Yerel Seçimler, Taşra ve CHP

Osman Özarslan7 Haziran 2024

CHP 100 yılı aşkın siyasi tarihe ve tecrübeye sahip bir parti. Onu, 1920’lerde devletin kurucusu konumunda görüyoruz; 1930’larda ise Avrupa’dan esen faşizm rüzgarlarının etkisi altında. 1940’lar biterken bu kez NATO’nun öncülü olacak diplomatik girişimlerin aktörü olarak karşımıza çıkıyor. Aynı dönemde Siyasal İslam’ın temelleri diyebileceğimiz imam hatip liselerinin açılmasına ön ayak oluyor, 1947 kongresinde dinci niteliği kesin olarak bilinen kişileri partinin yetkili ve etkili isimleri haline getiriyor. 1950’lerden itibaren ise CHP’nin müzmin muhalifliği başlıyor. 1974-1977 seçimlerindeki kısa ve parçalı iktidar deneyimleri istisna olmak üzere CHP (SHP, SODAP, HP deneyimleri de dahil) yaklaşık 75 yıldır muhalefette.

Tüm bu tarihsel süreç boyunca CHP’nin sola çektiği ya da sosyalist söyleme yaklaştığı iki dönem tespit edebiliriz: Birincisi Bülent Ecevit’in kendisini Karaoğlan yaptığı “Ortanın Solu” dönemi. İkincisi ise Gezi direnişi ve Adalet Yürüyüşü’nden sonra CHP’nin her geçen gün sola yakın bir söylem benimsediği ama iş pratiğe geldiğinde “aman ağzımızın tadı bozulmasın” tavrına büründüğü son 10 yıllık dönem. Bu son 10 yıllık dönemde tuttuğu konum en son 2024 1 Mayıs’ında gördüğümüz gibi sosyalist hareketin sokak tarafını felç edip onun hareket sahasını istimlak etmeye kadar varabildi.

Ama bu müsaderenin bir bağlamı var. Zira özellikle kent merkezlerinde seküler, beyaz yakalı iyi eğitimli, potansiyel olarak TİP ve HDP çizgisindeki demografinin ciddi bir kısmı yaşam tarzı ve otoriterleşme gibi kaygılarla ağırlıklı olarak CHP’nin çekim alanına girebiliyor. Bu sınıfsal-demografik kesit yeni bir yaşam arzusunun aktörü olabilecekken, CHP’nin derin mahfillerden gelen emirleri esas duruşta karşılamasının sonucunda yalnızca ehven-i şer olarak CHP seçmeni olabiliyorlar. CHP’nin önemli aktörleri, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir gibi kent niteliği ve kentli nüfusu olan yerlerde, “Üç Fidan” “Gezi” demeyi bilecek kadar yüzü sola dönük, kendi siyasetinin yelkenlerini şişirdiği oranda sol söylemle ilişkili bir siyaset izliyor.

Buradan şuraya gelmek istiyorum: Aslında tarihsel olarak pek çok CHP var; Nazizme, Kuva-yı Milliye’ye, NATO’culuğa, darbeciliğe, ulusalcılığa, sekülerliğe, cılız da olsa halkçılığa ve sosyal devlete çıkan yolaklar içinde CHP’ler. Fakat güncel olarak temelde iki tane CHP var: Biri yaşam tarzı meselesine önem veren, seküler orta sınıfların, eğitimli beyaz yakaların büyük kentlerdeki ‘Sosyal Demokrat’ CHP’si. Diğeri ise hâlâ Deniz Baykal’ın ruhunu çağıran, onu arayan taşranın CHP’si.

Bir siyasi partinin kent ve taşra örgütlerinin hem derinliğine hem genişliğine hem söylemsel hem de pratik eksenlerinde elbette farklılıklar olabilir; hatta olmalıdır. Öte yandan CHP’nin kent ve taşra ayrımı neredeyse tümüyle yapısal-ideolojik bir ayrım. Dediğimiz gibi kentlerde seküler, sosyal demokrasiye yakın bir hat yakalamaya çalışan CHP, taşranın derinliklerinde MHP-AKP ittifakı ile arasındaki farklılıklar silikleşecek derecede ona yaklaşabiliyor.

