“Hiçbir şey sonsuz değildir… Sonsuz olan yalnız bir şey vardır: o da değişmektir.”
Eflatun
Eflatun’un değişim üzerine bu sözleri, tarih boyunca kadının konumunu da açıklayan bir gerçekliğe işaret eder. Kadınların toplumsal konumu yalnızca kültürel kodlarla açıklanamaz; tarihsel olarak toplumsal üretim ilişkilerinin biçimlenişi, kadın özgürlüğünün önündeki en temel engeli oluşturur. August Bebel’e göre kadının özgürlüğü, erkeğe ekonomik bağımlılığının ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu bağımlılığı üreten özel mülkiyet ve üretim ilişkileri dönüşmeden, patriyarkal düzenin aşılması mümkün değildir. Dolayısıyla kadın sorunu, sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Kadın Özgürlüğü ve Üretim İlişkileri
August Bebel, tarihsel materyalizmi kadın sorununa uyarlarken bu bağımlılığın somut toplumsal kökenlerini inceler. Ona göre özel mülkiyetin ortaya çıkışı, kadının toplumsal üretimden koparılmasının ve ev içine hapsedilmesinin başlangıç noktasıdır. Böylece kadın, yalnızca erkeğe değil, aynı zamanda patriyarkal düzenin kurumsal mekanizmalarına da bağımlı hale gelmiştir. Kadının yeniden toplumsal üretim süreçlerine katılımı, onun ekonomik ve siyasal bağımlılıktan kurtuluşunun önkoşuludur.
Bu yaklaşım, daha sonraki Marksist-feminist literatürde çifte emek ve “yeniden üretim” tartışmalarının da teorik zeminini oluşturur. Kadın yalnızca üretim sürecinde değil, aynı zamanda ev içindeki yeniden üretim faaliyetleriyle de toplumsal işleyişin merkezindedir. Ancak kapitalist toplumda bu emek görünmez kılınır; yani ekonomik değeri yok sayılır ve toplumsal üretim hesabına katılmaz. Günümüzde de bu analiz geçerliliğini korumaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2023 raporuna[i] göre, kadınların öldürülmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en uç noktasıdır. Eğitim eksikliği ve patriyarkal normlarla beslenen erkek ideolojisi, kadının toplumsal konumunun yeniden üretilmesinde önemli bir etkendir.
Kadının Tarihsel Konumu
August Bebel, kadının tarihsel ezilmişliğini biyolojik farklılıklara değil, toplumsal üretim biçimlerine dayandırır. Ona göre kadının ikincil konuma itilmesi, doğadan kaynaklanan “değişmez” bir kader değil, toplumsal ilişkilerin tarihsel dönüşümünün sonucudur. Bebel, sınıfsız ve ilkel komünal topluluklarda kadının görece daha eşit bir konuma sahip olduğunu vurgular. Üretim ve toplumsal yaşam ortak temellere dayandığı için, kadın emeği de topluluk içinde doğrudan değer kazanmıştır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte bu denge bozulmuş, kadın toplumsal üretimden koparılarak ev içi alanla sınırlandırılmıştır. Böylece erkeğin ekonomik üstünlüğü, kadının toplumsal ve siyasal köleleştirilmesini beraberinde getirmiştir.
Bu çerçevede Bebel, Friedrich Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eseriyle paralel bir çizgide konumlanır. Engels’in belirttiği gibi, özel mülkiyetin kurumsallaşması, aynı zamanda “kadın köleliğinin” kurumsallaşması anlamına gelmiştir. Erkek, mülkün miras yoluyla aktarımını güvence altına almak için kadını denetim altına almış; aile kurumu da bu işlevin merkezine yerleştirilmiştir. Dolayısıyla kadının tarihsel konumu, toplumsal üretim ilişkilerinin evrimiyle birlikte sürekli yeniden şekillenmiştir. Kadının ezilmesi, toplumsal üretim biçiminin bir sonucu olarak görülmeli; kadının özgürleşmesi de ancak üretim ilişkilerinin dönüşümüyle mümkün olabilecek bir süreç olarak anlaşılmalıdır.
