Bir Öğün Mücadelesi ve Toplumsal Yeniden Üretim

Tunç Türel8 Aralık 2025

Açlık, kapitalist toplumlarda düzenin yeniden üretim mekanizmasının bir parçasıdır. Çocukların aç bırakılması ise, onları sermaye için ucuz, itaatkâr ve kırılgan bir emek gücü olarak şekillendirmenin en eski yöntemlerinden biridir. Tarihte yönetici sınıflar, çocukların beslenmesini bir “insani ihtiyaç” olarak değil, üretim ilişkilerini sürdüren bir “disiplin mekanizması” olarak ele almıştır. Antik Roma’da çocuklar, bilhassa yoksul ailelerin çocukları, beslenme ve barınma imkânlarının sınırlılığı nedeniyle “soylu” hanelere borç bağı üzerinden “öğrenme” adı altında işgücü olarak bağlanıyordu. Yetersiz beslenen çocukların fiziksel gelişimlerinin baskılanması, Roma hukukunun ve patriyarkal efendi-köle ilişkilerinin istediği türden boyun eğmiş bir işgücü yaratıyordu. Böylece çocuklar güçsüz, bağımlı ve içinden çıkılması zor bir konuma mahkûm ediliyordu. Bu, biyolojik yeniden üretim ile toplumsal yeniden üretimin nasıl iç içe geçtiğine dair erken bir örnektir.

Benzer biçimde, 19. yüzyıl İngiltere’sinde sanayi kapitalizminin yükselişiyle birlikte çocuk işçiliği kitlesel bir üretim stratejisine dönüştü. Fabrika raporları, maden kayıtları ve sosyal reformcuların gözlemleri, yetersiz beslenen çocukların 12-16 saatlik vardiyalarda daha kolay “kontrol edilebilir” görüldüğünü açıkça gösterir. Sermaye sınıfı açısından açlık, yalnızca bir yoksulluk göstergesi değil, ücretleri baskılamanın, aileleri fabrikalara bağımlı kılmanın ve çocuk işçiliğini doğal bir zorunluluk gibi göstermenin araçlarından biriydi. Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu başlıklı eserinde belirttiği gibi açlık, burjuvazinin terbiye edici gücü olarak işlev görüyor, çocukları yorgun, uysal ve direniş kapasitesi düşük bir işgücü haline getiriyordu. Yani mesele yalnızca ekonomik değil, doğrudan siyasal bir kontrol stratejisiydi.

Bu iki tarihsel örnek bizlere, yetersiz beslenmenin kapitalist/emperyal stratejiler içinde tesadüfi bir sonuç değil, sistematik bir işlev olduğunu gösterir. Aç bırakılan çocuk, geleceğin örgütsüz, güçsüz ve sömürüye hazır işçisidir. Bu nedenle bugün Türkiye’deki “Bir Öğün Yemek” mücadelesini yalnızca sosyal bir talep olarak tanımlarsak, bu tanımlamamız eksik kalır. Çünkü bu mücadele, sınıfın biyolojik yeniden üretimini sermayenin elinden çekip alma mücadelesidir.

Bu mücadele tarihsel olarak örneksiz de değildir. Black Panther Party (Kara Panter Partisi) 1969 yılında, tam da benzer bir bağlamda, ABD’nin siyah yoksul mahallelerinde “Free Breakfast for School Children Program”ı (Okul Öğrencileri İçin Ücretsiz Kahvaltı Programı) örgütleyerek devlete meydan okumuştu. “Bir Öğün Yemek” kampanyasıyla “Free Breakfast for School Children” kampanyası arasında kurulabilecek bir köprü, günümüz Türkiye sosyalist hareketi açısından zengin bir stratejik miras sunabilir.

Kara Panter Programının Politik Ekonomisi

1966 yılında Huey P. Newton ve Bobby Seale önderliğinde kurulmuş Marksist-Leninist Black Panther Party’nin, 1969 yılında başlattığı ve 1970’lerin başlarında da sürdürdüğü, menüsü çikolatalı süt, yumurta, portakal, et gibi besleyici besinlerden oluşan ücretsiz kahvaltı programıyla, binlerce çocuk doyurulmuştu. Çünkü ABD’de devlet, okula giden çocukların beslenmesini kendi sorumluluğunda görmüyordu. Acıkan çocuklar, karınlarını doyurmaktan kendileri sorumluydular. Bu da elbette son kertede o çocukların ceplerinde paraları olup olmamasıyla bağlantılıydı. Söz konusu olan, kapitalist devletin tarihsel olarak maruz bıraktığı yapısal yoksulluk koşullarında yaşayan siyah ailelerin çocukları olduğundaysa, bu çocukların okuldaki günlerini aç geçirmeleri anlamına geliyordu.

