Bu Zombiler Nereden Çıktı? Eskişehir Saldırısı Üzerine

Cem Koro20 Ağustos 2024

12 Ağustos’ta Türkiye bir ilke şahit oldu: Bir neo-Nazi saldırısı! Aşırı sağın çeşitli varyantlarının saldırılarına çokça aşina olsak da bu saldırgan diğerlerine pek benzemiyordu. Hücum yeleğindeki Nazilere ait Kara Güneş sembolü, saldırıda kullandığı bıçağındaki gamalı haç, KKK (Ku Klux Klan’ın baş harfleri) ve eşitlik karşıtlığını simgeleyen “≠” işaretleri Türkiye’deki faşist hareketlerden ziyade Batı aşırı sağını çağrıştırıyordu. Bu yeni vaka doğal olarak bir tartışma yarattı: Bu saldırı münferit miydi, değilse hangi politik ve ideolojik unsurlar tarafından tetiklenmişti? Türkiye’deki aşırı sağ odaklar, bilhassa online alanlarda faaliyet yürütenler ‘makul hedeflere’ değil masum vatandaşlara yönelen bu saldırıyla aralarına bir çizgi çekmeyi tercih ettiler. Hükümetten ise trajikomik bir yorum geldi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş saldırıyı “dijital ve oyun bağımlılığı”na bağladı.[1]

Ancak saldırıya ve saldırgana dair detaylar ortaya çıktıkça daha farklı bir tablo belirmeye başladı. Meselenin oyun bağımlılığıyla alakası olmadığı zaten açıktı ama saldırganın ideolojik pozisyonunun o kadar ithal olmadığı da görülüyordu. Evet, bir Nazi öykünmesi mevcuttu, saldırı Türkiye’deki diğer faşist şiddet pratiklerinden ayrıksı bir görünüm arz ediyordu fakat saldırıyı tetikleyen unsurlar için aynısını söylemek imkansızdı. Saldırganın Mass Cleaner El Kitabı adlı manifestosu incelendiğinde Batı aşırı sağıyla “yerli ve milli” faşizmin unsurlarının nasıl iç içe geçtiği daha iyi anlaşılmaktadır.

Manifesto “Depresyon’da mısın? Hayattan bıktınmı? İnsanlıktan nefret mi ediyorsun? Güzel. Bu el kitabı sana (…) nefretini nasıl kusabileceğini öğretecek” cümleleriyle başlamakta ve ilerleyen sayfalarda bu depresif duygu durumunun telafisi için faşist şiddet pratikleri önerilmektedir. Saldırganın kendisini tanıttığı Ben Kimim başlıklı bölümde saldırıyı motive eden unsurlar daha belirgin şekilde görülmektedir:

İnsanlığa nefretim ortaokul sonlarına doğru başladı, ortaokul bittiğinde ise büyük bir depresyona girmiştim. Hayat yaşamaya değer değildi, bu boktan sisteme köle olmak mantıklıca gelmiyordu. Fakat bu depresyonun üstüne insanlık nefreti eklenince artık hayat amacımı bulmuştum…

Saldırıyı güdüleyen motiflerin ilk katmanına bakıldığında insanlığa yönelik kin ve hıncın belirleyici olduğu yorumu yapılabilir. Ancak ilerleyen bölümlerde bu duyguların özellikle belirli toplulukları hedef aldığı görülmektedir:

Siyahiler, Feministler, Solcular, Komunistler, K*rtler ve diğer her dejenere insan ise gözleri çıkarılmalı, bacakları ve kolları protezler ile değiştirilmeli… Suç işlemiş göçmenleri serbest bırakan hakimleri ve onları savunan avukatları döv ve evlerini yak. Göçmen kayıt merkezlerine EYP yerleştir ve oradaki herkesi havaya uçur… Köy’e git, garajında kendi silahını yap ve göçmen evlerini hedef al sonrada hepsini ortadan kaldır. Trafikte mendil satmaya çalışan suriyeli çocuklara zehirlenmiş su ve sahte para ver… Dejenere aptalları hedef al, LGBT yürüyüşüne bomba ihbarında bulun. Feminist aktivistlerin arabalarının benzin deposuna toz şeker dök ve egzoz borusuna ıslak bir havlu tıka. İdeolojik düşmanlarını temizle, komunistleri, marksistleri ve antifaşistleri.

