“…Gerçek cennetler, kaybettiğimiz cennetlerdir.”[1]
Son günlerde gençliği fazlaca konuşuyoruz, haklıyız da. Onlar, geleceksizliğe karşı direniyorlar. Politik iradelerini ortaya koydular ve hepimize umudu yeniden hatırlattılar. Gençlik üzerine yapılan analizler, çoğu zaman geleceğin nasıl şekilleneceği sorusunu merkeze alıyor. Gençler, sistemin kapısında bekliyor, öfkeliler çünkü içeriye giremeyeceklerini biliyorlar. Peki ya o kapıdan çoktan geçmiş olan ya da eşikte kalan orta yaşlılar?
Kuşkusuz gençlik, modern toplumda en çok yüceltilen yaşam evresidir; aynı zamanda sanki olup bitmiş bir dönem değil de hep biraz eksik kalmış bir ihtimaller bütünü gibi hissedilir. Sosyal medya algoritmaları, reklam estetiği ve hatta siyaset, gençliği bir arzu nesnesi olarak sunarken istatistikler, gençliğin işsiz, borçlu ve umutsuz olduğunu gösteriyor. Gençlik hem pazarlanıyor hem de harcanıyor.
Orta yaş[2] ise toplumsal sistemin taşıyıcısı rolünde, geleceğe dair hayallerden ziyade bugünün sorumluluğunu üstlenir. İş gücünün, üretim süreçlerinin, ebeveynliğin ve bakım emeğinin önemli bir kısmı, bu yaş grubunun omuzlarındadır. Tüm bu işlevselliğine rağmen orta yaş, politik söylemlerde ve kolektif tahayyüllerde neredeyse hiç yer bulamıyor. Ekonomik faaliyetin ana taşıyıcısı konumundaki orta yaş, siyasal temsilden ziyade piyasa dinamiklerinin nesnesi olarak konumlandırılıyor. “30’lar yeni 20’ler, 40’lar yeni 30’lar” gibi popülerleştirilen söylemler, orta yaşın yaşamsal yükünü görünmez hale getirirken, kapitalizmin iki çelişkili ancak birbirini tamamlayan sonucunun yani kalıcı güvencesizlik içinde uzayan bir yaşamın normalleşmesine katkıda bulunuyor. Beklenen yaşam süresinin uzaması, doğum oranlarının azalması ve hane halkı fert sayısındaki ciddi düşüş, Türkiye’nin yaşlanmakta olan bir ülke olduğunu gösteriyor. Nüfusun aktif çalışma ve topluma katılma yaşını yukarıya çekmek zorunda olduğumuz gerçekliği, orta yaş konusunu son zamanlarda görünür hale getirdi.
Kuşakları harflerle tanımlamanın; toplumsal olayları, politik ve ekonomik dönüşümleri, sınıfsal konumları, toplumsal cinsiyet ve etnisite gibi kimlikleri ve tüm bunların kesişimselliğini göz ardı etme riski taşıdığı için, fazlasıyla genelleyici ve indirgemeci olduğunu düşünüyorum. Ancak bu sınıflandırmaların, yaygın kullanımları nedeniyle düşünme biçimlerimizi ve kamusal dili şekillendirdiği açık. Bu nedenle, hakim kuşak tanımlarını olduğu gibi yeniden üretmeden, onları daha incelikli ve bağlamsal bir biçimde ele almak gerekiyor.
Y kuşağı, 1980-1995 yıllarında doğanların, genellenebilir ortak sosyoekonomik davranış kalıplarına sahip oldukları kabul görüyor. Oysa, bu yaş aralığındakilere ait iki farklı alt kuşak olduğunu düşünüyorum. Bu tanıma referansla, 1980-1990 doğumlular ile 1990-1995 doğumlular arasında yaş farkından ziyade, ekonomi politik kırılmanın doğurduğu bir ayrışma söz konusu.