Kapitalizm ve Kadının Çifte Sömürüsü
Bebel’e göre kapitalizm, kadının tarihsel bağımlılığını sona erdirmek yerine yeni sömürü biçimleriyle pekiştirir. Kapitalist toplumda kadın hem işgücü piyasasında ucuz ve esnek emek olarak kullanılır, hem de ev içinde ücretsiz yeniden üretim emeğiyle sistemin görünmez taşıyıcısı haline gelir.
Sanayi kapitalizminin gelişiminde kadın emeği ucuz işgücü kaynağı olarak görülmüş; ev içindeyse çocuk bakımı, yaşlı bakımı ve hane işleri “kadının doğal görevi” sayılmıştır. Oysa bu görünmez emek, kapitalist üretimin devamlılığı için vazgeçilmezdir: işçi sınıfının yeniden üretimi, yani ertesi gün çalışmaya devam edecek işgücünün varlığı, bu ücretsiz emek sayesinde mümkündür. Sonuçta kapitalizm kadının ezilmişliğini ortadan kaldırmaz; tam tersine onu yeniden üretir ve derinleştirir. Kadın hem üretim sürecinde ucuz işgücü hem de yeniden üretim sürecinde ücretsiz emekçi olarak konumlandırılır.
Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitsizliği, eğitim ve istihdamdaki engeller, Bebel’in işaret ettiği bu “çifte sömürünün” hâlâ güncelliğini koruduğunu göstermektedir.
Burjuva Ailesi ve Evlilik Eleştirisi
Bebel, burjuva toplumunun aile kurumunu, kadının bağımlılığını yeniden üreten bir mekanizma olarak görür. Ona göre modern aile, sevgi ve eşitlik üzerine değil; ekonomik çıkarlar ve mülkiyet ilişkileri üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle evlilik, bireylerin özgür iradelerinden çok, ekonomik zorunluluklar ve toplumsal normlar aracılığıyla biçimlenir.
Kapitalist toplumda kadın, üretim sürecinden dışlanarak ya da düşük ücretli işlere sıkıştırılarak erkeğin gelirine muhtaç hâle getirilir. Bu ekonomik bağımlılık, evliliği yalnızca özel bir ilişki olmaktan çıkarır; kadının toplumsal ikincilliğini kurumsallaştıran bir yapı hâline dönüştürür. Dolayısıyla aile, kadını “özel alana” hapsederek patriyarkal düzenin yeniden üretiminin en etkili araçlarından biridir.
Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni eserinde vurguladığı gibi, aile aynı zamanda mülkiyetin miras yoluyla aktarımını güvence altına almak üzere şekillenmiştir; kadının kontrolü bu işlevin merkezinde yer alır. Babel’in analizi de bu noktada Engels’le örtüşür: aile, bireysel özgürlük değil, toplumsal denetim ve mülkiyet düzeninin sürekliliği için işlev görür.
Bugün de bu eleştiri güncelliğini korumaktadır. Kadınların ekonomik bağımlılığı ve ev içi yükleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en ağır biçimlerinden olan kadın cinayetleri ve aile içi şiddetle doğrudan ilişkilidir. Türkiye’de son yıllarda “aileyi koruma” söylemiyle geliştirilen politikalar, gerçekte kadını eve kapatma stratejisinin ideolojik kılıfıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024’te münferit camilerde başlattığı hutbeleri 2025 Mayıs’ından itibaren eşzamanlı olarak 90.000 camiye yayması ve 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi, bu ideolojik vurgunun toplumsal düzeyde resmîleştirilmiş örnekleridir.
Kapitalist sistem, kadının emeğini yalnızca ucuzluğu nedeniyle değil, “sadakati” nedeniyle de tercih eder. Özellikle evli kadınlar, işverenler açısından daha “uysal” ve “bağlı” işçiler olarak kodlanır. Bu durum, kadının hem işyerinde hem de evde çifte sömürüye maruz kalmasını kalıcılaştırır. Kadınların özgürlük alanı daraltıldıkça, aile kurumu da sevgiye değil, bağımlılık ve itaate dayalı bir yapıya dönüşür.
