Donald Trump, 3 Kasım 2020’de yapılan ABD başkanlık seçimlerini Biden’a karşı kaybetmişti. Sayımların hileli olduğunu iddia ediyor, sonuçları tanımıyor ve destekçilerini sosyal medyadan sürekli bu yönde kışkırtıyordu. Ardından, dünyayı şoke eden o olay, 6 Ocak 2021’de Amerikan Kongre Binası, Capitol baskını gerçekleşti. Binlerce Trump destekçisi ellerinde sopa ve tüfeklerle, seçim sonuçlarının onaylanacağı Kongre Binası’nın içerisinde dolaşıyor, kendi ifadeleriyle “dövecek” Demokrat Partili arıyorlardı. Güney ülkelerindeki ‘demokrasi arızaları’ ve kurumsal eksikliklerle dalga geçmek için kullanılan “muz cumhuriyeti” ifadesinin, ABD’nin başkentinde en grotesk haliyle vücut bulması, tüm dünyayı sarsan tarihsel bir ironi olarak kayıtlara geçti.
Baskın püskürtüldü; fakat iki gün sonra, daha dumanı tüterken Trump, “Benim için oy veren 75 milyon büyük Amerikan vatanseveri, ÖNCE AMERİKA ve AMERİKA’YI YENİDEN BÜYÜK YAP diyenler, gelecekte de güçlü bir ses olmaya devam edecek. Onlara hiçbir şekilde saygısızlık edilmeyecek veya haksız davranılmayacak!” şeklinde bir tweet paylaştı. Aynı gün, Twitter Trump’ın hesabını süresiz olarak kapattığını duyurdu. Şirket sözcülerine göre, Trump toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden açıklamalar yapmaya devam ediyordu; “şiddeti yücelten” tweet’ler, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemezdi ve bu yüzden hesabın kapatılması herkesin yararına olacaktı.
Aradan yaklaşık iki yıl geçtikten sonra, Twitter yaklaşık 44 milyar dolara “çılgın fikirleriyle ünlü, teknoloji dünyasının asi çocuğu”, Tesla, SpaceX ve diğer teknoloji devlerinin kurucusu, dünyanın en zenginlerinden biri olan Elon Musk’a satıldı. Musk, platformun ismini X olarak değiştirdi. Yaptığı ilk işlerden birisi Trump’ın hesabını yeniden “özgürlüğüne” kavuşturmak oldu. O günden bugüne Musk, Trump’a desteğini sürdürüyor, ona itibar kazandırmak için özel bir çaba sarf ediyor. Şimdilerde ise 2025 seçimlerini Trump’a kazandırma derdine düşmüş durumda. Öyle ki hemen her gün Joe Biden’ı ve “komünist” diye etiketlediği yeni başkan adayı Kamala Harris’i yerden yere vururken, Trump’ı göklere çıkarıyor. Geçtiğimiz ay X platformunda milyonlarca kişinin canlı izlediği bir sohbet gerçekleştirerek işi, Trump’ın seçim kampanyasının amigosu olmaya kadar vardırdı.
Elon Musk ve Faşizmle Flört
Elon Musk’ın Trump’a olan düşkünlüğünün yalnızca bir şahıs olarak kendisine değil, temsil ettiği gerici sağcı pozisyona yönelik olduğuna dair pek çok işaret söz konusu. Trump’la sınırlı kalmayan Musk, X platformunu daha önce Hindistan’dan Narendra Modi, Arjantin’den Javier Milei ve Brezilya’dan Jair Bolsonaro gibi faşist eğilimli liderlere destek sağlamak için de kullanmıştı. Bu stratejik destekler sayesinde, Hindistan’da Tesla araçları için ithalat vergilerinde önemli indirimler elde etti, Brezilya’da SpaceX’in uydu internet hizmeti Starlink için geniş bir pazar açtı, Arjantin’de ise Tesla’nın bataryaları için hayati öneme sahip olan lityuma erişimini güvence altına aldı.