Bu yazıda, yaklaşık olarak 1980-1990 arası doğanlar ve 2000’li yılların ortasında işgücüne katılanları Altın Saat Kuşağı,[3] 1990-1995 arasında doğanlar ve özellikle 2010’lu yılların ortasında emek piyasasına adım atanları ise Artçı Kuşak[4] olarak adlandırıyorum. Bu ayrım, mutlak bir kronolojik sınıflamadan çok, bireylerin hangi ekonomik ve politik konjonktürde işgücü piyasasına dahil olduklarına dayanıyor. Elbette emek piyasasına dahil olma yılları itibariyle, iki dönem arasında geçişken bir kesim, örneğin 1988-1992 doğumlular, kimi Altın Saat Kuşağı’nın görece olanaklarına erişebilirken, kimileri Artçı Kuşağın belirsizliklerini daha erken deneyimlemiş olabilir. Bu çerçevede yapılan ayrım, sınıfsal pozisyonlarla kesiştiğinde daha da belirginleşecektir.
Burada ileri sürdüğüm ayrım, tabii ki sınıfsal tanımlama yapmıyor; ancak sınıflar arası farkları yatay kesen, kuşak içi bir kırılmaya işaret ediyor. Bugün Z kuşağı için konuştuğumuz geleceksizlik, aslında Artçı Kuşağın maruz kaldığı güvencesizliğin kurumsallaşmış biçimi. Z Kuşağı neden kapının dışında kaldı sorusunun yanıtı, o kapının eşiğinde durmak zorunda kalan Artçı Kuşağın karşılaştığı koşullarda gizli. Çünkü o eşik, geçilmesi gereken bir sınır değil, sonraki kuşakların önünü tıkayan yapısal bir mirası ifade ediyor.
Refah ile Kırılma Arasındaki Orta Yaş
Öncelikle, argümanımı ekonomik dönemselliğe atıfla biraz daha inceltmek isterim. Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan iki mali krizin ardından Türkiye, IMF stand-by anlaşmalarına[5] bağlılığı ile kamu maliyesi ve para politikasındaki istikrarı, geniş kapsamlı özelleştirmelerin sağladığı kaynaklar[6] sayesinde uluslararası firmalar için parlayan bir yıldıza dönüşmüştü. Türkiye’nin küresel ekonomik sisteme tam entegrasyonunu sağlayacak yapısal dönüşümlerin ve sermayeye sağladığı avantajların meyvelerini vermeye başladığı bir dönemde Altın Saat Kuşağı, üniversiteden mezun oldu ve hayata atıldı.
Türkiye, 2008 küresel finansal krizinin ardından oluşan düşük faizli küresel likidite bolluğu ve artan döviz girişlerini inşaat sektörünü merkezine alan bir büyüme stratejisine yönlendirdi. Krizin etkisiyle 2009 yılında %4,7 oranında daralan ekonomi, 2010’da %9,2 ve 2011’de %8,5 gibi yüksek oranlarda büyüyerek hızlı bir toparlanma süreci yaşadı.[7] Bu dönemde Türkiye, küresel ölçekte en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer aldı. Söz konusu büyüme süreci, aynı zamanda üniversite mezunu kentli gençlerin görece daha yüksek ücretlerle ve hızla istihdam edilebildiği, geçici ancak aynı zamanda dikkat çekici bir dönemi de beraberinde getirdi. Öte yandan, dış finansmana yüksek düzeyde bağımlı olan bu büyüme modeli, cari açık ve makroekonomik dengesizlikler gibi yapısal sorunları derinleştirdi. 2013 yılında ABD Merkez Bankası’nın (FED) parasal sıkılaşma sinyalleri vermesiyle Türkiye, sermaye akımlarında daralma ve artan ekonomik kırılganlıklarla karşı karşıya kaldı.
Aralık 2008’de başlayan küresel parasal genişleme süreci her ne kadar Mayıs 2013’e dek kademeli olarak daralarak son bulmuş olsa da bu dönemde Altın Saat Kuşağı, düşük faizli kredi olanakları sayesinde ev, otomobil ve seyahat gibi orta sınıfa özgü tüketim kalıplarına erişim sağlayabildi. Böylece bu kuşak, Türkiye’de neoliberal büyüme mitinin belki de ilk ve son somut karşılığı olan krediye dayalı kentli yaşam modelinin taşıyıcısı haline geldi. Günümüzde sıklıkla tartışılan orta sınıfın çözülüşü tartışmalarının toplumsal öznesi de tam olarak Altın Saat Kuşağı’dır diyebiliriz. Türkiye’nin 1990’lardaki makroekonomik kırılganlıkların oluşturduğu baz etkisiyle düşünüldüğünde, bu kuşağın görece istikrarlı ve avantajlı konumu, yapısal bir eğilimden çok geçici ve ayrıksı bir ekonomi politik konjonktüre denk düştü.[8]
Altın Saat Kuşağı aynı zamanda Türkiye’de orta sınıflaşmanın hızlandığı dönemin kentli genç emeğini de ifade ediyor. Ve tabii erken emekliliği son anda yaşayabilenler de onlar oldular. Yazıyı öznel gözleme dayandırdığım için yer yer kültürel orta sınıftan söz eder gibi olabilirim. Fakat bir orta sınıf tartışmasını yapmaktan ziyade, Türkiye’nin son 20 yılındaki ekonomik ve politik dönüşümlerin Y kuşağının sınıfsal konumlanışlarını yatay olarak kesen sistematik bir bütünsellik taşıdığını ifade etmek istiyorum.