Burada sayılan düşmanların Türkiye’deki faşist hareketin düşman listesiyle tam bir uyum içinde olması Batı aşırı sağından alınan ilhamın etkisinin fazla abartılmaması gerektiğini göstermektedir. Faşizmin her ülkenin özgül bağlamında ayrı biçimler alması, tarihsel düşmanlarının ve söylemlerinin konjonktürel olarak değişiklik göstermesi elbette şaşırtıcı bir durum değildir. Bu noktada yapılması gereken ayrıntılarda boğulmak yerine her birinde ortak olan noktayı, yani faşist özü yakalayacak bir soyutlama düzeyidir. Her tür evrensel değerin reddedildiği; sınıfsal, ırksal ve cinsel eşitliğin tam karşısında konumlanan bu öz (bıçağın üstündeki “≠” sembolünü hatırlayın) farklı ulusal kimlik ve motiflerin öncelendiği faşizm varyantlarının ortaklaştığı noktadır. Türkiye ve Batı ülkelerindeki politik ve ekonomik konjonktür birbirine benzemeye başladıkça faşist hareketler de birbirine yakınsamaktadır. Bu yüzden söz konusu olgunun anlaşılması için ulusal ve uluslararası bağlamı kuşatan bir analiz çerçevesine ihtiyaç vardır.

***

Ulusal ve uluslararası bağlamlarda ortak olan noktalara odaklanarak başlayalım. Hem Türkiye’de hem de emperyalist merkezlerde neoliberalizmin topluma ve toplumsallığa yönelik saldırısı “halk”ı öldürdü, geriye ise atomize olmuş bireylerden oluşan bir yığın dışında pek bir şey kalmadı. Devletin ekonominin piyasa rasyonalitesine göre işlemesini garanti eden teknokratik bir aygıta indirgendiği, bu rasyonalitenin dışarıda bıraktığı milyonlarca insanın ise siyasal sisteme yabancılaştığı katastrofik bir manzara ortaya çıktı. İki savaş arası dönemin faşist hareketlerinin sosyal tabanını çağrıştıran kesimler yeniden peyda olmaya başladı. Güvencesizlik ve geleceksizlik bataklığının sinekleri olarak iki savaş arası dönemde faşist parti ve hareketler ortaya çıkmıştı; içinde bulunduğumuz dönemdeyse literatürde genelde “popülist radikal sağ partiler” olarak adlandırılan, itici gücünü göçmen karşıtlığının oluşturduğu partilerle karşı karşıyayız. Ancak ortaya çıkan tek sonuç bu partiler değil. Toplumun atomize olmasına paralel olarak depolitize edici politizasyon biçimleri olarak tanımlanabilecek aşırı sağ alt kültürler de ortaya çıktı. Eşitlik karşıtı motivasyonlarla güdülenen ancak merkeze aldıkları konularda ayrışan dağınık topluluklar yahut tek tek bireyler bilhassa online alanlarda varlık göstermeye başladılar.