Musk’ın günümüz faşizmine ve özellikle Trump’a açık desteği, kapitalist sınıf içinde aykırı bir pozisyon değil, aksine gittikçe yaygınlaşan bir eğilimin parçası. İki yıl önceki Kongre Baskını’nın ardından Trump’ı sosyal medya platformlarından yasaklayanlar arasında yer alan Instagram ve Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg de bu süreçte tutum değiştirmiş ve Trump’a desteğini açıkça göstermiş durumda. Örneğin, geçtiğimiz ay gerçekleşen suikast girişimi sonrasında Trump’ın kulağı kanlar içindeyken “Dövüşün” diye bağırmasını, Zuckerberg “çok güçlü ve ilham verici” olarak nitelendirdi. Bu tabloya, medya imparatoru Rupert Murdoch ve Peter Thiel gibi Trump’a uzun süredir destek veren, Silikon Vadisi’nin önde gelen kapitalistlerini de eklemek mümkün. Thiel, özellikle teknoloji dünyasında Trump’ın en sadık destekçilerinden biri olarak bilinirken, Murdoch’un sahip olduğu medya organları da Trump’a sürekli olarak geniş bir platform sunuyor. Böylece, Musk’ın Trump’a olan desteği, yalnızca bireysel bir tercih değil, kapitalist elitler arasında yaygınlaşan ve derinleşen bir eğilimin yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Elon Musk’ın “Özgürlük” Sevdası
Elon Musk’ın kamuoyuna yaptığı açıklamalarda hiç kimsenin değerini yadsıyamayacağı bir sözcüğü sıklıkla sarf ettiğini görürüz: “Özgürlük”. Musk, sosyal medyada “düşünce ve ifade özgürlüğünün” tavizsiz savunucusu gibi kendisini sunar. Ancak, sahibi olduğu X platformunda hoşuna gitmeyen içerikleri ve hesapları keyfi bir şekilde kapatmaktan çekinmez. Nihayetinde, platformun sahibi odur ve mülkünü “özgürce” kullanma hakkına sahip olduğuna inanır.
X platformu, geçtiğimiz ay İngiltere’deki ırkçı/faşist ayaklanma sırasında göçmenlere karşı infiale yol açan dezenformasyonun “fikir özgürlüğü” adı altında serbestçe dolaştığı bir mecra haline geldi. Göçmenlere ve işyerlerine yönelik bu gerici saldırılar Musk’a göre fikir özgürlüğünün bir ifadesi, polis müdahalesi ise bu özgürlüğün ihlali anlamına geliyor. Aynı şekilde, Tesla’da sendikal örgütlenmelere karşı duruşu da bu yaklaşımın bir yansımasıdır. Ona göre sendikalar şirketlerin “operasyonel özgürlüğüne” tehdit oluşturmaktadır ve bu arkaik yapılardan bir an önce kurtulmak gerekir.
Özetle, Musk için “özgürlük,” olağanüstü servetini, birikmiş sermayesini, finanse ettiği teknolojik yenilikleri ve sahip olduğu sosyal medya platformlarını hiçbir toplumsal, ahlaki, hukuki ya da “ekolojik” sınır olmaksızın kullanma hakkı. Bu tür bir “özgürlük” ancak demokratik katılımın, sosyal hakların, ilerici toplumsal hareketlerin, işçi örgütlenmelerinin tasfiye edildiği, faşizmin hakim olduğu bir ideolojik ve siyasal sahada mümkün. Bu arzunun, yalnızca Musk’a özgü olmadığını, aynı zamanda faşistleşme sürecine açıkça ya da kayıtsız kalarak destek veren sermaye sahiplerinin genel bir özelliği olduğunu söylemek mümkün.
Nitekim, Trump’ın arkasında yalnızca yatırımlarını hiçbir toplumsal/siyasal/hukuki sınıra tabi olmaksızın sürdürmek isteyen teknoloji devleri değil, aynı zamanda Biden döneminde yürürlüğe giren kısıtlayıcı “çevreci” devlet düzenlemelerinden rahatsız olan petrol firmaları ve Trump’ın vergi indirimleri ile sosyal harcamalardaki kesintilerden memnun olan büyük şirket sahipleri de yer almaktadır.
