“Ortam!” Demokratikleşme / Demokratik Cumhuriyet

Can Atalay8 Ekim 2025

Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm (BDS) yazımda “demokrasi/demokratikleşme” başlığı altında, “otoriterliğe karşı mücadelenin ana ekseninin, bütün toplumsal ve siyasal hareketlerin kendilerini özgürce ifade edip örgütlenebilecekleri bir demokratik ortam önermek, bunun hattını ve ilişkilerini oluşturmak” olduğunu yazdım.

Demokratikleşme ve sosyalizm mücadelesinin birbirine etkisi ve bağlantısı üzerine Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm yazıma bakılabilir. Yine de bir özet yapayım: Demokratikleşme ve sosyalizm ikili siyaset konusu değildir. Bir yandan sosyalizm hedefiyle mücadele ederken diğer yandan günlük güç dengelerine göre siyaset belirleyemeyiz. Her güncel tavrımız, her güncel sözümüz ilkelerimizin ve hedefimizin belirleyici izlerini taşırlar. Siyaset “öngörülebilen orta vade”de gerçekleştiğinden her dönem belirleyici soru “mevcut duruma nasıl müdahale edeceğiz?”dir. Böylesi bir sorumlulukla sürdürülen siyasal çalışma emeğiyle yaşayan yurttaşların toplumsal yaşamda ve siyasette yönlendirici ağırlık kazanabilmelerini sağlar, toplumsal değişim ve dönüşümün dinamiklerini oluşturabilir. Bu nedenle “ortam/demokratikleşme” üzerine yazmak güncelden geleceğe uzanan sosyalizm için mücadele hattımız üzerine de yazmaktır.

Ortam” konusunun günümüzde uluslararası boyutu da var. Özgürlüklerin kaleleri olan bölgelerde/ülkelerde de siyasi mücadelelerin en üstünde yerini alıyor. Öyle ki demokratik ve sol hareketler “faşisti seçmektense hırsızı seç” sloganı ile seçimlere katılabiliyor.

Otoriterlikten mağdur olan her toplumsal ve siyasal harekete bir ortam önerimiz –otoriterlik karşıtı siyasal hattımız- güncel durumun önceliklerinden kaynaklanan mücadele başlıklarından oluşuyor. Ancak ülkemizde toplumsal ve siyasal mücadeleyi çerçeveleyen “ortam”ın çözülmesi gereken sorunları daha köklü ve daha yaygın. Cumhuriyet’in, bir bölümünü çözerken diğer yandan da her alanda biriktirdiği sorunların demokratik yöntemlerle çözülmesi üzerine konuşuyoruz.

Ülkemizde Cumhuriyet ve demokrasi ilişkisinin tarihsel kökleri var. Ancak bir tarih tartışması üzerinden de sonuca ulaşacak bir sorun değil. Çünkü bugün toplumsal ve siyasal sahnede etkin olan siyasal hareketler, sınıflar ve toplumsal kesimler 100 yıllık tarih içinde zaman zaman yan yana, zaman zaman karşı karşıya geldiler. Demokratik Cumhuriyet’i tarih tartışması üzerinden çözmeye çalışırsak durum kabaca “tarihsel haklılık” tartışmasına dönüşür ki buradan da yeniden inşa süreci kurmak olanağı bulunamaz.

Günümüzde farklı kesimler farklı kavramlarla ifade etseler de -Cumhuriyet’i Demokrasi ile Taçlandırmak, Cumhuriyeti Demokratikleştirmek, Demokratikleşme, Demokratik Cumhuriyet, vb. vb.- yakın içeriklere işaret ediyor. Bu paralellikler üzerinden tarih tartışmasının ayrıştırması yerine güncel yakınlıkları öne çıkartmak birleştirici olacaktır.

Demek ki hem nasıl bir ortam hem nasıl bir yöntem titizlenmemiz gereken önemli mevzulardır.

***

Siyasi hattımızı belirlediği için güncel durumun bir çerçevesini çizmeye çalışalım.

Marksist akademisyen Cem Eroğul, Devlet Nedir’de devletin üç temel işlevi olduğunu yazar. Birincisi egemen sınıf çıkarı, ikincisi toplumun ortak çıkarı, üçüncüsü devletin kendi çıkarı.

“Devlet Nedir” üzerine en aydınlatıcı okumalarımdandır. Başlıkları detaylandırmak başlı başına bir yazı konusu olur. Başlıkların güncelle bağlantısına geçmeden yine de birkaç not düşmezsem eksik kalır.