Altın Saat Kuşağı, 2000’lerin başındaki AKP’nin Avrupa Birliği müzakereleri, görece demokratikleşme söylemleri ve kentli piyasa aktörlerinin yükselişiyle şekillenen sosyolojik yapının hem tanığı hem taşıyıcısı oldu. İyi üniversitelerden mezun, yabancı dil bilen, çok uluslu şirketlerde yüksek ücretlerle istihdam edilen gençler, piyasa mitine büyük oranda koşulsuz bir sadakatle bağlandılar. Bu sadakat, neoliberal dönüşümün Türkiye’deki kültürel taşıyıcılarını da belirledi. Ve toplumsal başarı anlatısını bu kuşak belirlemiş oldu.
2008 küresel finansal krizinin, Türkiye’de Y kuşağının ayrışmasındaki belirleyici rolü, daha önce de ifade edildiği üzere, kısa vadeli sermaye akımlarının yarattığı parasal bolluğun 2013 itibarıyla sona ermesinde yatıyor. Bu koşullar altında, işgücüne 2010’ların ortasında dahil olan Artçı Kuşak, göreli parasal daralma ve sermaye çıkışlarının etkilerinin hissedildiği bir dönemde hayata atıldı ve tersine rüzgârla karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla, Artçı Kuşak için emek piyasasına girişteki başlangıç koşulları iktisadi olarak bütünüyle farklı hale geldi. İktisadi konjonktürün sağladığı olanaklar içinde bütünüyle geçici bir politik faydacılıkla inşaat odağında zenginleşen Türkiye, gelir adaletsizliğinin kazıklarını daha derine çaktı. Bu bolluk yıllarından sonra da devlet eliyle hepimizin adlarını ezbere saydığımız sermaye gruplarını büyütmeye başladı. Ayrıca, bu yıllardan sonra Türkiye’nin belirgin bir iktisadi kalkınma planına ya da doğrultusuna sahip olmadığını da biliyoruz.
Şimdi de Artçı Kuşağın tam da iş gücünde ilk yıllarını tamamlarken yani becerebilirse tasarruf edebileceği evredeki politik olaylar silsilesini hatırlayalım: 2013 Gezi Direnişi sonrası politik otoriterleşme, Haziran 2015-Aralık 2016 arasında düzenlenen terör saldırılarında yüzlerce sivilin hayatını kaybetmesi, kamusal alanın güvenlik sorunu ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması,[9] 2016 darbe girişimi sonrası sağcı söylemin tahakkümünde birlik, 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile rejimin değişmesi ve akabinde 2018 döviz krizi ile kronikleşen enflasyon ortamı ve tabii 2020 Covid-19 Pandemisinin olağanüstü ekonomik ortamı.
Anlaşıldığı üzere, Artçı Kuşak, mezun olur olmaz ekonomik güvencesizlikle karşı karşıya kaldı; Altın Saat Kuşağı ile aynı orta sınıf yaşam pratiklerine ulaşması hem gecikti hem de hayal kırıklığına dönüştü. Bu durum, Y kuşağındaki bireylerin aslında farklı ekonomik rejimlere göre biçimlendiğini, bu nedenle tekil bir kuşak tanımının sınıfsal farkları maskeliyor olabileceğini gösteriyor. Yani 2010 öncesi işgücü piyasasına katılanlar, yükselen orta sınıfın son nesli olurken sonrasındakiler, göçmek zorunda kaldı, bumerang gençlik[10] oldu ya da esnek emek içinde sıkışan bir sınıfsal pozisyona itildi.
