Gazze’de son bir yıldır bütün dünyanın gözleri önünde bir soykırım sürüyor. İsrail’in bombardımanları, gıda ve ilaç girişini durduran abluka, hastanelerin ve altyapının hedef alınması milyonları hayatta kalma mücadelesine mahkum etti. Geçtiğimiz günlerde dünyanın farklı ülkelerinden Gazze’ye erzak ve dayanışma götürmek için yola çıkan Sumud filosunun engellenmesi, kuşatmanın boyutlarını bir kez daha ortaya koydu.
Bu ablukayla beraber, Avrupa’dan ABD’ye, Latin Amerika’dan Afrika’ya uzanan kitlesel eylemler ve BDS hareketinin yükselişi, Filistin davasına desteğin çok daha geniş bir toplumsal zemine yayıldığını gösteriyor. Bu ortamda gündeme gelen Trump Planı, savaşı bitirme iddiasıyla sunulsa da Filistin halkının temel taleplerini yok sayarken Türkiye’de ise tablo çelişkili. İktidar sert söylemlerle İsrail’i hedef alırken, ticari ilişkileri sürdürüyor. Bir yandan Filistin ile dayanışma eylemleri güçlü bir toplumsal sempatiye yaslanıyor; ancak parçalı yapısı nedeniyle de kalıcı bir siyasi baskıya dönüşemiyor. Dayanışma çoğu kez iktidarın kontrolünde kalıyor; böylece hükümet, toplumsal öfkeyi yatıştırırken İsrail’e karşı caydırıcı hiçbir adım atmıyor.
İşte bu dönemde Filistin meselesini güncel gelişmeler, uluslararası dayanışma ve Türkiye’nin tutumu çerçevesinde ele almak için Erhan Keleşoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımıza verdiği kapsamlı yanıtlar için kendisine teşekkür ediyoruz.
***
1) İsrail’in son bir yılda Gazze’ye yönelik politikalarını okuyucularımıza kısaca hatırlatır mısınız lütfen?
Son bir yılda İsrail, Gazze’ye yönelik topyekûn yıpratma, toplumsal yaşamı çökertme ve katliam üzerine kurulu “BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ndeki tarife uygun soykırım politikaları uyguladı. Askeri operasyonlar aralıksız devam ederken, sivil kayıplar on binlerle ifade ediliyor. Ancak asıl strateji, bölgeyi Filistinli nüfustan arındırmak, yaşanmaz hale getirmek üzerine kuruluydu. Bu dönemde Gazze’ye yönelik abluka, tarihin en ağır seviyesine çıkarıldı; gıda, su, ilaç ve yakıt girişi neredeyse tamamen engellenerek bilinçli bir kıtlık politikası uygulandı. Birleşmiş Milletler ve uluslararası yardım kuruluşlarının raporları, Gazze’de eşi benzeri görülmemiş bir açlık ve salgın hastalıklar krizini belgeliyor. Sağlık sistemi tamamen çöktü, hastaneler ve sivil altyapı sistematik olarak hedef alındı. Uluslararası “Sumud” yardım filosunun engellenmesi de bu ablukanın ne denli katı bir şekilde sürdürüldüğünün kanıtı oldu.
İsrail’in soykırım politikalarına karşı gelişen Filistin’le dayanışma hareketi belki de İsrail’in kuruluşundan beri dünya çapında devlet olarak meşruiyetinin sorgulandığı bir farkındalık inşa etmeyi başardı.
2) Şimdi uygulaması planlanan “Trump Planı”nı tarafları, hedefleri ve kapsamı ile değerlendirir misiniz?
ABD Başkanı Donald Trump’ın girişimiyle ortaya konan ve “Trump Planı” olarak anılan yeni öneri, yaklaşık iki yıldır süren bu yıkıcı savaşı durdurma hedefiyle gündeme geldi. Planın tarafları ABD ve İsrail’in yanı sıra, arabuluculuk rolü üstlenen Katar, Mısır, BAE ve Türkiye’dir. Hamas ise planın muhatabı konumundadır. Planın temel hedefi, çatışmaların derhal durdurulması, İsrailli rehinelerin iadesi, uluslararası bir güvenlik gücünün konuşlandırılması ve Gazze’de yeni bir yönetim yapısının kurulmasıdır. Plan, Hamas’ın silahsızlandırılmasını ve Gazze’nin yönetiminden tamamen çekilmesini; buna karşılık İsrail askeri varlığının kademeli olarak azaltılmasını öngörmektedir. Uzun vadede ise “Filistin Yönetimi’nin ‘reformlar’ sonrası Gazze’de kontrolü devralabileceği” gibi muğlak bir ifade yer almaktadır. Plana göre, başında 2003 yılında Irak’ın işgalindeki işbirlikçi rolüyle tanınan eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in bulunduğu, teknokratlardan oluşan geçici bir uluslararası yönetim kurulacak ve bu yapı, bölgenin yeniden inşasını denetleyecektir. Ancak plan, 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletine, Kudüs’ün statüsüne ve yerleşimciler sorununa dair somut ve adil bir çözüm sunmuyor. Ötesinde Netanyahu defalarca Filistin Devleti’ne ve olası bir Filistin Devleti’ne zemin hazırlayacak herhangi bir adıma karşı olduğunu açıklamıştı. Dolayısıyla bu haliyle plan, askeri çatışmayı sonlandırmayı hedeflerken, Filistin halkının temel siyasi taleplerini ve kendi kaderini tayin hakkını göz ardı eden, daha çok İsrail’in güvenlik endişelerini merkeze alan bir metinden ötesi değil.