Ortak çıkar, hepimiz aynı gemideyiz” demagojilerinin teşhiri için epeyce mesai harcıyoruz. Çokça tekrarlarız: “Ortak çıkar/aynı gemi kavramları bir aldatmacadır.” Egemenlerin kendi çıkarlarını toplumun ortak çıkarları için takdim etmeleri genel yöntemleridir. Titizlenmemiz haklıdır, yerindedir. Dolayısıyla Marksist gelenekte genel eğilim, devletin toplumun bütününe karşı olumlu rol oynayabileceği görüşüne mesafelidir. Marx’ta devlet sorununda “zor” ile “üretici güçlerin korunması ve geliştirilmesi” yan yana yer aldığı halde süreç içinde vurgu “zor”a kaymış, neredeyse çoğunlukla hâkim vurgu halini almıştır. “Üretici güçlerin korunması ve geliştirilmesi” öylesine önemlidir ki üç işlevin de dayanağı/zemini durumundadır.

Cem Eroğul’a göre “genel çıkara yönelik birtakım temel görevlerini yerine getirmeyen hiçbir devletin yaşamını sürdüremeyeceği de açıktır”. Alışageldiklerimizden epeyce farklı -birçok bakımdan da zıt- önermesi Gramsci’nin hegemonya, meşruiyet, zor/rıza, havuç/sopa görüşlerini de içermekte, kanımca özgür katkılarda da bulunmaktadır.

Katıldığım analizin özeti budur. Tartışmayı genişletmeyeceğim. Amacım siyasi hattımızı doğrudan etkileyen ikinci ve üçüncü işlevin güncel durumdaki halidir.

Üçüncüsünden, sistemin uzun erimli çıkarlarını korumak amacıyla devletin uzun erimli işlevinden başlayalım. Varolan ekonomik ve toplumsal sistemi/üretim tarzını/mülkiyet ilişkilerini kollamak ve sistemin devamı için uzun erimli önlemler almak işlevine bakalım. Bu işlev günümüzde bütünüyle varolan iktidarın “uzun vadede kalıcılığını sağlamak, bekasının devamı” önceliğine dönüştü. Günlük kullanımda sıkça duyduğumuz “devlet aklı” bir kurum olarak devletin “uzun erimli davranışı”na işaret eder. Ancak bu “akıl”, “otoriterliğin uzun erimli varoluşunu kollayan akıl”a dönüşmüş durumdadır.

Uzunca süredir bu dönüşümü “ikili hukuk/ikili işleyiş” olarak tanımlayanlardanım. Kavram yapılanı/edileni/yapılacakları açıklıkla tanımladığı için son günlerde yaygın olarak kullanılıyor. “İkili hukuk/ikili işleyiş”i özetlersek: Otoriterliğin devamı için yapılması gereken herşey anlamına gelen beka, alanına giren her konuda -siyaset, ticaret, sosyal yaşam vb.- yazılı hukukun/kuralların/kurumların işlevini en aza indirmiştir. Artık beka esasıyla işleyen kurumlar(!), yazılı kurallara göre değil “bekanın” o anki gereklerine göre belirlenen kurallara(!) göre ne yapacağını, nasıl davranacağını belirlemekte ya da bir direnç varsa öyle davranmaya zorlanmaktadır.

Üçüncü işlevin “otoriterliğin bekasını savunma“ya dönüşmesi ikinci işlevi de esastan dönüştürmüştür -etkileşimin tersi de geçerlidir-. Güncel durumda “toplumun ortak çıkarı” alenen belirli bir çevre ve ilişkiler ağının çıkarlarını kollamaya/geliştirmeye dönüşmüştür. Bir karar çevresi ve etrafında yaygın bir çıkar çevresi her alanı her olanağı yağmalamaktadır.

Yazılanların özeti şudur: Derin ve köklü bir dönüşümle karşı karşıyayız. Toplumun büyük bölümünü dışlayan ve onların haklarını yağmalayarak ilerleyen bu dönüşümü durdurmak en önemli siyasal önceliktir. Bunu da başarabilmek için bütün mağdurlara seslenmek ve birlikte omuzlayacakları bir “ortam” fikriyatını geliştirmek ve günlük siyasete dönüştürmektir. Bu aynı zamanda 100 yılın yükünü taşıyan köklü bir toplumsal demokratikleşme gereksiniminin başlangıç noktasına da işaret etmektedir.