Faşizm ve Doğanın “Özgürce” Talanı
Peki, günümüz faşizmi, ne yaparak, nasıl sonuçlar doğurarak sermayenin sınırsız yağma arzusunun önündeki engellerin kalkmasına, onun “özgürlük” alanının genişlemesine yardımcı oluyor? Öncelikle belirtmek gerekir ki benimsediği “düzen karşıtı” ve güya “halkçı” söyleme rağmen günümüz faşist hareketleri, bugüne kadarki iktidar pratiklerinin de gösterdiği gibi neoliberalizmi karakterize eden ekonomik politikalara sadakatten asla taviz vermemişlerdir. Tersine, vergi indirimleriyle büyük şirketlere kıyak çekmişler, devletin sosyal harcamalarını kısmaya yönelmişler ve devletlerin müdahaleci araçlarının ve politikalarının tasfiyesi sürecini hızlandırmışlardır. Yani, günümüzün faşist lider ve hareketleri emek karşıtı politikaları hayata geçirmek konusunda neoliberal ortodoksiye sıkıca bağlı herhangi bir “merkez partisinden” daha cüretkar ve atik davranabilmektedir. Fakat bunlar günümüz faşizminin halihazırda hakim olan neoliberal yönelimle en az herhangi bir düzen partisi kadar uyumlu olduğunu gösterir; sermaye sınıfına yaptığı özel, kendine mahsus niteliksel katkı konusunda bir şey söylemez. Günümüz faşizminin sermaye sınıfına özel katkısı onun, bugün kapitalizmin insanlığın gezegendeki varlığını tehdit eden derinleşmiş yapısal krizleri karşısında hangi özel ideolojik işlevleri yerine getirdiğine, hangi özel zor mekanizmalarını hayata geçirdiğine bakılarak anlaşılabilir.
Bahsettiğimiz yapısal krizlerin en yıkıcı olanı, artık anaakım siyasetin bile kapitalizmle olan bağlantısını inkâr edemediği ekolojik yıkım tehlikesidir. Sanayi kapitalizminin yükselişinden bu yana hızla artan fosil yakıt tüketimi, küresel ısınmanın başlıca nedeni olarak kabul ediliyor. Ancak, karbon salınımının azalmaması, aksine artmaya devam etmesi ve bu durumun yarattığı ekolojik yıkım, yeryüzündeki insan yaşamının bugünkü haliyle devamını imkânsız kılma eğiliminde.
Böyle bir tablo karşısında, sermaye sınıfı ve ona bağlı egemen siyasal aktörler arasında iki farklı eğilimin ortaya çıktığı görülüyor. Bir yanda, ekolojik yıkımın hızını en azından yavaşlatmak ve kapitalizmin uzun vadede sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla mevcut birikim modelinde “doğa ile barışık” düzenlemeler yapılmasını savunanlar var. Bu kesim, sermayenin çıkarlarını korurken, aynı zamanda kapitalizmin ekolojik sınırlarını dikkate alan bir “yeşil kapitalizm” yaratmaya çalışıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımların artırılması, karbon emisyonlarının azaltılması ve çevre dostu teknolojilerin teşvik edilmesi gibi gerçekçi ve etkili olmadığı bugün gittikçe anlaşılan adımlar atarak, kapitalizmin doğaya uyum sağlayabileceğini iddia ediyorlar.
Diğer yanda ise, bu sınırlamalardan kaçınarak, bilindik yağma faaliyetlerini olduğu gibi sürdürme peşinde olanlar yer alıyor. Bu ikinci grup, hem “yeşil kapitalizme geçiş” adı altında ortaya çıkan elektrikli otomobiller, yenilenebilir enerji projeleri, akıllı şehir çözümleri gibi yeni yatırım alanlarını tekelleştirmeye çalışıyor hem de ekolojik yıkımı yavaşlatmaya yönelik merkezi müdahaleleri engellemek için çabalıyor. Bu gruplar, yeşil enerji alanındaki yatırımlarını artırırken bile, fosil yakıt endüstrisini desteklemekten geri durmuyor ve ekolojik yıkımın sorumluluğundan kaçınıyor. İşte Elon Musk, bu arsızlığın sembol isimlerinden biri olarak öne çıkıyor. Günümüz faşizmi ise, bu arsızlığın hiçbir kısıtlama olmaksızın devamlılığını sağlamak açısından özel bir önem arz ediyor.