Popülist radikal sağ partilerin yükselişi genel olarak parçalanmış topluma özlediği bütünlüğü verme vaadiyle karakterize oldu. Düzene yönelik itirazlara sahte bir düzen karşıtlığıyla yanıt veren, geleceksiz ve güvencesiz milyonlara homojen ve organik, ulusal bütünlüğe dayalı bir gelecek vizyonu sunan partiler hızla ana akımlaştılar ya da ana akımlaşma yolundalar.[2] Bununla birlikte veya buna rağmen kendini bu vizyonun içine yerleştiremeyen veya bu vizyondan taşan kimi aşırı sağcı kişiler, kesimler veya topluluklar varlıklarını sürdürmeye devam etti. Batı’da neo-Nazi topluluklar, online aşırı sağ alt kültürler ve ‘yalnız kurt’ saldırganların radikal sağ partilerle bazen dirsek temasında bazen de ayrı faaliyet yürütmesine benzer şekilde Türkiye’de de aşırı sağın bu iki formu bir arada görülmeye başladı. Popülist radikal sağ parti formunu Zafer Partisi’nde, aşırı sağ alt kültür ve örgüt formunu online alanlarda bulan bu aşırı sağ varyant sonunda ilk ‘yalnız kurt’ saldırısını gerçekleştirerek Batılı muadilleriyle benzeşme sürecini tamamladı.

Aşırı sağın bu farklı formları benzer eşitlik karşıtı, ultra-milliyetçi ve reaksiyoner ajandalara sahip olsalar da aralarındaki önemli bir farkın altını çizmek gerekiyor. Popülist radikal sağ, parlamenter siyasetin içinde yasal kısıtlamalara tabi şekilde devinme yolunu tutarken, online alanlarda “trolleşerek politikleşen” diğer form hiçbir değeri tanımayan, politik mücadeleye dair umudunu kaybetmiş ve eylemlerinin sonuçlarına yabancılaşmış “kör nihilist” bir görünüm arz ediyor.[3] İşte Eskişehir’deki saldırgan bu ikinci formun bir parçası olarak değerlendirilebilir. Manifestosundaki “politik açıdan bir Nasyonal Sosyalist’im denebilir, ama bu Yahudi kontrollü … sistemde ve toplumda bu mümkün değil gibi” ifadesi eylemli ve örgütlü bir pratiğe inançsızlığı yansıtmaktadır. Bu nedenle Wendy Brown’ın trollük ve sanal linçteki tutku ve hazzı tanımlarken yaptığı tespit bu saldırı için de geçerlidir: “Trollük ve sanal linçteki tutku ve haz dünyayı olumlamak ya da dünyayı inşa etmek mümkün olmadığı zaman sırf iradenin gücünü hissetmek için Nietzsche’nin tabiriyle ‘istenci salıvermenin’ işaretleridir”[4]

***

Ulusal ve uluslararası bağlam arasındaki paralellikleri açıkladıktan sonra özgül ulusal bağlama odaklanmak gerekiyor. Türkiye’deki faşist hareketin en azından 80 yıllık bir geçmişi olsa da Nazizm benzeri bir ırkçı çizgi uzun yıllar marjinal kalmıştır. Elbette ana akım milliyetçilik ve ana akım neofaşist geleneğin ırka dayalı referansları mevcuttur ancak ilki anayasal yurttaşlık, ikincisi ise gerilimli bir ilişki içinde olduğu İslam tarafından yumuşatılmıştır. Kürtlerin siyasal sistem tarafından nasıl içerileceği -ya da dışlanacağı- gibi pratik bir sorunun da etkisiyle ırkçılık ya gündelik pratiklerin içine sızarak ya da başka politik dolayımlarla varlığını sürdürmüş, aleni dışavurumları ise birtakım zararsız aşırılıklar olarak genelde hoş görülmüştür. Yukarıda açıklanan popülist radikal sağ ile aşırı sağ alt kültürler arasındaki kısmi simbiyotik ilişki burada da mevcuttur. Parlamenter siyasette yer alamayacak aşırı unsurlar ya yedek kuvvetler olarak hazırda tutulmuş ya da belirli mekanizmalarla sistem tarafından içerilmiştir.

