2025’te ne oldu, 2026’dan ne beklemeliyiz –tam karşılığı ne ve nasıl yapmalıyız– yanıtım çok basit olacak. Yeterince -ve bir ölçüde de gerekli- detaylı analizlerin yapıldığı bir ortamda benim yanıtım da varsın basit olsun. Shakespeare’in sözleriyle söyleyeyim: “Basitlik Güçtür”. Her iki anlamıyla da… Hem basitleştirmek güç bir iştir hem de basitleştirip ana halkayı -sevdiğim bir kavramla: kilit sorunu– yakalamak en büyük güçtür.
2023 seçimlerinin kaybı bütün süreci belirledi. 2024 yerel seçimleri, toplumsal muhalefete önemli bir soluklanma ve moral olduysa da esas itibarıyla otoriterlik yoluna devam etti. Ülke nüfusunun %60’ını yöneten yerel yönetimler yok sayıldı. İtirazlar ölçüsüzce bastırıldı. Öyle ki ses yükseltenler değil “muhtemel ses yükseltecekler” için de sopa hazır edildi. İbreti âlem için “organizatörler” ölümüne hücrelere atıldı. Gazeteciler hapiste, gözaltında, denetimli serbestlikte veya mahkeme kapılarındalar.
Tasvirle çok vakit yitirmeyelim. Nüfusun %20’sinin ulusal gelirin %50’sine el koyduğu bir sistem kalıcılaştı. Kamuoyunun gözü rakamlarla boyanmaya çalışılıyor. 17 bin dolar olarak takdim edilen yurttaş başına gelirin aslında AKP’nin ilk yıllarıyla aynı seviyede olduğu, yıllardır bırakın yerinde saymayı yurttaşın durumunun daha da kötüleştiğinin hesapları “bağımsız iktisatçılarca” art arda açıklanıyor.
Bir özet gerekirse; özellikle 2015-2016’da başlayan bir “inşa süreci”; 2025’te “inşa edilen”i koruma ağırlığı kazandı diyebiliriz.
2025’te ikili hukuk/ikili işleyiş doruk noktasındadır. Yapabileceklerini tamamladı anlamında söylemiyorum. Sistemi korumak için kullandığı, harekete geçirebileceği kurumların, çiğneyeceği kuralların sınır tanımadığına işaret ediyorum.
Muhafazakarlık için, “bir şeyi” muhafaza etmek için her şeyi değiştirir, denilir. Otoriterlik de “ikili hukuk/ikili işleyiş”i korumak için dışarıda, içeride, her şeyi “değiştirmeye” hazır hale geldi.
“Eski düzende” dış politika şöyle veya böyle ana akımların mutabakatını yansıtırdı. Günümüzde dış politika bütünüyle “otoriterliğin devamının bir uzantısı” durumunda. Bekanın günümüzdeki tanımı “otoriterliğin devam aracı” oldu. Uluslararası durum da buna elverişli. ABD (ve Avrupa), Ortadoğu’da güvenilir istikrarlı diktatörler arıyor. Her desteği sunmaya hazırlar. ABD ve AB’nin gevşeyen -hatta çatışan- ilişkileri AB’nin “demokratik değerleri”ni epeyce altlara itti.
Otoriterlik, ülkede “Bağımsız Türkiye” sloganları atıyor. Kendi rızamızla bağlandığımız uluslararası demokratik değerlere uyması istendiğinde hemen “yetki devircileri” feryadını yükseltiyor. Otoriterlik için, Anayasamızın hükmü de olan demokratik değerlere bağlılık “yetki devirciliği” ve uymamak da “Bağımsız Türkiye”nin garantisi. Bu durum, yoğun bir medya bombardımanı, kitlelere dayatılan propaganda ve göz boyama faaliyeti ile destekleniyor.
Yine de otoriterlik bakımından “işler” pek içi açıcı değil. “Kurulanı korumak için” yeni ittifaklara muhtaç. Çünkü ekonomiyi düze çıkartamıyor, kitlelerin yaşamına katkısı hep olumsuz yönde. İşsizlik had safhada. Her geçen gün yeni çözümler bekleyen toplumsal sorunlar -uyuşturucu, kumar, kara para, kadın cinayetleri, deprem tehlikesi vb. vb. –karşısında aciz. Hatta bu sorunların bir bölümü -kara para afları, namı diğer adıyla kaynak sormama yasaları- bir dönem finansman aracı olarak bile kullanıldı. Türkiye’nin bir dönem kara para nedeniyle “Gri Liste”ye alındığını, çıkışımızın bir müjde olarak duyurulduğunu ve halen “Gri Liste Denetimleri”nin devam etmekte olduğunu hatırlatırım. Sonuç olarak her geçen gün daralan kitle desteğini daha iyi bir yaşam vaadiyle değil siyasi manevralarla ve güvenlikçi nutuklarla kapatmaya çabalıyor.
