Günlerdir Ege’de süren orman yangınlarını dehşetle izliyoruz. Kentler büyüklüğünde ormanlık alanlar yanarken, iktidar yalnızca izliyor. Her yaz yaşadığımız bu felaketler artık doğa olayları değil; rejimin kamusal kaynakları yağmalamasının, maden şirketlerine sınırsız alan açmasının ve iklim krizine kör kalmasının doğrudan bir sonucu. Madenlerle ilgili yürütülen yağma süreci, akademisyen kimlikli bir ahmağın sözde teknik raporuyla aklanmaya çalışılıyor. Bu tablo, yalnızca doğanın değil, kamunun vicdanının da nasıl yakıldığını gösteriyor.
Tam da bu dönemde rejimin mutlak kötüsü kameraların karşısına geçip, “Türkiye’yi hızlı trenle biz tanıştırdık” diyebiliyor. Bu söz, Beren bebeğin babasının ya da Oğuz Arda Sel’in annesinin yüreğine yıllar sonra bir kez daha kor düşürüyor. Kendisini bir baba olarak tanımlayan Erdoğan, evladını kaybetmiş insanların gözünün içine baka baka bu sözleri söyleyebiliyor. Bu sadece bir gaf değil; kötülüğün ne kadar normalleştiğini, ne kadar özgüvenli bir hale geldiğini gösteriyor.
Sosyal medya ise kötülüğün kurumsallaştığına dair elimizdeki en güçlü örneklem. Rejimin mağduru olan insanların acılarını alaya alanlar, iktidarın kara gömleğinin imitasyonunu giymişçesine hakaret yarışına girenler yalnızca bir nefret dili kullanmakla kalmıyor, aynı zamanda kötülüğün sıradanlaşmasına hizmet ediyorlar.
Ama kötülük yalnızca iktidarda değil. On yıllara yayılan ve seçim başarısızlıklarıyla katmerlenen politik körlük, muhalefet saflarında da kendini gösteriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde “eşit işe eşit ücret” talebiyle greve çıkan 23 bin emekçiye karşı CHP’li bürokratların ve seçilmişlerin takındığı tavır, kara gömleğin yalnızca saraya ait olmadığını gösterdi. AKP, 23 yıllık siyasi pratiğinde 300.000 işçinin grevini türlü bahanelerle erteletmişti. Fakat CHP, 2019’daki İZBAN grevinden bu yana bir ders çıkarmamış. 2025 İzmir BB grevi, bir kez daha gösterdi ki kentli emekçi sınıfların gerçek dostları, sosyalist örgütlenmelerdir.
Kötülüğü sadece bireysel sapmalarla açıklayamayız. Onu ancak toplumsal ilişkiler ve siyasal süreçlerle birlikte anlamlandırabiliriz. CHP’ye yönelik operasyon başlamasa, bu operasyona karşı 19 Mart gençlik direnişi gelişmese, yıllarca ekranlarda konuşmuş, sempozyumlarda boy göstermiş Barış Yarkadaş’ın kara gömleği giydiğini fark edemeyecektik. Toplumsal müdahaleler olmasa, kötülük çoğu zaman görünmez kalıyor. Bu nedenle düşmanı daha net tanımak için bazen cepheyi sadeleştirmek gerekir.
Yakın tarihimizdeki toplu katliamlar, politik cinayetler, köy baskınları; Ezidi, Alevi ve Kürt halklarının yaşadığı acılar hâlâ hafızamızda. Bunlar radikal kötülük örnekleridir. Ama bu topraklarda kötülük bir anda ortaya çıkmadı. Sistemli bir ayrıştırma, susturma ve bastırma süreciyle gelişti. İktidar, 23 yıl boyunca yalnızca bir siyasal hegemonya değil, bir ahlaki çürüme düzeni de kurdu.
Bugün geldiğimiz noktada, bir zamanlar “iktidarı devirmek” üzere kurulan partilerin rejimin küçük ortaklarına dönüşmesi, muhalefet seçmeniyle seçilmiş vekillerin rejim partilerine geçmesi, yalnızca ahlaki bir çöküş değil; kötülüğün kurumsallaşmasının mide bulandırıcı örnekleri haline geldi. Bu insanlar artık rejimin ürettiği argümanlar dışında bir dünya tahayyül edemez hale geldiler. Böylece hem kendilerini hem de umutları öldürdüler.
Ama bu karanlık manzaraya rağmen, hâlâ direnenler var. Bireyler, önce kendilerini; sonra çevrelerini ve nihayetinde dünyayı anlamlandırmaya çalıştıklarında, kötülükle de yüzleşmeye başlarlar. Bu yüzleşme sağlıklı değilse, bireyler kötüye örgütlenir. Rejimin başardığı en büyük şey, tam da budur: Bireyleri seyirci konumuna indirgemek; toplumun tartışma ve eleştiri kanallarını tıkayarak politik alanı sarayla sınırlandırmak.
Yine de umut var. Kimi zaman belediye işçilerinin direnişiyle, kimi zaman oğlunu tren katliamında kaybetmiş bir annenin çığlığıyla, kimi zaman da barış talep ettiği için tutsak edilen bir siyasetçinin susmayışıyla iyilik görünür olur. Rejimin baskılarına karşı erdemini koruyan sosyalistlere, kara gömleği giymeyi reddeden demokratlara, en karanlık zamanda bile onur yürüyüşüne çıkabilen LGBTİ+ bireylere, kanseri yenen oğlunun sevincini binlerce çocukla paylaşmak isteyen babaya bakalım.
İyilik nerede derseniz, işte orada duruyor.
Ama sadece bakmak yetmez. Kötülük örgütleniyorsa, iyilik de örgütlenmek zorunda. Karşı çıkmak, ses vermek, dayanışmak… Bunlar ancak yan yana geldiğimizde anlam kazanır. Bugün, susmayanların, geri çekilmeyenlerin, umutla direnenlerin yanına gitme zamanı. İyiliğin safında durmak, aynı zamanda örgütlü bir hayatı, ortak bir mücadeleyi seçmektir. Kara gömleğe karşı birlikte çıkartacağımız ses, ancak o zaman yankı bulur.