Altın Saat Kuşağı’nın düşük maliyetli krediler sayesinde eriştiği tüketim pratikleri, Artçı Kuşak için geçici bir refah yanılsaması ve hatta beklentisi oluşturdu. Bugün, aynı işlevi gören diplomalar, çok daha düşük ücretlerle ve istikrarsız koşullarda karşılık bulabiliyor. Aradaki fark yalnızca gelir değil; aynı zamanda aidiyet, umut ve mücadele imkanlarına dair bir kırılmayı da barındırıyor. Üstelik bu başarı anlatısının temelinde çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçek var: Borçlanabilmek bile belli bir birikimi, en azından bir peşinatı gerektiriyor. Öte yandan, bugün Artçı Kuşak için, ücretli emek geliriyle temel ihtiyaçları karşılamak bile çoğu zaman mümkün değil. Bu nedenle bir dönem çokça tekrarlanan başaranlar anlatısı, yalnızca gençler için değil, Artçı Kuşak için de giderek çürüyen bir mite dönüştü.
Ve bu mitin çözülüşü, aslında Gezi Direnişinde sınıfsal bir çatlak olarak kendini çoktan göstermişti. Gezi Direnişi, yalnızca bir yaşam tarzı mücadelesi değil, aynı zamanda genç beyaz yakanın bu başarı kurgusunda yer bulamayışının, önceki anlatının anlamını kaybedişinin toplumsal ve politik bir ifadesiydi. Büyük toplumsal olayların o kuşağın sosyoekonomik ve kültürel yönelimini kökten etkileme gücü, kuşağı tanımlar hale geliyor. Böyle bakınca, Gezi Direnişi yalnızca politik bir patlama değil, bir yanıyla da ayrıştırmak istediğim Y kuşağı içindeki kırılmanın baskın açıklayıcısı oluyor. Çünkü, Gezi Direnişinin kentli, yeni işçileşmiş gençler üzerindeki etkisi, aynı zamanda politik, sınıfsal ve kültürel bir uyanış niteliğindeydi.
Ekonomik Gerçeklik[11]
TÜİK’in 2024 Gençlik İstatistikleri’ne göre Türkiye’deki her 10 gençten 6’sı iş gücüne dahil değil. Geniş tanımlı genç işsizliğinin oranı %37[12] iken ne eğitimde ne istihdamda (NEED) olanların oranı %23.[13] Bu tablo, gençliği romantize etmek yerine onun nasıl kırılganlaştığını gösteriyor. Ancak mesele sadece gençler değil. Gençliğini geride bırakmış erken orta yaşlılar (35-44 yaş arası)[14] da artık benzer bir kırılganlıkla karşı karşıya. Ekonomik göstergeler, orta yaşın da artık bir başarı ve istikrar dönemi olmadığını söylüyor. Orta yaş, bir zamanlar ev sahibi olma, kariyerde ilerleme ve toplumsal saygınlıkla eşleşirken bugün, pek çok kişi için bir ertelenmişlikler mezarlığına dönüştü.
Türkiye’de erken orta yaş ekonomik kırılganlığın en yoğun hissedildiği gruplardan biri haline gelmiş görünüyor. TÜİK’in 2003-2024 Mutluluk Araştırmaları Raporu, 35-44 yaş aralığının bir zamanlar en yüksek mutluluk oranına sahipken (2003: %61) günümüzde en sert düşüşü yaşayan gruba (2024: %48) dönüştüğünü ortaya koyuyor. Bu kırılma, ekonomik ve toplumsal koşullarla baş etme düzeyinin doğrudan etkilendiğinin kanıtı niteliğinde.[15]
TÜİK’in 2024 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması “Son Bir Yılda Borçlanma” verilerine göre, bireysel borçlanma oranı en yüksek yaş grubu %42 ile 35-44 yaş aralığında. Onu %39 ile 25-34 yaş grubu izliyor.[16] 2020-2024 verileri bu iki yaş grubu için borçlanma oranlarının düşme eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu, bireylerin mali disiplin kazandığına değil, aksine gelir kayıpları ve kredi erişiminde yaşanan güçlükler nedeniyle borçlanabilirliğin azaldığına işaret etmekte.