Sosyalizmde Kadının Kurtuluşu
Bebel’e göre kadının gerçek kurtuluşu ancak sosyalist toplum düzeninde mümkündür. Kapitalist üretim ilişkileri, kadını hem üretim alanında ucuz işgücü hem de ev içi alanda ücretsiz emekçi olarak konumlandırarak toplumsal eşitliğini imkânsız hâle getirir. Bu nedenle kadın özgürlüğü, yalnızca bireysel hak talepleri veya kültürel dönüşümlerle değil, köklü ekonomik ve toplumsal değişimlerle sağlanabilir
Sosyalist toplumda üretim araçlarının toplumsallaşması, kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığını ortadan kaldırır. Kadın, ücretli emeğin eşit bir parçası hâline gelir; ev içi işler de kolektif hizmetler (ör. kreşler, ortak mutfaklar, çamaşırhaneler) sayesinde toplumsallaşarak kadının özel alandaki yükünü azaltır. Böylece kadın hem üretim süreçlerinde hem de toplumsal yaşamda erkekle eşit konumda yer alabilir.
Bebel, bu dönüşümün yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve ahlaki sonuçlar da doğuracağını vurgular. Burjuva toplumunun çıkar ilişkilerine dayalı evlilik kurumu ortadan kalkacak; yerine özgür aşk ve eşitlik temelinde bireyler arası ilişkiler gelişecektir. Aile, baskı ve bağımlılığın değil, özgür iradenin ürünü olan bir birlikteliğe dönüşecektir.
Bu perspektif, sosyalist feminist teori için kurucu bir öneme sahiptir. Kadın sorununun çözümünü yalnızca patriyarkanın kültürel eleştirisine indirgeyen yaklaşımların aksine, Bebel kadın özgürlüğünü sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir boyutu olarak ele almıştır. Kadınların kurtuluşu, işçi sınıfının kurtuluşuyla aynı tarihsel sürecin parçasıdır.
August Bebel’in Kadın ve Sosyalizm Üzerine Düşünceleri
August Bebel’in Kadın ve Sosyalizm adlı eseri, kadın sorununun sosyalist teoriye dahil edilmesi açısından dönüm noktası niteliğindedir. Bebel, kadının ezilmişliğini biyolojik farklılıklara değil, toplumsal üretim ilişkilerinin evrimine bağlayarak, sorunun tarihsel materyalist bir temelde ele alan yaklaşımı, kadın özgürlüğünün toplumsal koşullardan bağımsız olarak düşünülemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur.
Bebel’in çözümlemesinde öne çıkan üç temel nokta:
- Kadının tarihsel köleliğinin özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla kurumsallaşması.
- Kapitalist üretim biçiminin kadınları hem ucuz işgücü hem de ücretsiz ev içi emekçi olarak konumlandırarak çifte sömürüye tabi tutması.
- Kadının kurtuluşunun yalnızca sosyalist toplum koşullarında, yani üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve ev içi emeğin kolektifleştirilmesiyle mümkün olması.
Bebel’in katkısı, kadın meselesini “ikincil” bir sorun olarak değil, sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir boyutu olarak ele almasıdır. Onun “kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez” yaklaşımı, sosyalist feminist düşüncenin temel taşlarından biri hâline gelmiştir.
Elbette Bebel’in perspektifi bazı yönleriyle sınırlıdır. Döneminin koşullarına bağlı olarak, kadın kimliğinin çeşitliliğini ve farklı toplumsal bağlamlardaki deneyimlerini yeterince hesaba katmamıştır. Buna karşın, kadın özgürlüğünü üretim ilişkilerinin dönüşümüyle ilişkilendiren yaklaşımı hem Marksist teori hem de feminist kuram açısından güncelliğini koruyan bir çıkış noktasıdır.