Adı bile konmadan yalnızca “süreç” denilen “silahın siyasetin dışına atılması, silahsız siyaset süreci” 2025’te otoriterliğin iktidarının devamı için önemli bir başlık durumuna geldi.
Öncelikle Süreç’i belirleyen “silahlara veda” kararını doğru saptamalıyız. Değilse alt başlıklar üzerinden savrulur gideriz. “Süreç”, İmralı çağrısı ile başladı. Devamında Kürt Siyaseti bir bütün olarak, silahsız siyasete geçme kararlığını açıkladı. Süreci başlatan ve devamını sağlayan bu kararlılıktır. Çok önemlidir. Barışa giden yolda, Kürt Sorunu’nun çözümü için yeni bir siyasal ve toplumsal ortamın oluşmasında belirleyicidir. Bu bakışla daha ilk günden destekledik ve açmazlarına karşın sorumluluk üstlenmekten geri durmadık. İtirazlarımız -oldu ve de olacak- hep sürecin selameti içindir.
Yasası olmayan, bağlayıcılığı belirsiz bir komisyon kuruldu. Anayasızlaştırmanın doruğa çıktığı, AİHM ve AYM Kararları’nın uygulanmadığı, yargıyı siyasetin aracı yaparak art arda siyasi operasyonların, tutuklamaların, hapislerin yaşandığı günlerde “silahın siyaset dışına atılması ve demokratikleşme” yönünde katkı koymak için Komisyon’a katıldık.
“Demokrasi/demokratikleşme” gündeminin en baştan iğreti olduğunun farkındaydık. “Demokrasi/demokratikleşme” derdi olan öncelikle Anayasa’ya, yasalara uyardı. Biz, barış ve silahsız siyaset için sorumluluğumuzu önde tuttuk.
Sonuç olarak, Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü için açılan her kapıyı zorlamaya, her ileri adımı desteklemeye devam edeceğiz. Bu tavır, kendi başına sosyalist siyasetimizin zaruri gereklerindendir.
Bugünden geriye bakarak yazmıyor, değerlendirme yapmıyoruz. Baştan yapılanın farkındaydık, açıkça yazdık ve söyledik: Otoriterlik, iktidarının devamını iki ayağa dayandırıyor:
Toplumsal muhalefet saflarını dağıtmak için; Batı’da demokratik muhalefeti yoğun baskı, şiddet ile yıldırmak; tarafsız durup ses çıkartma ihtimali olanlara dahi hiza vermek. Diğer yanda, Kürt Siyasetini -en azından- tarafsızlaştırmak. Batı’da “ne yaparsanız yapın iktidar olamayacaksınız” duygusunu hâkim kılmak, Kürt Siyaseti için de “size bir alan açılabilir” mesajını yaygınlaştırmak.
Bu özetin, nacizane yazımın girişinde alıntıladığım Shakespeare’in söylediği “basitlik güçtür”ün ipuçlarını vereceğini düşünüyorum. Yeri geldi, Einstein ile de takviye yapayım: “Fizik aslında çok basittir. Bütün zorluk, olgulara bu basitlik içinde bakmayı başarabilmektir.”
2025’in siyasetine bu yalınlıkta bakabilirsek 2026 siyasetimizi de sağlam temellere dayandırırız. “Her olay iktidarını sürdürme etrafında dönüyor.”
Böylesi bir bakışla, demokratik muhalefetin üzerine ateşler yağarken Kürt Sorunu’ndaki gayretlerin ne anlama geldiğini çözebiliriz.
İndirgemecilik iyi değildir. Her çelişkinin bir anlamı, her toplumsal gelişmenin bir özgünlüğü vardır. Suriye konusu -hem de çok- önemlidir. Etkileyen çok sayıda uluslararası faktör vardır. AKP ve MHP arasındaki çelişki ve çatışmalar mühimdir, dikkat merkezimizde olmalıdır. Uyuşturucu, kumar gibi toplumu yozlaştıran gelişmelere karşı çıkmak, tutum almak sorumluluğumuzdur.
