlamentoda 207 oy alarak, iktidarda kalabilmek için ihtiyaç duyduğu 367 oya ulaşamadı. Bu durumda iki partiye düşen hükümetin karar alma çoğunluğunu yitirmesinin ardından, seçim tarihi 23 Şubat 2025 olarak açıklandı. Almanya Federal Cumhuriyeti’nin 75 yıllık tarihinde altıncı kez bir hükümet, kendi başvurusu sonucu yapılan güven oylamasıyla düşürülmüş oldu.[i]
Koalisyonun Çökmesinin Temel Nedenleri
Koalisyonun çöküşünde ekonomi politikalarının belirleyici bir rol oynadığı açıktı. Liberal iş dünyası yanlısı Maliye Bakanı Lindner, Sosyal Demokratlar’ın (SPD) ve Yeşiller’in, ekonomiyi canlandırmak için Almanya’nın katı anayasal ‘borç frenini’[ii] gevşetme ve Ukrayna’ya destek için daha fazla harcama yapılmasına izin verme yönündeki çağrılarını reddetti. Esasen Lindner’in partisi FDP de koalisyon ortakları gibi savaşa ödenek ayrılmasını destekliyor fakat borç yapmak yerine, halkın sosyal haklarından kesintiler yaparak bu desteğin sağlanmasını savunuyordu. Scholz, bu konuda uzlaşmaz bir tavır sergileyen Lindner’i “sorumsuz davranmakla” suçladı.
Bunların yanında bu durumu değerlendiren Yeşiller Partisi‘nden Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck ise hükümetin bir süredir iyi bir izlenim bırakmadığını bildiklerini söyleyerek, yaşanan durumun neredeyse trajik olduğunu ve Almanya’nın Ukrayna’da barış ve özgürlük için verilen mücadelede rolünün unutulmaması gerektiğini söyledi.
29 Ekim 2024’te Scholz, ekonomiyi desteklemek amacıyla bir ekonomi zirvesi düzenledi. Aynı gün, Lindner bağımsız bir şekilde kendi ekonomi zirvesini organize ederek koalisyonla uyumsuz bir tavır sergiledi. İki gün sonra, FDP “Almanya’da Ekonomik Değişim – Büyüme ve Nesiller Arası Adalet İçin Konsept” başlıklı bir belge yayımladı ve söz konusu belgede, SPD‘nin ve Yeşiller’in kabul edemeyeceği şekilde talepler yer aldı. Bu strateji, zaten koalisyon ortaklarını kışkırtma ve olası bir koalisyon kopuşunu tetikleme amacı taşıyordu. Bu çift yönlü hamle, hükümet içindeki gerilimleri artırdı ve koalisyonun uyumsuzluğunu daha da belirgin hale getirdi.[iii]
Krizin arka planında aynı zamanda Scholz’un da dile getirdiği koalisyon partilerinin zayıf anket sonuçları ve bu sonuçların eyalet seçimlerine yansıması bulunuyordu. Özellikle FDP: Saarland (%4,8), Aşağı Saksonya (%4,7), Berlin (%4,6), Bavyera (%3), Thüringen (%1,1) ve Brandenburg (%0,8) gibi eyaletlerde %5 barajını aşamayarak ciddi kayıplar yaşıyordu. Bu başarısızlıklar, FDP’nin daha neoliberal bir söylem benimsemesine ve koalisyon ortaklarına yönelik eleştirilerini artırmasına yol açtı. FDP’nin bu profil oluşturma çabaları, hükümet içinde gerilimleri artırıyor ve reformların uygulanmasını zorlaştırıyordu.[iv] Sonuç olarak, FDP’nin, kendi başarısızlığına tepki olarak geliştirdiği bu strateji, kısa vadede parti kimliğini korumayı hedeflerken uzun vadede koalisyonun işlevselliğini zayıflatmış ve hükümet krizinin temel sebeplerinden biri haline gelmiştir. Bu dinamik, Almanya’daki mevcut siyasi krizlerin, diğer faktörlerin yanı sıra partilerin kısa vadeli çıkarlarına öncelik veren politikalarından kaynaklandığını ve halkın uzun vadeli çıkarlarının göz ardı edildiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Ayrıca savaş ve sermaye odaklı politikalar çerçevesinde koalisyonun ortak bir yol bulamaması, mevcut siyasi krizin yalnızca bir yönetim başarısızlığı olmadığını, aynı zamanda derin toplumsal ve ekonomik sorunların bir yansıması olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası, koalisyon partileri bir uzlaşı sağlayabilse bile bu uzlaşının halkların çıkarına olmayacağını öngörmek mümkündür. Çünkü neoliberal politikalarla şekillenen bu sistemin temel hedefi, sermaye birikimini sürdürmek ve ekonomik çıkarları korumak üzerine kuruludur. Bu durum, krizlerin yükünün emekçi sınıfların sırtına yüklenmesini, sosyal harcamalarda kesintilerin sürdürülmesini ve yaşam koşullarının daha da kötüleşmesini beraberinde getirir.