Günümüz faşizmi, ekolojik yıkımın bilimsel temellerini ve kapitalizmle olan derin bağlantısını inkâr eden bir söylemi yaygınlaştırarak, sermayeye, ekolojik yıkım kaygısı kaynaklı herhangi bir sınırlayıcı düzenlemeyle karşı karşıya kalmayacaklarının garantisini veriyor. Bu Brezilya’nın eski Devlet Başkanı faşist Jair Bolsonaro’nun politikalarında net bir şekilde görülmüştü. Bolsonaro, Amazon ormanlarının büyük çapta tahrip edilmesine yol açan ormansızlaştırma, yasadışı ağaç kesimi ve arazi gaspını teşvik eden politikalar izleyerek, büyük tarım ve madencilik şirketlerinin çıkarlarını korumuş ve bunu yaparken, ekolojik yıkımı inkâr eden bir retorik geliştirmişti. Bolsonaro faşizmi, bu inkârcı politikaları desteklerken, aynı zamanda ekoloji aktivistlerini ve yerli halkları hedef aldı, onları marjinalleştirerek ve baskı altına alarak ilerici toplumsal hareketleri susturmaya çalıştı. Bu baskıcı yöntemler, ekolojik yıkıma karşı direnişi zayıflatırken, sermayenin doğa katliamına sınırsızca ve ilerici hareketlerin basıncı olmadan devam etmesini mümkün kıldı.
Faşizm ve Emeğin “Özgürce” Sömürüsü
Günümüz faşizmi aynı zamanda emekçilerin, sermayenin azami denetim ve sömürü arayışlarına bir sınır çekecek potansiyel direncini kırmak açısından da onun “özgürleşmesine” katkıda bulunur. “Merkez siyasetin” ve liberal demokratik kurumların itibarsızlaştığı bir dönemde günümüz faşizmi, bir yandan sahte bir düzen karşıtı retorikle emekçi sınıfların, neoliberal yıkımdan kaynaklı acil taleplerini ve öfkelerini temsil etmeye çalışıyor. Diğer yandan ise bu öfkeyi düzenin esas sahibi olan sermaye sınıfına değil göçmenlere, mültecilere, başka halklara ya da ulusun güvenliğine tehdit olarak işaretlenen ilerici güçlere doğru yönlendiriyor.
Burada faşizm ezilenlerin birleşik bir güç olarak sermayenin karşısına dikilmesinin önünde bir ideolojik bariyer olarak işlemekle kalmaz. Ayrıca, gittikçe yaygınlaşan ırkçılığın basıncı altındaki göçmen emekçilerin en ağır sömürü ve baskı koşullarında çalıştırılmasını meşrulaştırır; onlardan gelecek herhangi bir örgütlü direncin önünü kapatır. Bu açıdan sahte bir düzen karşıtlığı söylemi üzerinden örgütlenen ve emekçi sınıflara bu kanaldan nüfuz eden günümüz faşizmi esasında sermayenin emek sömürüsünün önündeki toplumsal sınırlar karşısında daha rahat, daha “özgür” hareket etmesini mümkün kılar. Ayrıca, günümüz faşizminin iktidarı ele geçirmiş olduğu yerlerde ulusun sözde güvenliği adına her türlü radikal, sol muhalefeti zor yoluyla bastırıyor olması sermayenin emek ve doğa talanını engebesiz bir siyasal sahada sürdürmesine katkıda bulunur.
Bu noktada, faşizmi onun “totaliterliği” ile liberalizmin özgürlük anlayışı arasındaki mutlak bir karşıtlık üzerinden tanımlayan yaygın bakış açısını sorgulamak gerekmektedir.[1] Faşizm, liberalizmin “evrensel birey” kavramına dayanan bazı temel ilkeleriyle çelişir. Ancak faşizmin bir ideolojik düşmanından bahsedilecekse bu, insanın sınıf tahakkümünden özgürleşmesini (emancipation) savunan ve bu uğurda güç ile mülk sahiplerinin tahakkümünü sınırlamayı ya da devrimle ortadan kaldırmayı amaçlayan evrenselci bir düşünce geleneği olarak sol, ve özel olarak da Marksizm ve sosyalizmdir. Faşizmin esas hedefi, toplumsal mücadelelerle kazanılmış ve yaygınlaşmış olan ilerici değerlerin, sosyal hakların ve demokratik mücadelelerin sermaye sınıfının talanının önüne çektiği sınırlardır. Trump’a ve diğer aşırı sağcı cumhuriyetçi meclis ve senato adaylarına öteden beri destek veren, teknoloji yatırımcısı ve PayPal’ın kurucularından olan milyarder Peter Thiel’in “artık demokrasiyle liberalizmin uyumlu olduğunu düşünmüyorum” şeklindeki sözleri, faşizm destekçisi kapitalistlerin esas derdinin “sermayenin özgürlüğüne” halk tarafından çekilen sınırlar olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüz Faşizmi ve Sermayenin Tercihleri