Partinin ücretsiz kahvaltı programı, 1969 yılında Oakland’daki bir kilisede başlatıldı. Parti üyeleri ve gönüllülerinden oluşan ekipler, beslenme uzmanlarının hazırladığı menülere göre topladıkları bağışlar ve kendi katkılarıyla, ilk günlerde bir avuç çocuğu beslerken, bu sayı kısa zamanda on binleri buldu. Programın çocuklar üzerindeki etkisi öyle pozitifti ki öğretmenler çocukların derste artık çok daha aktif ve katılımcı olduklarını, açlıktan uyuya kalmadıklarını söylüyorlardı.[1] Program, kısa sürede ülke çapındaki diğer parti örgütlerinde de uygulanmaya başladı. Bu noktada programın sadece çocuklara ücretsiz kahvaltı vermekle sınırlı kalmadığını, ücretsiz sağlık hizmetleri sunduğunu da belirtmek gerekir.

Program, yalnızca yoksul siyah çocukların açlık sorununa müdahale etmekle kalmıyordu elbette. Aynı zamanda kapitalist devletin “sosyal hizmet sağlayıcı” rolünü de sorgulayan bir siyasal pratik üretiyordu. Devletin çocukların en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaması, Panterler açısından yalnızca kitlelere ifşa edilmesi gereken bir kamu politikası açığı değil, ırksallaştırılmış emek rejiminin bir unsuruydu. Bu nedenle Panterler, devleti doğrudan ikame eden bir toplumsal örgütlenme modeli geliştirdiler: kolektif emek, yerel kurumlar, bağımsız finansman ve politik eğitim süreçlerinin iç içe geçtiği özgün bir karşı-kurumsal yapı.

İşte bu pratiğin sınıfsal niteliği, FBI’ın programı “Kara Panterlerin en tehlikeli faaliyetlerinden biri” olarak tanımlamasının sebebini açıklar. Programın henüz başladığı yıl içinde, FBI’nin başı, dönemin azılı antikomünistleri ve ırkçılarından J. Edgar Hoover, programa karşı savaş açtı ve programı yok etmek amacıyla kolluk kuvvetlerine sınırsız yetki verdi.

Bunda şaşılacak bir şey yoktu, zira siyasal iktidar, Panterlerin çocukları doyurmasının kendisini yalnızca ahlaki olarak değil, yapısal olarak da ifşa ettiğini görüyordu. Devletin yapmadığını, yapmak istemediğini devrimci bir örgüt yapıyordu. Ve üstelik bunu hayırseverliğe değil kolektif örgütlülüğe dayandırarak yapıyordu. Böylece toplumsal meşruiyetin maddi zemini, kapitalist devlet aygıtından koparak siyasal bir özneye doğru kaymaya başlıyordu. Programın devam etmesi demek, genç devrimcilerin yetiştirilmesi, Panterlerin daha da büyümesi riskini taşıyordu.

Hoover’ın savaş ilanını takiben saldırılar hemen başladı. FBI ajanları siyahların yaşadığı mahallelerde kapı kapı dolaşıp, Kara Panter Partisi’nin ırkçı bir parti olduğunu, çocuklara ırkçı düşünceler aşıladığını anlatıyordu. Ebeveynlere, çocuklarına verilen kahvaltıların hastalık taşıdığı söyleniyor; parti üyeleri çocukların gözü önünde polis tarafından şiddete uğruyor; kahvaltıyı kabul eden tüm çocuklarınsa fotoğrafları çekilerek fişleniyordu.[2] Dahası, programın Chicago’da başlayacağı günün arifesinde, polisler, yemeklerin muhafaza edildiği yere giriyor, yemekleri ayaklarıyla çiğniyor ve üzerlerine işiyordu.[3]

Partinin ve programının maruz kaldığı bu şiddet ve partinin buna karşın bir pratik üretememesi, programın sonunu getirdi. 1975 yılında, program artık yoktu. Çocuklara ücretsiz bir öğün yemeği, “School Breakfast Program” (Okul Kahvaltı Programı) adı altında, artık kapitalist devlet tarafından “üstlenmişti”[4] ancak devlet bunu üstlenmek zorunda kalmıştı demek daha doğru olacaktır.

Türkiye’de Toplumsal Yeniden Üretimin Çöküşü ve TİP’in Müdahalesi

Günümüz Türkiye’sinde çocukların okullarda aç kalması, neoliberal moment’in birikim stratejileriyle doğrudan bağlantılıdır. Devlet, eğitim kurumlarını piyasa ilişkileri içinde konumlandırdıkça, çocukların beslenmesi “kamusal sorumluluk” alanından çıkarılarak ailelerin ekonomik gücüne ve tüketim kapasitesine terk edilmiştir. Bu dönüşüm, yalnızca eğitim başarısı veya sağlık verileri üzerinden değil, toplumsal yeniden üretim teorisi açısından değerlendirilmelidir: Emek gücünün biyolojik, bilişsel ve toplumsal yeniden üretimi giderek daha fazla özelleşmiş, piyasalaşmış ve güvencesizleşmiştir.