Krizin Toplumsal Etkileri
Almanya gibi sanayileşmiş, sözde güçlü bir ekonomik sisteme sahip ve sosyal piyasa ekonomisi ile yönetilen bir ülkede yaşanan hükümet krizlerinin temelindeki sorunun daha derinine inmek istersek, söz konusu sorunu kapitalist sistemin yapısal çelişkileriyle ilişkilendirmemiz gerekir. Sorunların odağında genellikle aslında pek de yabancı olmadığımız ekonomik eşitsizlikler, sınıf çatışmaları ve kapitalist çıkarların toplumsal ihtiyaçlarla çelişmesi yer alıyor. Bugün dünyada burjuva hükümetleri hangi politikalarla ilerlerse ilerlesin, kapitalist ekonomik krizlerin siyasi krizlere yol açtığı açtıktır. Sistemin yapısı, insanların bu siyasi krizi, yalnızca ekonomik zorluklarla değil, demokratik haklarının kısıtlanması ve temel yaşam standartlarının giderek kötüleşmesi ile daha yoğun bir şekilde hissedeceğini göstermektedir.
Mevcut siyasi durumu kötüleştiren ekonomik sorunların emekçilerin aleyhine olduğu net bir biçimde görülmektedir. Kira giderleri, düşük ücretler, sosyal güvenlik sistemine ve sosyal hizmetlere yönelik kesintiler gibi halkların bu siyasi krizin yansımasını daha derinden hissettiği başlıklar, toplumun geniş kesimlerini daha fazla ekonomik belirsizliğe sürüklemektedir. Ekonomik krizlerin etkisiyle birlikte büyüyen toplumsal hoşnutsuzluk, hükümete olan güvenin azalmasına ve siyasi sistemin meşruiyetine olan inancın zayıflamasına yol açmaktadır [v]. Sağ ideoloji tarafından hükümete yöneltilen sert eleştirilerin artmasıyla birlikte, bu azalan güvenin sonuçlarından biri de ulusal çıkarların gözetilmesi gerektiği söyleminin arkasına sığınan aşırı sağın oylarının yükselmesi olmuştur denebilir.
Ekonomik eşitsizliklere karşı tepkiyi artıran bir diğer etken ise genç nüfus arasında yaygınlaşan işsizliktir. Volkswagen ve Ford gibi büyük şirketlerdeki toplu işten çıkarmalar ve 2025 federal bütçesindeki açık, işsizliği artırarak halkın yaşam koşullarını kötüleştirmektedir.
Bu süreçte sermaye çevreleri ise yatırım programlarının başlatılması ve bürokrasinin azaltılmasına ilişkin hükümete dönük baskıyı artırdı. Ancak, koalisyon içindeki farklı yaklaşımlar çatışmalara neden oldu. Sermayenin daha rekabetçi bir Almanya istemesi ve baskıyı artırması tesadüf değildi elbette. Örneğin Otomobil Endüstri Birliği olan VDA, Lindner’in görevden alınmasından bir gün sonra 7 Kasım günü resmi sayfasında yaptığı açıklamada, Avrupa’da mutlaka güçlü bir Alman sesinin olması gerektiğini dile getirirken sermayenin hükümet içerisindeki çıkar ortaklığını alenen vurgulayıp sömürünün bir parçası olduklarını hatırlatıyorlardı.[vi]
Almanya’da trafik ışığı koalisyonunun kurulduğu günden bugüne baktığımızda sosyal ve ekolojik dönüşüm, halkın refah seviyesinin artmasına yol açacak politikalar ve kadın haklarına verilecek öncellikler gibi başlıkların çoğu birer vaat olarak kaldı. Örneğin koalisyonun hükümette kaldığı bu süreçte, iklim aktivistleri hükümetin iklimi daha fazla koruması gerektiğinden hareketle açılan birçok davayı kazandı ancak sermaye tarafından bu davalar umursanmadı. Ukrayna-Rusya savaşı gerekçe gösterilerek 2023 yılında dünya çapında her zamankinden daha fazla fosil yakıta dayalı enerji üretildi. İronik bir şekilde, Yeşiller’in enerji ve çevre gibi bakanlıkları aldığı bir koalisyon ile yönetilen Almanya, ABD’den ve Orta Doğu’dan çevreye son derece zararlı LNG gazı satın alıyor ve bunu en az 2043’e kadar alacağını garanti ediyordu.[vii]