Diğer önemli bir veri de ev sahibi olmak. Mülklenebilme ile sisteme dahil olabileceğiniz birincil bağ. TÜİK’in 2020-2024 yılları arasındaki verilerine göre, 25-34 yaş grubundaki bireylerin son bir yıl içinde ev alma oranı %3,3’ten %1,9’a geriledi. Benzer şekilde, 35-44 yaş grubunda bu oran %3,5’ten %2,9’e düştü. Bu veriler, Artçı Kuşağın ekonomik olarak barınma güvencesi elde etmekte zorlandığını ve konut piyasasına erişimin giderek daraldığını gösteriyor.[17] Büyük şehirlerdeki konut fiyatlarının reel gelir artışını fazlasıyla aşması, orta yaş grubunu ya kiracı kalmaya ya da uzun vadeli borçluluğa mahkum ediyor. Öte yandan, kuşaklar arası sosyal güvenlik uçurumu derinleşti. Artçı Kuşağın önemli bir kısmı, emeklilik için gerekli prim gününü dolduramayacak ve bu da ileride düşük emekli maaşı riskini artırıyor.[18] Kayıt dışı çalışmanın halen %25 seviyelerinde olması, bu güvencesizliği daha da derinleştiriyor.
Orta yaşın artık bir istikrar dönemi olmaktan çıkıp belirsizlik ve esneklik kıskacında bir mücadele çağına dönüştüğü çok açık.
Sonuç Yerine
Tüm bunlar Y kuşağını, çok katmanlı ekonomi politik bir olguya dönüştürdü. Dolayısıyla kuşağı bölen, iş hayatına hangi dönemde adım attığı, hangi ekonomik iklimde borçlandığı ve başarıyı hangi ideolojik hikayeyle içselleştirdiğiyle belirlendi. Kendisini sıyrılmış gibi görenler, çoğu zaman borçlanmanın maliyetine katlanacak gelirleri olamadığından uzun vadeli mülk edinimi yerine günlük tüketim konforlarıyla kendilerini avuttular. Bu kuşak için artık sınıfsal fark yalnızca gelirle değil, geçmişle kurulan ilişki ve gelecekle kurulamayan bağ üzerinden tanımlandı.
Kaba bir çıkarım yapacak olursak, bu yapısal gerilimi erken fark edenler ve bir önceki kuşağın sahip olduğu olanakların kendileri için sürdürülemez hale geldiğini görenler, çözümü göç etmekte buldu. Böylece Türkiye’nin beyin göçü olgusu da yalnızca bireysel başarı hikayeleriyle değil, kolektif bir sınıfsal çıkış stratejisi olarak tezahür etti diyebiliriz.
Yurt dışına göçmüş olanlar, orada kalmak ve dönmek arasında sıkışanlar, burada kalmaya mecbur kalanlar ya da gitmemekte inat edenler… Hepimiz, farklı biçimlerde yarım kalmış bir gençliğin gölgesinde yaşıyoruz. Orta yaş, artık yeni bir kırılganlık dönemi değil, duygusal dayanıklılığın, politik mücadelenin ve kolektif sorumluluğun da yaşı…
[1] Marcel Proust, Kayıp Zamanın İzinde, Yakalanan Zaman. [2] Bu yazıda kullanılan “orta yaş” tanımı, TÜİK, SGK ve İŞKUR’un yaş sınıflandırmalarının ortalamalarına dayanmaktadır. TÜİK, 35-54 yaş aralığını orta yaş olarak tanımlarken; SGK, 30-64 yaş aralığını aktif çalışma ve emeklilik öncesi dönem olarak ele alır. İŞKUR ise 35-49 yaş grubunu orta yaş işgücü olarak sınıflandırmaktadır. Bu nedenle yazıda yalnızca orta yaş dediğimde 30’lu yaşların ortasından 50’li yaşların başına uzanan dönem ele alınmıştır. [3] Altın saat (golden hour) kavramı, travma cerrahisinde hayati müdahalenin en kritik zamanı olarak kullanılır. Sosyal bilimlerde ise geçici fırsat penceresi ve dönüşü olmayan eşiğe gelmeden önceki özgün evreleri tanımlamak için mecazi olarak uyarlanmıştır. [4] Artçı Kuşak tanımlaması, jeolojide büyük bir depremin ardından gelen ve sarsıntının etkilerini sürdüren artçı şoklardan; askeri terminolojide ise geri çekilen birliğin güvenliğini sağlamak