Latin Amerika’dan, Yağmur Ormanları’ndan aşinaydık buna.
Bir maden sahasına karşı çıkan yerliler öldürülür. Ormanları savunan çevreler pusuya düşürülür. Bir şirketin hukuk dışı faaliyetini belgeleyen gazeteci yol ortasında susturulur.
O ülkelerde bu cinayetlerin arkasında devletle şirketin, güvenlikle mafyanın, yatırımcıyla tetikçinin kirli ittifakı olurdu. Hem de uluslararası bir ittifak. Çokuluslu havalı şirketlerin pis işlerini yapan yerel tetikçiler ve çokuluslu havalı şirketlerin “hediye çekleriyle” hayatını sürdüren ve yerel tetikçileri görmemek için doğru yerde kafasını çeviren yerel otoriteler.
Türkiye’ye geldiğimizde şiddet şimdiye kadar bambaşka bir boyutta yaşandı. Ormanını savunan köylülere saldırdılar. Şirketleri protesto eden çevrecilere saldırdılar. Özel güvenlik olup saldırdılar. Kolluk olup saldırdılar. Bazen de ikisinin ittifakı ile saldırdılar. Burada bir çifti özel olarak anmak gerekli. 2017’de Antalya’nın Kızılcık Yaylasındaki dağ evlerinde uğradıkları silahlı saldırıda yaşamını yitiren Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu bir çevreci cinayetiydi. Karanlıkta kaldı. Hatta bu cinayette adı geçenler sonrasında farklı farklı çevrelerin “kahramanı” haline bile geldi. Tekrar bugüne dönersek son günlerde yaşadıklarımız artık bir eşiği aştığımızı gösteriyor. Bugün artık haberi yapan da öldürülüyor.
Hakan Tosun’u tanıyan herkes aynı cümleyi kuruyor: Nerede bir doğa talanı varsa oradaydı.
Validebağ’da parkı savunuyordu. Akbelen’de köylülerle omuz omuzaydı. Hatay’da bir zeytinlik katliamın ardından hakikatin peşindeydi. Artvin’de, Kaz Dağları’nda, Akkuyu’da kameranın arkasında o vardı. İnandığı haberleri yaptı. Herkesin duyması gerekenleri duyurmaya çalıştı.
Ve 10 Ekim gecesi, bir köşe başında otururken, konuştuğu bir kişi tarafından önce darp edildi. Sonra motosikletli bir başka kişi geldi, sonra bir otomobil. Sırasıyla indiler, sırayla tekmelediler, kafasına vurdular. Defalarca. 27 saat boyunca kimliği tespit edilmedi. Kimliği tespit ettirilmedi. Elinden alınan kamera ve belgeler ortada yok. Adı, kardeşinin hastanede onu tesadüfen bulmasıyla öğrenildi.
Bu bir cinayet. Fakat sıradan bir cinayet değil. Yanlış kamera görüntülerinin basına servis edildiği, olay yerini gören kamera görüntülerinin tutuklanan kişilerin aileleri tarafından alındığı, katillerin korunduğu bir cinayet. Bir organizasyon olduğu, bir karartma girişiminin olduğu çok açık.
Ve bu cinayet, sadece bir insanı değil; haber alma hakkımızı, doğayı savunma hakkımızı, gerçeğin peşinden gitme cesaretimizi hedef aldı. Çevrecilere, doğa savunucularına, ekolojistlere yönelen kaba şiddetin bir başka boyuta geçtiğini bize gösterdi. Çok önceden itibaren söylerdik: Çevre mücadelesi bir yaşam mücadelesidir diye. Şimdi iş geldi çevreyi, doğayı, yaşamı savunanların yaşamına dayandı.
Bugün sormamız gereken soru belli: Hakan Tosun’un kimlerin düzenini bozduğu, hangi projelerin zararlarını açığa çıkardığı, kimlerin çıkarına dokunduğu belli değil mi? Bu saldırının izleri Hakan’ın haberlerinde gizli. Bu cinayetin azmettiricileri o manşetlerde, o belgesellerde, o açıklama kayıtlarında saklı. Kanıt mı arıyorsunuz? Haberlere bakın. Orada şüpheliler dizi dizi var. Seçin beğenin alın!