Günümüzde Kadın ve Sosyalizm: Diyanet Hutbeleri ve Aile Yılı
Türkiye’de kadın sorununu güncel üretim ilişkileri ve iktidar aygıtları üzerinden tartışmak, Bebel’in yaklaşımını somutlamamıza imkân tanır. 2024 yılında münferit camilerden başlayan hutbeler, 2025 Mayıs itibarıyla 90.000 camide eşzamanlı olarak uygulanmış, aynı yıl “Aile Yılı” ilan edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hutbeleri ve yayınları, kadınları genellikle “annelik” ve “aile içindeki itaatkâr rol” üzerinden tanımlar; kamusal alandaki varlığı ise ikincil görülür. Bu, Bebel’in işaret ettiği “kadının toplumsal üretimden koparılarak özel alana hapsedilmesi” olgusunun güncel yansımasıdır.
Diyanet, dini referanslarla kadının bağımlı ve ikincil konumunu meşrulaştırarak patriyarkal düzenin ideolojik taşıyıcısı işlevini görmektedir. Kadının toplumsal varlığı, annelik ve eşlik üzerinden tanımlanmakta; ekonomik bağımsızlığı yerine “aile içindeki uyum” ve “fedakârlık” “sadakat” öne çıkarılmaktadır. Bu yaklaşım, kadınları üretim süreçlerinden ve kamusal yaşamdan daha da geriye çekecek geleneksel rollere hapsetmek anlamına gelmektedir.
Bebel’in analizine göre kadınların özgürleşmesi, toplumsal üretim süreçlerine eşit katılımları ve bağımsız bireyler olarak tanınmalarıyla mümkündür. “Aile Yılı” politikaları ise tam tersine, kadını özel alanın sınırlarına hapseden bir ideolojik çerçeve sunmaktadır. Böylece patriyarkal düzen hem ekonomik hem de siyasal aygıtlarla günümüzde yeniden üretilmektedir.
Eğitim, Toplumsal Algılar ve Kadına Yönelik Şiddet
Bebel’in analizinden günümüze uzandığımızda, kadının toplumsal konumu eğitim sistemi ve ideolojik kodlarla yeniden üretilmektedir. Kadınların toplumsal eşitliği, yalnızca ekonomik özgürlükle değil, erkeklerin ve kadınların bilinçlenmesiyle mümkündür.
Eğitimdeki eksiklikler ve dini dogmalarla beslenen erkek egemen ideolojiler, kadına biçilen rollerin ve sınırlı yaşam alanlarının yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır. Bu durum, kadın cinayetleri gibi şiddetin en uç biçimlerinde somutlaşır.
Tarihsel olarak Türkiye’de kadınların toplumsal rollerini tartışan yayınlar da Bebel’in görüşlerinin yerel yansımalarını göstermektedir. Örneğin Kadın Gazetesi (1947–1979), kadının toplumsal konumuna dair tartışmaları gündeme taşıyarak Bebel’in analizlerini Türkiye bağlamında görünür kılmıştır.
Dolayısıyla kadın özgürlüğü ve güvenliği, ekonomik eşitlik, ideolojik bilinçlenme ve eğitim sisteminin dönüşümü üçlüsüne bağlıdır. Eğitim, kadının hak bilincini artırırken, erkeklerin patriyarkal algılarını dönüştürerek Bebel’in işaret ettiği toplumsal köleliğin günümüzdeki ideolojik ve fiziksel tezahürlerini önlemeye hizmet eder.
Sosyalist Çözüm ve Kadının Kurtuluşu
Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığını ortadan kaldırır; ev içi işlerin kolektifleştirilmesiyle kadın özel alandaki yükünden kurtulur. Kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılması (doğum ve süt izinleri, kreşler, çamaşırhaneler, eşit işe eşit ücret uygulamaları vb.) bu sürecin somut adımlarıdır. Böylece kadın hem üretim süreçlerinde hem de toplumsal yaşamda erkekle eşit konumda yer alabilir. Aile, baskı ve bağımlılığın değil, özgür iradenin ürünü olan bir birlikteliğe dönüşür.