O halde yeni olan nedir? Biri nitel, biri nicel olmak üzere iki yeni olgu mevcuttur. İlk olarak ırkçı ve cinsiyetçi önyargıların online alanlarda belirli stereotipler, ırkçı/militarist ikonografi ve memler aracılığıyla dolaşıma girmesi hem geçmişin faşist tortularını yeniden üretmiş hem de yeni tür bir faşist estetiğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece bugüne kadar belirli sosyal veya hukuki araçlarla dizginlenmiş kötücül eğilimler alabildiğine serbest kalmış ve online alanları kuşatmıştır. Kürtlere, mültecilere, sosyalistlere, feministlere, LGBT+’lara, yani Eskişehir’deki saldırganın düşman listesinin tamamına yönelik nefret suçları ve insandışılaştırıcı söylemler online alanlarda hegemonik hale gelmiştir. Bu nitel değişimler nicel değişimlerin hem sebebi hem de sonucudur.

Türkiye’de aşırı sağın bu nitel dönüşümü büyük oranda kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmıştır. Faşist estetiğin belirli unsurları Batı’dan ithal edilmiş olsa da onun özgünlüğünü teslim etmek durumundayız.. Zira bu unsurlar Türkiye’nin koşullarına uyarlanarak ve tarihsel dinamiklerine eklemlenerek artık ‘yerli ve milli’ bir nitelik kazanmıştır, tıpkı mevcut rejim gibi. Peki  aşırı sağın bu nitel dönüşümü nicel sıçramasının tek açıklaması olabilir mi? Elbette hayır. Eğer konjonktür uygun olmasaydı, ülkedeki güç konfigürasyonu böyle bir aşırı sağ varyanta alan açacak şekilde yerleşmemiş olsaydı yeni faşist varyant marjinallik konusunda pekala öncüllerinin kaderini paylaşabilirdi. O halde konjonktüre ve güç konfigürasyonuna, başka bir deyişle mevcut rejimin doğasına odaklanmamız gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz rejimin öngününe yani 2013-2015 sekansına gitmek rejimin doğasını anlamak için kritik önemde. Gezi Direnişi’yle başlayan, 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin iktidarı kaybetmesi ve HDP’nin %13’ü aşarak tarihi bir başarı kazanmasıyla zirveye ulaşan, Suruç ve Ankara katliamlarıyla inişe geçen ve AKP’nin 1 Kasım zaferiyle sona eren bu sekans Türkiye’de sağ spektrumun tamamı için dehşetle hatırlanan bir dönem olmaya devam ediyor. Tüm gericilik dönemleri gibi 1 Kasım’da başlayan ve halen sürmekte olan dönem de hakim güç odaklarının yaşadığı dehşetin izlerini taşıyor. Bu odakların yaşanan süreçten çıkardığı sonucu tek cümleyle özetleyebiliriz: Bir daha asla! Sosyalistlerin, Kürt Hareketi’nin, feministlerin yani düzen dışı solun bir daha asla bu kadar güçlenmemesi ve eşitlikçi tahayyüllerin bir daha asla bu kadar meşruiyet kazanmaması gerekiyordu. 1 Kasım’da başlayan, KHK ve kayyum uygulamalarıyla devam eden bu rejim kendi suretinde bir iktidar ve kendi suretinde bir ana akım muhalefet yarattı. Daha da kötüsü toplumun da ezici çoğunluğunu peşinden sürükledi. Bu dönemin anahtar kavramı olan ‘yerlilik ve millilik’ herkesin ve her şeyin tartıldığı bir teraziye dönüştü. Overton penceresinin[5] sürekli olarak sağa kayması aşırı sağın pek çok ideolojik ve söylemsel unsurunun normalleşmesine ve ana akım siyasette temsil edilmesine sebep oldu.