İşte bu yüzden Hakan’ın ölümüyle birlikte susturulmak istenen yalnızca bir gazeteci değil; bir hakikat mücadelesidir.
Ve o hakikat bizim tarafımızdadır. Yaşamı savunan herkesin.
Bugün gazeteciler, ekolojistler, insan hakları savunucuları ve bu ülkede hakikatin peşinden gitmek isteyen herkes aynı soruyu sormak zorunda: #HakanTosunaNeOldu?
Bu soru yalnızca Hakan için değil, kendimiz için de sorulmalı. Çünkü Hakan’ın başına gelenler, hepimizin başına gelebilir. O yüzden bu cinayet aydınlatılmadan, arkasındaki kişiler ortaya çıkarılmadan bu soruyu sormaya devam etmeliyiz.
Ama artık başka soruları da sormalıyız. Eğer yeni bir aşamaya geçildiyse; yani sokak ortasında birileri bir gazeteciyi döve döve öldürebiliyorsa, bu saldırıların arkasında kimlerin olduğu belli değilmiş gibi davranılıyorsa, eğer deliller karartılıyorsa ve kamera görüntüleri seçilerek basına servis ediliyorsa; o zaman bizim de yeni yanıtlar üretmemiz, yeni yollar bulmamız gerekir. Hakan’ın ölecek düzeyde dövülmesi bir cinayettir; saatler süren belirsizlikler ise ikinci cinayettir. İki cinayetle can alacak duruma gelindiyse artık o zaman başka yanıtlar bulmamız gerekmektedir.
Artık öfkemizi yalnızca bireysel tepkilerle değil, bu tehditlere karşı kurumsal ve kolektif bir dayanışma ağıyla büyütmek zorundayız. Aynı çatı altında olmak zorunda da değiliz. Cenazelerde, anmalarda buluşmak dışında bir araya gelmekten bahsediyorum. Ekolojistlerin, gazetecilerin, insan hakları savunucularının ve hukukçuların birbirinden ayrı değil; yan yana, omuz omuza durduğu, birbirinin koruma kalkanı olduğu yeni bir dönemi başlatmalıyız. Bu, duygusal bir çağrıdan öte, örgütlü bir gerekliliktir. Acil durumlarda anında hukuki, lojistik ve psikolojik destek sağlayacak, saldırıyı ulusal ve uluslararası platformlarda hızla görünür kılacak bir “Ağ” gibi somut yapılar kurmalıyız. Tek bir sesi susturmanın bedelini, binlerce sesin ortak gürültüsüyle katbekat artırmalıyız.
Bu dayanışma, alanlarımızın sınırlarını da aşmalı. Unutmayalım: Doğa mücadelesi aynı zamanda bir basın özgürlüğü ve insan hakkı mücadelesidir. Bir doğa savunucusu hedef alındığında, gazeteci camiası en önde yer almalı; bir gazeteci susturulduğunda, ekoloji hareketinin bütün bileşenleri sokağa çıkmalıdır. Birlikte hareket ettiğimizde, hedef tahtasına konulan kişi sayısı artmayacak, tam tersine, saldırganlar için riski ve maliyeti yüksek bir kalkan oluşturulacaktır. Çünkü bu karanlık ittifakların karşısında duran tek güç, bizim organize ve ortaklaşa direnişimizdir. Savunmayı sadece ağaçları, suları korumak için değil, bunların sesi olan insanları yaşatmak için kurmak zorundayız.
Çünkü bu olay yalnızca bir gazetecinin susturulması değil; hepimizin susturulmak istenmesidir. Gerçeğin, doğanın, yaşamın savunusunun hedef alınmasıdır. Ve unutulmamalı ki yaşam, susarak savunulmaz.
Birlikte yaşamak istiyorsak, birlikte korumayı da bilmeliyiz. Bu sadece bir tercih değil; bir zorunluluktur artık. Her birimiz, bir diğerini yaşatmak için, birlikte ayakta kalmak için mücadele etmeliyiz. Çünkü ancak birlikte yaşarsak, gerçekten yaşayabiliriz.
Çünkü Hakan’ın ölümü, birlikte susarsak hepimizin sonudur.