Bunların yanında halka sunmaya çalıştıkları “insani, barışçıl ve değerlere dayalı dış politika” söylemleriyle İsrail’in Gazze’deki soykırımını meşrulaştırıyor ve destekliyorlardı. Avrupa ülkelerinin de dahil olduğu savaş kışkırtıcılığıyla birlikte, bu Almanya hükümetinin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en gerici mülteci politikasını temsil ettiğini söylemek de mümkündür. Dünya çapında çevre felaketlerinin ilerleyişi ve Ukrayna, Gazze ve Lübnan’daki savaşa verilen desteğin devam etmesi, aynı zamanda yeni mülteci hareketlerine de neden oluyordu. Bunların sonucunda ise bu yıl insanlık dışı bir göçmen politikası (Avrupa Ortak Iltica Sistemi Reformu-CEAS) hayata geçirildi. Göçmenlerin Avrupa sınır kapılarında kurulacak olan mülteci kamplarında aylarca tutulmaları ve bu süreçte hiçbir haktan yararlanamamaları, bu yeni göçmen politikasıyla kendi savaş politikalarının etkilerini başka bir insanlık dışı müdahale ile çözmeye çalışmaları anlamına geliyordu[viii]. Savaş için her yıl silah yardımı yapılması ve Almanya savunma bütçesine ayrılan milyarlar da göz önüne alındığında bütçe krizinin kaynağı anlaşılıyordu. Almanya şu ana kadar yalnızca Ukrayna’ya 30 milyar avro değerinde askeri yardımda bulundu.[ix] Özellikle bu merkezi siyaset, göcmen krizi de dahil, “aşırı-sağın” retoriği ve politikaları karşısında da giderek daha radikal bir konuma geçiyor. Bu da merkez partilerin yerlerini koruma kaygısıyla aşırı-sağın çizgisine yaklaşmasına neden oluyor.
Bu noktada Almanya’da siyasetin dönüşen dinamikleri ve siyasi spektrumda oluşan yeni kırılmalar aşırı sağın yükselişi ve merkez partilerin oy kaybıyla birlikte önemli bir siyasi boşluk yaratırken, bu boşlukta bir yandan aşırı sağcı AfD güç kazanırken diğer yandan bu kaymaya alternatif olarak Sahra Wagenknecht liderliğinde kurulan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) gibi sol popülist bir hareket de hızla yükselerek siyasetin önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Parti, özellikle dış politika, ekonomik adaletsizlik ve göç meseleleri üzerinde keskin pozisyonlar alarak toplumdaki memnuniyetsizlikleri kendi lehine çevirmiştir diyebiliriz. Ukrayna savaşında barışçıl diplomasi, İsrail’e silah satışının durdurulması gibi dış politika eleştirileriyle sol seçmene hitap ederken düzensiz göçle ilgili söylemleriyle aşırı sağa kayan seçmenlerden de destek toplayan parti, haziran ayındaki %6,2’lik Avrupa Parlamentosu seçim başarısıyla, kısa sürede önemli bir boşluğu doldurduğunu gösteriyor[x]. Bugün BSW’nin, düzensiz göç gibi konularda aşırı sağın söylemlerine yaklaşması, sol siyasetteki geleneksel değerlerin dışında olmasından dolayı eleştirilebilir ancak uzun vadede sonuçlarının ne olacağını kestirmek şu an için güç duruyor.
AB Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola trafik ışıkları koalisyonunun çöküşünde demokraside işlerin böyle yürüdüğünü, bunun yanında güçlü bir Almanya olmadan güçlü bir Avrupa olmayacağını vurguluyor.[xi] Bu değerlendirme, Almanya’nın neoliberal politikalarını hem iç siyasetinde hem de Avrupa çapındaki etkisini artırmak için stratejik bir araç olarak kullandığını ve kullanmaya devam edeceğini gösteriyor. Avrupa’nın ekonomik ve siyasi dengelerinde Almanya’nın merkezi rolü belirleyici olmaya devam ediyor.
Koalisyon krizinden önce yapılan kamuoyu anketleri, siyasi dengeleri ve seçim sonrası olası senaryoları ortaya koyuyordu. Friedrich Merz liderliğindeki Hristiyan Demokrat Parti CDU/CSU’nun yüzde 33 ile birinci parti konumunda olduğu görülürken aşırı sağcı AfD ise yüzde 18 seviyelerine ulaşıyordu. Ankete göre SPD’nin yüzde 15, Yeşiller’in yüzde 10 ve Die Linke’den ayrılan BSW’nin yüzde 8 civarında oy alması bekleniyordu. FDP ise yüzde 3-4 bandında kaldığı için barajı aşamayarak parlamentoya girememe ihtimalinin bulunduğu bir oy oranı ile karşı karşıya kalıyordu.[xii]
Scholz’un güven oylamasını kaybetmesi ve koalisyonunun çöküşü, neoliberal politikaların yarattığı ekonomik krizi ve toplumsal memnuniyetsizliğin siyasi yansımalarını gözler önüne seriyor. Özellikle CDU’nun yükselişi ve Friedrich Merz’in göç politikalarında köklü değişiklik vaatleri, sosyal devletin gerilemesi ve mülteci haklarının kısıtlanması anlamına gelebilir. AfD’nin %18 ile ikinci sırada yer alması, aşırı sağın meşruiyet kazandığını ve kriz ortamında bu partilerin halkın korkularını manipüle ettiğini gösteriyor.