üzere geride kalan kıtadan esinlenmiştir. Bu bağlamda kuşak hem önceki kırılmanın yükünü taşır hem de onun mirasıyla baş etmeye çalışır. [5] “Türkiye, Kasım 2000’de IMF’den 5,8 milyar SDR (8 milyar $)’lık ek kaynak talep etti. Bununla birlikte 2002 yılında yapılan 18. Stand-by anlaşması 11,9 milyar SDR (16,5 milyar $) ile Türkiye’nin en çok fon yardımı aldığı anlaşma oldu”. https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-imf-iliskileri [6] Orhangazi, Ö. (2019). Türkiye Ekonomisinin Yapısal Sorunları, Finansal Kırılganlıklar ve Kriz Dinamikleri. Mülkiye Dergisi, 43(1), s. 111-137. https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/44593/678955 [7] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Gayrisafi-Yurt-Ici-Hasila-4.-Donem-2011-10785#:~:text=2011%20y%C4%B1l%C4%B1%20gayri%20safi%20yurti%C3%A7i,114%20874%20Milyon%20TL%20olmu%C5%9Ftur. [8] Bu yazının gözlem ve analiz alanı ise esas olarak bu dönemle özdeşleşen kentli, üniversite mezunu, beyaz veya gri yaka çalışanları kapsamaktadır. Genç girişimciler, mavi yakalı orta yaşlılar ya da farklı sınıfsal kesişim alanlarındaki deneyimler bu çerçevenin dışında tutulmaktadır. Dolayısıyla aktarılan çözümlemeler, doğası gereği kişisel gözlem temellidir ve bu nedenle sınırlı ve sapmalı örüntüler içerebilir. Ancak bu sınırlılık, aynı zamanda belirli bir sosyoekonomik kesimin dönüşümünü anlamaya yönelik odaklanmış bir çabanın da zeminini oluşturmaktadır. [9] Türkiye’de Haziran 2015-Aralık 2016 arası düzenlenen saldırılarda 500’e yakın kişi hayatını kaybetti https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38365351 [10] Bumerang gençlik kavramı, eğitimini tamamladıktan sonra ekonomik nedenlerle aile evine geri dönen gençleri tanımlar. Bumerang gibi yuvaya dönüşü simgeler; bu durum özellikle işsizlik, yüksek kiralar ve güvencesiz istihdam gibi yapısal sorunların arttığı ülkelerde yaygındır. [11] Bu bölümdeki veriler, bir önceki bölümde kategorize ettiğimiz Altın Saat Kuşağı ve Artçı Kuşak için yaş aralıklarına doğrudan adreslenen nitelikte olmasa da orta yaşa ait sosyoekonomik arka planı sunmaya çalışmaktadır. [12] DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesinden (emar) “Genç Emeği Raporu” [13] Türkiye İstatistik Kurumu. İstatistiklerle Gençlik, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Genclik-2024-54077 [14] Erken orta yaş (early middle age) ifadesi Dünya Sağlık Örgütü’nün 25–44 yaş aralığını “genç yetişkin” olarak tanımlamasına dayansa da sosyal bilimlerde 30–44 yaş arası bireyler genellikle erken orta yaş olarak ele alınmaktadır. [15] Türkiye İstatistik Kurumu. Yaşam Memnuniyeti Araştırması 2003-2024 (medas) [16] Türkiye İstatistik Kurumu. Yaşam Memnuniyeti Araştırması. “Son Bir Yılda Borçlanma” 2000-2024 (medas) [17] Türkiye İstatistik Kurumu. Yaşam Memnuniyeti Araştırması. “Son Bir Yılda Ev Alma” 2000-2024 (medas) [18] Sosyal Güvenlik Kurumu 2024 Yılı İstatistikleri. Tablo 1.20- 4/1-a kapsamındaki zorunlu sigortalıların yaş, cinsiyet, birikimli prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık süresine göre dağılımı, 2024 https://www.sgk.gov.tr/Istatistik/Yillik/fcd5e59b-6af9-4d90-a451-ee7500eb1cb4 https://www.sgk.gov.tr/Content/Post/785eac3b-d260-47b5-8103-ae591b2ac320/4a-Hizmet-Akdi-ile-Calisanlar-2024-01-11-02-39-38