Mesela Afyon’dan belediye başkanı seçilen Burcu Köksal pekâlâ MHP’li bir siyasetçi olabilirdi. Benzer bir şeyi MHP ile Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu için de söyleyebiliriz. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek ise siyaset hayatına ANAP ile başlamış, AKP’nin merkezi dağıtması sonucu CHP’ye transfer olmuş, defaten ismi AKP’ye transfer iddialarıyla gündeme gelmiş bir ahir zaman siyasetçisi. AKP-MHP’nin paramiliter sağ muhafazakarlığı ile CHP’nin geçişkenliğinin en somut örneği 2024 seçim süreçlerinde Antalya’nın Korkuteli ilçesinde yaşananlar oldu. Hasan Can Caran aslında MHP’nin Korkuteli aday adayları arasındadır. Burada kendisine yer verilmeyince CHP’den aday olur, CHP kendisine adaylığı verir ama bu kez de geçmişteki bir cezası gerekçe gösterilerek adaylık süreci kritik bir rotaya sokulur. Sonrasında çözüm Hasan Can Caran’ın eşi Saniye Caran’ın aday gösterilmesi ile bulunur ve Saniye Caran seçimleri kazanır.

Bu transferlerin, hüllelerin, ilkesizliğin benzerlerini belediye başkanlığı, il genel meclisi, belediye meclisi gibi siyasetin her kademesinde rahatlıkla görebiliriz. Dolayısıyla CHP’nin taşrada seçimleri kazanmış olması ya da daha doğru ifadeyle geçmişte alamadığı ama son seçimlerde alabildiği taşra oylarıyla seçimleri kazanmış olması aslında sosyal demokrasinin yükselmesi, CHP söyleminin içselleştirilmesi gibi argümanlarla açıklanamaz.

Taşranın iktisadi ve sembolik sermayesi, kısıtlı kaynakları, AKP ve ona kayyum olarak atanmış olan MHP’nin lokal oligarkları, bunlara bağlı nepotik ağlar tarafından müsadere ediliyor. Dolayısıyla hayatlarının belirli bir döneminde AKP’de ya da MHP’de yöneticilik yapmış ya da en azından sağ-muhafazakar dünyada yer edinmeyi arzulamış, ama buralarda çemberin giderek daralmasıyla sağ-muhafazakar ağların dışına atılmış, koltuk bulamamış taşralı siyasi özneler (ki bunların bir kısmı Bitcoin yatırımı yapar gibi DEVA, Gelecek türü kesme şeker partilerde de koltuk tuttular) ve bunların esnaf teşkilatları, ticari ilişkiler ve akrabalık ağlarına dayanan çıkar ağlarından mürekkep siyasi klanları bölükler halinde CHP’ye transfer oldular.

AKP-MHP bloğu kaçınılmaz olarak içine düştükleri iç savaştan dolayı artık entropi aşamasında.

CHP ise Baykal sonrası Kılıçdaroğlu’nun partiyi daha modüler bir hale getirmesiyle daha akışkan. Aynı akışkanlık Özgür Özel tarafından da devam ettirilecekmiş gibi görünüyor. Tüm bunlar üst üste geldiğinde CHP, tarihsel referansları sayesinde, tutunmaya çalıştığı bölgenin hakim siyasi söylemlerine ve hakim siyasi ağlarına kolaylıkla adapte olabilen bir parti. Dolayısıyla CHP’nin taşrada belediyeler kazanmış olmasının her yerde ve her örnekte solun ya da sosyal demokrasinin yükselişi ile ilişkilendirilmesi zorlama olur.

Keza taşrada seçimlerin en önemli mottosu “küçük yerde parti olmaz, önemli olan adaydır” söylemidir. Bu söylem aslında hakim ideolojik söylemden dikilmiş kıyafeti kimin giyeceğine ilişkin son derece ilkesiz, apolitik bir söylemken diğer yandan da son derece ideolojik ve politik bir söylemdir. Zira taşra siyaseti içerisinde, kazanma potasına girmiş adayın niteliği ile ilgili bir sürü özellik arasından en başa çıkar ağları ile uyumlu ilişkiler geliştirebilmesi yazılır. Zaten Türkiye’de sağ muhafazakarlık dediğimiz şey bilhassa güncel olarak ideolojik formasyonu tümüyle boşalmış ihalecilik, müteahhitlik, komisyonculuk, iş takipçiliğinden başka bir şey değildir.

Özetle, şu noktaları vurgulamak gerekiyor: Birincisi, CHP’nin taşrada kazandığı yerler ile kentlerde kazandığı yerleri birbirinden ayrı düşünmek önemlidir. İkincisi, CHP tarihsel olarak sosyal demokrasiye oldukça uzak bir partidir. Üçüncüsü taşrada kazandığı yerlerde CHP’nin çoğunlukla CHP’li olmayan, sosyal demokrasinin yakınından geçemeyecek ağlarla ittifak halinde seçimleri kazandığını unutmamak gerekir.