Bu bağlamda TİP’in “Bir Öğün Yemek” kampanyası yalnızca insani bir talep değil, toplumsal yeniden üretim alanını yeniden kamusallaştırma girişimi olarak okunmalıdır. Kampanya, devletin sorumluluğunu hatırlatmakla yetinmeyip, aslında devletin bu sorumluluğu neden terk ettiğini, kaynakların nasıl sermaye sınıfına aktarıldığını ve tasarruf gerekçesiyle en temel ihtiyaçların nasıl görünmez kılındığını teşhir etmektedir. Burada sorun “kaynak yokluğu” değildir, devletin önceliklerine yön veren sınıfsal tercihlerdir.

Saray’ın lüks harcamaları, patronlara sağlanan vergi afları ve sermayeye aktarılan doğrudan teşvikler, kamusal kaynakların nasıl sınıfsal bir mantıkla yeniden dağıtıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kampanya, devletin çocukları koruma kapasitesinin yetersizliğini değil, sermayeyi koruma kararlılığını görünür kılması bakımından son derece değerlidir.

Panterlerin ücretsiz kahvaltı programı ile TİP’in bir öğün yemek talebi arasında tarihsel ve coğrafi olarak büyük farklar olsa da, bu iki girişim aynı toplumsal çelişkinin farklı Momentlerdeki tezahürleri olarak okunabilir. Her iki durumda da, devlet, emek gücünün yeniden üretim maliyetini sistematik olarak toplumsal bir yük olmaktan çıkarıp ailelerin, özellikle de kadınların ve yoksulluk içi dayanışma ağlarının omuzlarına yüklemiştir; çocukların beslenme ve eğitim hakkı, piyasa koşullarının insafına bırakılmıştır; ve bu koşullar karşısında siyasal-örgütsel müdahaleler, yalnızca bir hizmet sunmakla kalmayıp, devletin meşruiyetini sorgulayan pratikler üretmiştir.

Panterler bunu devleti ikame ederek, TİP ise devleti sorumluluğa zorlayarak yapmaktadır. Farklı yöntemlere rağmen hem Panterler hem TİP, kapitalist toplumun en görünmez çelişkilerinden birini, yani çocukların temel ihtiyaçlarının sistematik ihmalini, kamusal alanda siyasal bir mesele haline getirmektedir. Bu müdahale, Gramsciyen anlamda bir karşı-hegemonya inşasıdır. Mesele, yalnızca eksik bir hizmeti tamamlamak değil, devletin temsil ettiği sınıfsal düzenin meşruiyetini sarsmaktır.

Hem Panterlerin programı hem günümüz Türkiye’sinde TİP’in kampanyası, çocukların beslenmesini teknik bir sosyal politika önerisi olmaktan çıkarıp, kapitalist devletin sınıfsal niteliğine dair geniş bir teorik tartışmanın merkezine yerleştirir. Çocukların beslenmesi, kapitalist toplumda “masraf” değil, sermaye birikim süreci içinde görünmezleştirilen bir toplumsal maliyettir. Bu nedenle, ona yönelik her müdahale, ister devleti ikame eden radikal bir örgütlenme üzerinden, ister devleti sorumluluğa çağıran kamusal bir baskı üzerinden gerçekleşsin, mutlaka siyasal nitelik taşır. TİP’in bir öğün yemek kampanyası ile Panterlerin kahvaltı programı arasındaki tarihsel bağ, sosyalist hareketlere, toplumsal yeniden üretim alanının, kapitalizmin en zayıf halkası olduğu gerçeğini hatırlatır ve bu alana yapılan her müdahale, sadece bir talep değil, bir sınıf mücadelesidir.

Elbette TİP, Panterlerin deneyiminden önemli dersler de çıkarmalıdır. Panterlerin pratiği, toplumsal yeniden üretim alanına yönelik her radikal müdahalenin kaçınılmaz olarak iktidar sorununu gündeme getirdiğini göstermiştir. “Bir Öğün Yemek” kampanyası da tam bu nedenle stratejik bir ağırlığa sahiptir. TİP açısından mesele, basit bir sosyal hak talebinin ötesine geçmekte, çocukların biyolojik yeniden üretimini sermayenin denetiminden çekip alma mücadelesi haline gelmektedir. Bu kampanya, hem devletin sınıfsal karakterinin teşhir edildiği hem de halkın örgütlü kapasitesinin sınandığı bir laboratuvar işlevi görmektedir. Dolayısıyla TİP, Panterlerin eksik kaldığı noktayı tamamlayarak hem radikal müdahale kapasitesi hem de olası devlet baskısına karşı stratejik dayanıklılık geliştirebildiği ölçüde, bu mücadeleyi yalnızca bir hak arayışından çıkarıp gelecekte toplumsal güç dengelerini dönüştüren bir siyasal hatta dönüştürebilecektir.

[1] Heynen, N. (2008). “Bending the Bars of Empire from Every Ghetto for Survival: The Black Panther Party's Radical Antihunger Politics of Social Reproduction and Scale”, Annals of the Association of American Geographers, 99, 2009. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/00045600802683767
[2] Meister, F. (2017). Racism and Resistance: How the Black Panthers Challenged White Supremacy, s. 114
[3] Heynen, “Bending the Bars of Empire from Every Ghetto for Survival”
[4] https://www.eater.com/2016/2/16/11002842/free-breakfast-schools-black-panthers