Hiçbir şey sonsuz değildir ne tabiatta ne de insan hayatında. Sonsuz olan yalnızca bir şey vardır: değişim. Tarih boyunca kadınların ezilmişliği ve sömürülmesi sanki değişmez bir kader gibi sunuldu. Kadının emeği ucuz emek sayıldı, bedeni denetim altına alındı, toplumsal rolü “annelik” ile sınırlandırıldı. Bu durum yalnızca kapitalist toplumun değil, binlerce yıllık ataerkil kültürün ürünüdür.
Nitekim Batı felsefesinin kurucu isimlerinden biri olan Eflatun, hayatında iki şeye sevinç duyduğunu söyler: hür doğmuş olmaya ve erkek doğmuş olmaya. Bu söz, tarihin en başından beri erkek egemenliğinin “doğal” ve “kaçınılmaz” gibi görüldüğünü gösterir. Erkek üstünlüğü dini, kültürel ve toplumsal normlarla kutsanmış; kadınların varlığı, üretkenliği ve emeği ikinci plana itilmiştir.
Bugün kadınların kurtuluş mücadelesi, tam da bu tarihsel zinciri kırma mücadelesidir. Kadınların hem emekçi olarak ekonomik sömürüye hem de cinsel ve toplumsal baskılara karşı yürüttüğü mücadele, sosyalizmle birleştiğinde gerçek kurtuluşu mümkün kılar. Çünkü kadınların özgürlüğü yalnızca bir “eşitlik” meselesi değil, toplumun tümden dönüşümünün anahtarıdır.
1 Ağustos 2025 Hutbesi: “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği” başlığıyla hazırlanan hutbede, kadınların giyim tarzı (dar, kısa, şeffaf kıyafetler), estetik ameliyatlar ve dövme gibi kişisel tercihleri hedef alınmıştır. Bu eşgüdümlü dini açıklamalar yalnızca inananlara yönelik bireysel bir çağrı değil, devlet aygıtının kullanıldığı merkezi bir toplumsal müdahale niteliği taşır. Kamusal alandaki kadın varlığı, dini normlarla biçimlendirilerek denetlenmek istenmektedir.
15 Ağustos 2025 Hutbesi: Kadınların miras hakları “rıza – kul hakkı – ilahi adalet” üçgenine sıkıştırılarak dini bir çerçeveye hapsedilmiştir. Bu söylem, Türkiye’de yaşayan bütün Müslüman kadınların Medeni Kanun’la kazanılmış haklarına açıkça göz diktiğini göstermektedir. Oysa kadınların miras hakkını güvence altına alan yer, “ilahi adalet” söylemleri değil, Türk Medeni Kanunu’dur. Hutbe diliyle kazanılmış hakların dini öğütle gasp edilmesi, patriyarkal düzenin ideolojik aygıtlarıyla meşrulaştırılmasını hedeflemektedir.
12 Eylül 2025 Hutbesi: “Peygamberimiz ve Aile Ahlakı” başlığıyla sunulan hutbe, kadına sürekli sorumluluk yükler; fedakârlık, sabır ve sadakati onun omuzlarına yıkar, erkeği görünmezleştirir. Kadın, birey olarak değil, ailenin bekası için var olan bir unsur olarak konumlandırılır. “Koruma” adı altında kısıtlamalar uygulanır; yaşam hakkı, nafaka, boşanma hakkı ve estetik tercihleri gibi alanlar kontrol altına alınır.
Son yayınlanan bu üç hutbe ve “Aile Yılı” politikaları, kadının özel alanla sınırlandırılması ve patriyarkal düzenin ideolojik yeniden üretimi açısından güncel bir çerçeve sunmaktadır. Bebel’in analizine göre, kadınların özgürleşmesi, toplumsal üretim süreçlerine eşit katılım ve bağımsız birey olarak tanınmalarıyla mümkündür.
[i] https://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/3088/2023-yillik-veri-raporu