İndirgemecilik iyi değildir, ama diyalektiğin “belirleyen/belirlenen” ilkesini de göz ardı etmemek gerekir. Biliyoruz ki bütün bunlar “son tahlilde” “iktidarımın devamına yarıyor mu yaramıyor mu” prizmasından geçmektedir. Sonuca göre öne çıkarılmakta veya arkaya itilmektedir. 10-15 yıldır el altında duran dosyalar birden raftan inmekte veya güncel yolsuzluk dosyaları birden buhar olup kaybolmaktadır.
2026 yılı ve sonrası için siyasetimizi konuşurken 2023 seçimlerinin kaybedilmesi ve sonuçları üzerine konuşmak yol gösterici olacaktır. Dikkatimizi nereye yoğunlaştıracağımıza işaret edecektir. Ana görevimizin bu analizden çıkacağını düşünmekteyim: Yeni kayıplara engel olmak için demokratik toplumsal muhalefeti güçlendirmek ve dikkat dağınıklığına engel olmak… üzerine yoğunlaşmak gerekir.
Demokratik toplumsal muhalefetin güçlenmesi önde gelen sorumluluğumuzdur.
19 Mart Gençliği’nin bize anlattıkları var. Bu çizgiyi nasıl güçlendirerek sürdüreceğimizi konuşalım. “MESEM Sosyal Cinayetleri”ne karşı çıkan, kardeşlerine sahip çıkan gençlerimizin deneyimi önemlidir. Asgari Ücret’e karşı yükselttiğimiz sesi daha da güçlendirmek etkili olacaktır.
Meclis’te her vesileyle, özellikle Bütçe sürecinde kamuoyunun dikkatini çeken ve uyaran çıkışları ile vekillerimiz gurur vesilemiz. Çabalarını desteklemek ve yurttaş içinde yaygınlaştırmak bizleri bekliyor.
“Yurttaşın Sağlıklı Konuta Erişimi/Barınma Hakkı” için yoldaşlarımız yol açmaya çalışıyorlar. Yurttaşın acil derdine seslenen önemli bir alanı güçlendirmek bizleri bekliyor.
Çocuklarımızın önüne günde en az bir öğün sağlıklı yemek için mücadele boynumuzun borcudur.
… listeyi elbirliği ile geliştirelim, lütfen …
Özetle; sosyalist hareketin toplumsal muhalefeti güçlendirme hattı bellidir. İşçi ve emekçi kitlelerin refahı, yaşam düzeylerinin yükseltilmesi için insanca yaşayacağımız bir ücret, vergide adalet, eğitim ve sağlık hizmetlerinin bir mal değil hak olarak görüldüğü, ekmeğimizi kazanırken ölümlerimizin maliyet hesabı ile normalleştirilmediği, doğal varlıkların gelecek kuşaklar için korunduğu, yoksulluğun her türden istismarının aşıldığı … bir siyasal ve toplumsal ortam için yurttaşın siyasete ağırlığını koymasına her alanda destek olmak.
Hukukun üstünlüğü, kuralların önceden bilindiği ve herkesi bağladığı, kurumsal işleyişin yeniden sağlandığı ve en önemlisi Anayasa’nın askıdan indirildiği bir siyasal ortamı savunmak ve gerçekleştirmek.
Toplumsal muhalefet; 2025’ten, bütün baskılara karşın değil diz çökmek daha dirençli, güçlü ve kararlı çıktı. Sosyalist hareket görevinin başında ve sorumluluğunun bilincindedir.
Dağılmış bir pazar yerine benziyorsa memleket; görevimiz umudu güçlendirip, umutsuzluğu yatıştırmaktır.
Yeni yılı yeni umutlarla karşılıyoruz. Umutlarımızın yanına direncimizi ve mücadelemizi koyuyoruz. Eşit ve özgür bir ülke için yürüyüşümüzü daha güçlü sürdüreceğiz. Demokratik kazanımlarını savunarak Cumhuriyet’i demokratikleştireceğiz, toplumsal sorunlarımızı çözeceğiz.
2026 yılı, toplumsal muhalefetin başarılarıyla dolu olsun.
Beklentimiz de kendimize vaadimiz de bu olsun.
Ş. Can Atalay
Seçilmiş Hatay Milletvekili
Marmara (Silivri) Cezaevi, A47
30 Aralık 2025