Görüldüğü gibi Türkiye’de aşırı sağın niceliği yani yaygınlığı büyük oranda rejim ve ana akım siyaset tarafından belirlenmiştir. Aşırı sağ söylemin ana akımlaşmasının en kristalize olduğu örnek olarak göçmen karşıtlığı olgusunu ele almak bu durumu daha iyi açıklayacaktır. Zafer Partisi’nin kurulduğu Ağustos 2021’den önce ana akım muhalefetin ikinci büyük partisi olan ve popülist radikal sağla liberal merkez parti olmak arasında salınan İYİP göçmen karşıtı siyasetin bayraktarlığını yapıyordu. O güne kadar ki en sansasyonel göçmen karşıtı protesto olan “Hudut Namustur” kampanyası henüz Zafer Partisi kurulmadan önce İYİP çeperindeki gençler tarafından organize edilmiş, kampanya CHP tarafından da güçlü bir şekilde desteklenmişti.[6] CHP’nin bu tutumunu 2023 seçimlerinde Zafer Partisi’nin göçmenlere dair tüm şartlarını kabul ederek sürdürdüğü ise hafızalarımızda tazeliğini koruyor. AKP ise muhalefet tarafından “fazla merhamet ettiği için” vatan haini olmakla suçlanmasına rağmen ne Zafer Partisi’nin dezenformasyonlarına ne de online alanlarda örgütlenen aşırı sağa neşter vuruyor. Çünkü ‘yerli ve milli’ rejimde ‘yerli ve milli’ aşırılıklara da yer var. Daha da önemlisi bu aşırılıklar rejimin bekasını tehdit eden unsurlara karşı bir yedek güç ve mülteci köle emeğinin tahakküm altında tutulmasında bir dehşet unsuru olarak oldukça işlevli. Özetle aşırı sağın mevcut rejimin doğasına uygun olduğu ve ana akımın mütemmim cüzü olarak işlev gördüğünü söylemek mümkün.

***

Yazının sonuna gelirken en baştaki soruyu büyük oranda cevaplamış bulunuyoruz. Eskişehir’deki saldırgan Türkiye’deki ve dünyadaki siyasal iklimin, yani faşist zeitgeist’ın bir sonucudur. Ancak devletin ve aşırı sağın istediği bir sonuçtan ziyade bir mutasyondur. Doğru (!) odaklara öfke duymaktadır ancak öfkesini yanlış şekilde ifade etmiştir. Meşru hedefler (!) yerine masum vatandaşları hedef almıştır. Ancak bu saldırganla aynı ideolojik ve politik motivasyonlara sahip iyi ihtimalle binlerce zombi halka ve sola karşı ciddi bir tehdit unsuru olmayı sürdürmekte ve bu sefer ‘doğru’ hedeflere saldırmak için beklemektedir. Daha da kötüsü gençliğinin ilk yıllarını bu siyasal iklimde geçirmiş ‘kayıp neslin’[7] önemli bir kısmı aşırı sağın saçtığı zehirden nasibini almış durumdadır. Bu nedenle faşizmin zombileştirdiği potansiyel saldırganları mümkünse geri kazanmak, mümkün değilse mücadele yollarını aramak acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

[1] https://www.birgun.net/haber/bakan-goktas-eskisehir-deki-saldiri-hakkinda-konustu-oynadigi-savas-oyunlarinin-etkisi-551764
[2] Cenk Saraçoğlu, “Parçalanmış Toplumun Afyonu: Günümüzün Faşizminin İdeolojik Kodları”, Ayrım, https://www.ayrim.org/guncel/2024-parcalanmis-toplumun-afyonu-gunumuzun-fasizminin-ideolojik-kodlari/#_edn1
[3] Enes Köse, “Hayatsız çocuklar ve kör nihilizm”, e-komite, Hayatsız çocuklar ve kör nihilizm - e-komite
[4] a.g.e
[5] Belirli bir anda toplumun kabul edebileceği politikalar yelpazesini tanımlamak için kullanılan bir kavram. Daha detaylı bilgi için: Joseph Lehman (2012), “A Brief Explanation of the Overton Window,” Mackinac Center for Public Police, https://www.mackinac.org/OvertonWindow
[6] Fatih Yaşlı (2023), “Hudut Namustur”: Seküler-Popülist Milliyetçiliğin İzinde. Fiscaoeconomia, 7(3), 2636-2671. Doi: 10.25295/fsecon.1322158
[7] Cem Koro, “Kayıp Nesli Kurtarmak”, Laborans, https://laborans.org/Article/Details/68