Bu durum, 2005’ten bu yana dördüncü kez CDU/CSU ve SPD’nin bir araya gelerek bir ‘Büyük Koalisyon’ oluşturmasını en olası seçenek olarak öne çıkarıyor ancak seçimlere kadar yaşanabilecek gelişmelere bağlı olarak bu koalisyonun bile parlamentoda güçlükle bir çoğunluk sağlayabileceği ve belki de üçüncü bir ortağa ihtiyaç duyulabileceği öngörülüyor. Gelgelelim olası bir Friedrich Merz (CDU) şansölyeliği döneminde ise: yeniden silahlanma ve sosyal kesintiler, savaş ve ekonomik kriz, demokratik hakların ortadan kaldırılması, yani savaşın ve krizin yükünün halkın sırtına yüklenmesi gündemi değişmeyecek gibi görünüyor.
Almanya’daki bu hükümet krizi, kapitalist sistemin sınırlarını ve zayıflıklarını gözler önüne sermektedir. Bu krizler yüzeysel bir yönetim sorunundan ibaret değildir, aynı zamanda ekonomik eşitsizliklerin, sınıfsal çelişkilerin, savaş ve sermaye odaklı politikaların bir sonucudur. Bu nedenle sağın yükselişine karşı geniş emekçi kesimlerin sorunlarına çözüm sunan, dayanışmayı büyüten ve göçmen haklarını savunan bir sol strateji geliştirilmelidir. Toplumsal eşitsizlikleri gidermeye yönelik programlarla, barışçıl ve dayanışmacı politikalarla geniş halk kitlelerinin desteğini kazanmak Almanya’da sol için kritik bir görev olarak durmaktadır.
[i] https://www.dw.com/tr/almanyada-h%C3%BCk%C3%BCmet-d%C3%BC%C5%9Ft%C3%BC/a-71072597 [ii] Bir devlet, borç freni olarak adlandırılan düzenleme ile yalnızca belirli bir limite kadar yeni borçlanma yapmayı taahhüt eder. Ayrıca, mevcut devlet borçlarını öngörülebilir bir süre içinde geri ödemeyi de üstlenir. Almanya, 2009 yılında bir yasayla borç frenini yürürlüğe koymuştur. Bu borç freni, 2016'dan itibaren Almanya'nın her yıl Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYİH) %0,35'ine kadar yeni borçlanma yapabileceğini belirlemektedir. Bu oran, şu anda yılda yaklaşık dokuz milyar Euro'ya denk gelmektedir. (https://www.bpb.de/kurz-knapp/lexika/das-junge-politik-lexikon/321093/schuldenbremse/#:~:text=Mit%20einer%20sogenannten%20Schuldenbremse%20verpflichtet,per%20Gesetz%20die%20Schuldenbremse%20eingef%C3%BChrt.) [iii] https://www.tagesschau.de/inland/innenpolitik/lindner-positionspapier-100.html [iv] https://de.statista.com/statistik/daten/studie/249651/umfrage/ergebnisse-der-fdp-bei-den-landtagswahlen/ [v] https://www1.wdr.de/nachrichten/landespolitik/demo-gegen-sparen-im-sozialen-bereich-100.html [vi] https://www.vda.de/de/presse/Pressemeldungen/2024/241107_Kommentierung_Aus_der_Ampelregierung [vii] https://www.ndr.de/nachrichten/niedersachsen/lueneburg_heide_unterelbe/Baustart-fuer-erstes-LNG-Terminal-an-Land-in-Stade,lng980.html [viii] https://www.proasyl.de/news/geas-reform-im-eu-parlament-historischer-tiefpunkt-fuer-den-fluechtlingsschutz-in-europa/ [ix] https://www.dw.com/de/deutschland-regierung-ampelkoalition-olaf-scholz-christian-lindner/a-70724286 [x] https://www.tagesschau.de/europawahl/bsw-linkspartei-100.html [xi] https://www.tagesschau.de/ausland/europa/eu-reaktion-koalitionsende-deutschland-100.html [xii] https://www.ipsos.com/de-de/meinungsumfragen/sonntagsfrage