Sınıf egemenliğinin pekiştirilmesine yönelik tüm bu katkılarından yola çıkarak, sermaye sınıfının tüm unsurlarının faşizmin arkasında birleştiğini söylemiyorum elbette. Bir yanda Elon Musk gibi kapitalistler faşistleşme dalgasına neredeyse koşulsuz destek sunarken, diğer yanda Emmanuel Macron, Biden-Harris ve Olaf Scholz gibi merkez siyasetçilere destek veren sermaye kesimleri, kapitalizmin içinde bulunduğu çoklu krizlerden çıkış için halen liberal demokratik merkezi siyasetin yeniden canlandırılmasına umut bağlıyor ve bu faşistleşme sürecini kontrol altında tutmaktan yana tavır alıyor.[2] Sermaye sınıfı içinde faşizme yönelik bu uzlaşmazlık, farklı ahlaki değerlerden, kültürel kodlardan veya ideolojik çatışmalardan ziyade, kriz içerisindeki dünyada sınıf çıkarlarının en iyi nasıl korunabileceğine dair stratejik farklılıklardan kaynaklanıyor. Faşistleşme sürecinin sunduğu kısa vadeli çıkarlar cazip olsa da iki savaş arası dönemde olduğu gibi kontrolden çıkarak, geri dönüşsüz bir yıkıcı dinamik olarak mevcut krizi daha da derinleştirme riski bulunuyor.[3] Sermaye sınıfının bazı unsurları, bu riski almak yerine liberal demokrasinin onarılmasını ve devletin düzenleyici rolü ile toplumsal rızayı üretme mekanizmalarının yeniden işlerlik kazanmasını daha rasyonel bir yol olarak görüyor. Ancak, kontrolsüz yağma ve talanı kural haline getiren neoliberal birikim modelinin hakimiyeti altında, liberal demokrasiye duyulan umut giderek zayıflıyor. Bu eğilimin varlığında faşistleşme sürecinin daha da güç kazanacağını, ve neoliberal yıkımın yarattığı toplumsal tepkileri yönetebilmenin veya sindirmenin en güçlü seçeneği olarak günümüz faşizmine yeşil ışık yakan sermaye gruplarının çoğalacağını öngörebiliriz. Günümüz faşizminin önümüzdeki süreçte alacağı biçimleri de büyük oranda liberal demokratik kurumsallık içerisinde hegemonyasını tesis etmekte zorlanan sermaye sınıfının her bir ülkede faşizmin temsilcileriyle kurduğu ilişkiler belirleyecek.
Ayrım’daki bir önceki yazımda[4] vurgulamaya çalıştığım gibi, günümüz faşizmi, neoliberal yıkımın yarattığı umutsuzluk, belirsizlik ve parçalanmışlık ortamında, sahte bir düzen karşıtı retorik ve buna eşlik eden etnik, ırksal ve kültürel temelli bir “organik bütünleşme” vaadiyle kitleleri etkisi altına almayı başardı. Ancak, faşizmin yükselişini tetikleyen yalnızca onun bu cazibeli söylemi değildir. Asıl itici güç, sermaye sınıfının en gerici unsurlarının, yağma ve talanı hiçbir insani ve doğal sınır tanımaksızın sürdürme arzusuyla faşist hareketlere yaktığı “yeşil ışıktır”. Bugün faşist hareketler ve örgütlenmeler her bir ülkede farklı biçimler alsa da hiç şaşmayan ortak bir özelliğe sahipler: Talana ve yağmaya fütursuzca devam etme arzusundaki sermaye sahiplerinin desteğini arkalarına almaları.
[1] Bu doğrultuda kapsamlı bir sorgulama için Alberto Toscano, Late Fascism, Verso: 2023, Üçüncü Bölüm. [2] Pierre Dardot ve Christian Laval, Never Ending Nightmare: The Neoliberal Assault on Democracy, Verso Books, 2023, s. 13 [3] Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizmler, Yordam Kitap, 2023, s.89. [4] Cenk Saraçoğlu, “Parçalanmış Toplumun Afyonu: Günümüz Faşizminin İdeolojik Kodları”, 9 Ağustos 2024, https://www.ayrim.org/guncel/2024-parcalanmis-toplumun-afyonu-gunumuzun-fasizminin-ideolojik-kodlari/