Meseleyi bu şekilde ele aldığımızda CHP’nin taşra oylarıyla birinci parti çıkması durumunu Sezarist bir restorasyon olarak görebiliriz. Gramsci’nin hegemonya meselesini ele alırken etraflıca tartıştığı Sezarizm, çarpışan iki ya da daha fazla iktidar odağının kanlı hesaplaşmalara rağmen birbirlerini yenemeyip çarpışan taraflardan birisi olmayan “siyasetler üstü” birisinin ya da bir odağın iktidarın merkezine dengeleyici bir unsur olarak yerleşmesi olarak kabaca özetlenebilir. Gramsci’ye göre modern dönemde Sezarizm için mutlaka bir Sezar olmasına gerek yoktur; başka türlü ittifaklar ve iktidar oyunlarıyla da siyasetin merkezi denge noktasına getirilebilir. Fakat bu noktada siyaset artık hegemonik değildir ki bu bakımdan seçim sonuçlarını Cumhur ittifakının uzunca bir süredir pençesinde kıvrandığı hegemonya krizinin biraz daha derinleşmesi olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Metropollerde AKP-MHP ve genel olarak Cumhur İttifakı’nın etrafında kümelenmiş olan ticaret, siyaset, diplomasi, mafya ilişkileri ve organizasyonları Sinan Ateş ve Ayhan Bora Kaplan vakası gibi olaylarda gördüğümüz gibi birbirlerini kılıçtan geçirip mutlak iktidarı ele geçirmeye çalışırlarken, taşranın kendi ölçeğinde buna benzer ama merkezinde gene mutlak iktidar, finansal ve sembolik iktidarın kaynaklarına hakim olma çabası üzerinden, ticari, siyasi, diplomatik ve mafyatik bir boğazlaşma sürüyor.

Dolayısıyla taşranın siyasi-ticari ağları, kanlı bir iç mücadelenin tarafları olan AKP ve MHP cephelerinin yerine taşranın rutin siyasi-ticari hayatını fabrika ayarlarına döndürebilecek, buralardaki toplumsal rolleri yeniden konsolide edebilecek, kaynakların dağılımındaki dengesizlikleri restore edebilecek bir merkez olarak CHP’yi seçtiler. Bu ağların Sezarist bir tercihle CHP’yi bir konsolidasyon merkezi olarak seçmelerinin sebebi ise yukarıda bahsettiğim gibi mevcut güç ilişkileri içinde AKP-MHP savaşında lokal oligarkların çöktükleri primus inter pares (eşitşer arasında birinci) masasında pozisyon elde edecek güce sahip olamamaları. Diğer yandan bu gücün dalları budanmış olmakla birlikte gövdesi hala güçlü. Bu gövdeye yapılacak CHP aşısıyla kendilerine ait taze, güçlü, müstakil, lokal iktidar ağları yaratabilme potansiyeline halen sahipler.

Peki bu ağların geleceği ne olur, CHP’yi iktidara taşımaya yeter mi? Burası oldukça karmaşık bir mesele olmakla birlikte CHP’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin, Eskişehir gibi büyükşehirleri ve onların ilçe belediyelerini merkezi iktidarın karşısında, onun patronaj denklemini bozacak şekilde çıkmış olması önemli. CHP’nin toplumun her katmanındaki insan topluluklarının klientalist taleplerini karşılayacak şekilde iş vermekten ihale vermeye, yemek yapmaktan kreş açmaya kadar etkinlik alanını çeşitlendirmeyi başarmış olması onu kelepir parti konumundan kupon parti konumuna taşıyor.

Öte yandan CHP’nin belediyeler üzerinden kendisi için ördüğü patronaj ağlarının elbette sınırları var. Türkiye’de özellikle taşrada sivil toplumun son derece zayıf olması, MHP ve onun bağlı olduğu mahfillerin mafyatik ağlar, emniyet ve bürokrasi üzerinden taşrada istediği dolapları çevirebilmesi, keza benzer bir gücün tarikatlar aracılığıyla AKP’nin elinde bulunuyor olması CHP’nin bilhassa taşrada yüzleşmesi gereken problemler. Bu yönüyle CHP’ye şimdilik misafir olarak gelmiş olan taşra ağ(a)larının burada kalıcı olmasının ve dolayısıyla CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısını genel seçimlere de taşımasının yolu, AKP-MHP odakları tarafından giderek nepotikleşmiş ve oligarşikleşmiş her türlü siyasi, ticari, kültürel girişimin sosyal demokrasinin asgari müşterekleri üzerinden dönüştürülmesi olabilir.

Ne var ki CHP’nin sosyal demokrasiye yüzünü dönmesi, yerel taşra ağlarının yüzünü CHP’ye dönmesinden daha zor görünüyor.