3) Türkiye’de mevcut iktidarın hem son bir yıl içinde meseleye yaklaşımını hem de Trump Planı’na yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki mevcut iktidar, yükselen tepkiler nedeniyle son bir yıl boyunca Gazze meselesinde söylem düzeyinde oldukça sert bir tutum sergilemek zorunda kaldı. İsrail’in saldırıları “soykırım” olarak nitelendirildi, uluslararası platformlarda kınandı ve yardım filoları gibi sivil toplum girişimlerine söylem düzeyinde destek verildi. Sumud filosunun engellenmesi de Erdoğan tarafından sert bir dille “haydutluk” olarak tanımlandı. Ancak bu sert söyleme rağmen, İsrail’e koşulsuz destek veren ABD ile ilişkilere zarar vermemek adına İsrail ile olan ticari ilişkilerin tamamen kesilmesi gibi somut ve caydırıcı adımların atılmaması, iktidarın politikasının kamuoyunda ve uluslararası alanda “çelişkili” olarak okunmasına neden oldu.
Mevcut iktidarın Trump Planı’na yaklaşımı ise daha pragmatik bir çerçevede şekilleniyor. Ankara, bir yandan planın Filistinlilerin haklarını tam olarak karşılamadığını ima ederken, diğer yandan kanın durması ve bölgesel istikrarın sağlanması için arabuluculuk rolünü aktif bir şekilde yürüttüğünü söylüyor. Erdoğan ABD ziyaretinde ısrarlı sorulara rağmen Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmediğini açıkladı. Erdoğan, Hamas’la ilişkileri bir koz olarak kullanarak hem Batı hem de İslam dünyasında onları masaya getirecek kilit aktör rolü oynamayı amaçlıyor. Bu tutumu, iktidarın iç politikaya yönelik hamasi söylem ile reel siyaset arasında bir denge kurma çabası olarak değerlendirmek gerekir.
4) Dünyada Filistin destek eylemlerine baktığınızda, hangi ülkelerde nasıl bir mobilizasyon söz konusu?
Gazze’de yaşanan insani trajedi, son bir yılda küresel çapta bir dayanışma seferberliğinin fitilini ateşledi. Özellikle Batı ülkelerindeki mobilizasyon çok dikkat çekici.
Avrupa’da Londra, Berlin, Paris ve Roma gibi büyük başkentlerde yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel protesto gösterileri düzenlendi. Bu eylemler artık sadece Müslüman veya göçmen toplulukların değil, aynı zamanda savaş karşıtı, sol ve insan hakları gruplarından oluşan geniş bir koalisyonun katılımıyla gerçekleşiyor. İtalya’da emek örgütlerinin Filistin için örgütlediği genel grev de bu çabaların zirvesini oluşturuyor.
ABD’de üniversite kampüsleri, boykot ve yatırımların geri çekilmesi talepleriyle BDS hareketinin merkezi haline geldi. Gençler ve öğrenciler arasında Filistin’e destek belirgin biçimde artış gösterdi. ABD’deki İsrail Lobisinin gerek hükümet içerisinde gerekse de ABD Kongresi’ndeki gücü ortadayken Siyonist politikalara verilen destek konusunda sivil toplumda ciddi bir kırılma yaşandığını söylemek mümkün. Cumhuriyetçi Parti’ye yakın sağcı çevrelerde dahi İsrail’e verilen destek, yüksek sesle eleştirilir hale geldi.
Tarihsel olarak sömürgecilik karşıtı bir duruşa sahip olan Latin Amerika ve Afrika’da da devletler ve halklar düzeyinde Filistin’le güçlü bir dayanışma gözlemleniyor. Eylül ayında New York’ta düzenlenen BM Genel Kurulu’na seslenmek için ABD’de bulunan Kolombiya Devlet Başkanı Petro’nun tutumu buna en güzel örneklerden biri.
Son olarak uluslararası alandaki bu seferberliğin İspanya, Fransa, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi güçlü Batı ülkelerinin Filistin Devleti’ni tanımasının ana müsebbibi olduğunu da söylemek gerekiyor.
5) Türkiye’de Filistin’le dayanışma hareketinin bileşimi, kapasitesi ve gücü nedir?
Türkiye’deki Filistin’le dayanışma hareketi, geniş tabanlı ancak yapısal olarak dağınık bir görüntü sergiliyor. Hareketin önemli bir kısmını İslamcı sivil toplum kuruluşları (İHH gibi), dernekler ve cemaatler oluşturuyor. Bunun yanı sıra, sol ve sosyalist gruplar, sendikalar ve insan hakları örgütleri de kendi perspektiflerinden dayanışma eylemleri düzenliyor. Ana muhalefet partisi CHP’nin Filistin ile dayanışma için ayrıca eylemler organize ettiğini de not etmek gerek.
Hareketin en büyük gücü, toplumsal desteğin çok geniş olması ve halkın Filistin davasına duyduğu derin sempati. Ancak bu hareketin zayıf yönü, bu toplumsal gücün sürekli ve organize bir siyasi baskıya dönüştürmekte zorlanılmasıdır. Muhalif kesimler, haklı olarak hükümete yönelik basıncı emen iktidara yakın İslamcı grup ve kuruluşlarla yan yana gelmek istememektedir. Benzeri iktidar çevreleri için de geçerli. Bu sebeple bütünlüklü bir Filistin’le dayanışma hareketi oluşamadı, eylemler genellikle dönemsel kriz anlarında yükseldi. Uluslararası alanda gördüğümüz dayanışma kampanyalarındaki bütünlük ve süreklilik Türkiye’de sağlanamadı. Bu nedenle hükümetin politikalarını somut olarak etkileme gücü yetersiz kaldı, hükümetten söylemsel destek almanın ötesine geçilemedi.