***

Demokratik Cumhuriyet üzerine kapsamlı görüşlerimiz olabilir. Tepeden tırnağa demokratik toplumsal dönüşüm ve değişim programları üzerine konuşabilir ve yazabiliriz. Ancak varolan nesnel gerçekliği aşmadan gidebileceğimiz bir yer yoktur.

Son günlerde “katılımcı otoriterlik” üzerine ilginç görüşler okuyoruz. Detaylarına girmeyeceğim ama ilgimi çektiğini söylemeliyim. “İkili hukuk/ikili işleyiş” ile birlikte ele alındığında yeni açıklıklar getirdiğini düşünmekteyim.

Otoriterliğin ana meşruiyet kaynağı seçimlerdir. “Artık bu ülkede seçim olmaz” önermeleri yıllardır yapılır ve bu analize hep mesafeli dururum. Elbette seçim oluyor ama nasıl oluyor tartışması farklıdır. Otoriterlik, meşruiyetini mutlaka seçimlere dayandırmak zorunda olduğundan “başarılı seçim manevraları” yapageldi. Ne zaman ki sandıktan meşruiyet çıkaramaz hale geldi bütün siyaset tarzı değişti.

Sonuç olarak otoriterlik, kaçınılmaz olarak yurttaşın önüne konulacak sandığı etkilemek için varıyla yoğuyla bir çaba içinde. İktidarının tartışılmaması koşuluyla kimi farklılıklara alan açma siyasetini tanımlaması bakımından “katılımcı otoriterlik” ve benzeri kavramlaştırmaları kıymetli buluyorum.

Günlük siyaset dümdüz bir çizgide ilerlemediği için oluşan olanakları değerlendirmenin ve zorlamanın, nesnel açmazları değerlendirmenin vb. vb. kaçınılmazlığını ve önemini takdir ediyorum. Ancak sorun dönüp dolaşıp mevcutta varolan ve kalıcılaşmakta ısrarlı otoriterliği aşıp aşmama somutluğuna geliyor. Kısaca bu çerçeve aşılmadan değil Demokratik Cumhuriyet, sınırlı bir demokratik ortam bile olanaklı olmayacaktır. Yapılmak isteneni tanımlaması bakımdan “iktidarımı tartıştırmam”ı esas alan “katılımcı otoriterlik” tam isabettir.

***

Yeniden “ortam” başlığına dönelim. Üzerine konuştuğumuz konu, “içinde mücadele ettiğimiz ortam”ın siyasi hattımızdaki yeridir. Soru nettir: Eşitlik ve özgürlük mücadelemiz bakımından “ortam”ın bir önemi var mıdır? Yanıtı da net olmalıdır: Eşitlik ve özgürlük için mücadele edenler, mücadele hedefleriyle bu hedefler için mücadele ettikleri “ortam”ın yakından ilişkili olduğunu her zaman görmüşlerdir.

Tarihimizde konu nasıl ele alındı?

Marx-Engels, işçi sınıfının kendi devrimci iktidarını kuracağı nihai aşama için bir hazırlık ve mücadele “ortamını/zeminini” her zaman önemsediler ve “Demokratik Cumhuriyet” olarak tanımladılar.

El altında olan makalelerinde Behice Boran, “demokratik cumhuriyet işçi sınıfının politik mücadelesi için en elverişli ortamdır. Bu nedenle, Türkiye’de demokratik ortamın genişletilmesi için mücadele etmek, bütün imkânları sonuna kadar kullanarak işçi ve emekçi sınıfları örgütleyip politik bir güç haline getirmek için, iktidara hazırlamak için yararlanmak bugün bütün sosyalistlerin kaçınılmaz başta gelen görevidir.” (Behice Boran, Türkiye İşçi Partisi 9 Yaşında, 1970, Bütün Yazılar, s 792)

Yine Boran’a göre “… yüzyılı aşkın bir süre önce bilimsel sosyalizmin kurucuları tarafından belirtilmiş olduğu üzere, demokratik cumhuriyet, işçi sınıfı mücadelesi için en elverişli ve işçi sınıfının iktidarı sorununun onun içinde çözüleceği rejimdir. … … Demokratik cumhuriyet seçimler ve çok partili yaşamdan ibaret değildir. İşçi sınıfının önderliğinde toplumsal dönüşümü sağlayarak, ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldıran ve halkın gerçek anlamda yönetime katıldığı bir sistemi kurmak için demokratik cumhuriyet, kapitalist bir sistem içinde kalmayıp, sosyalizme giden yolu açan bir mücadele platformu olarak görülmelidir”. (Behice Boran, Yurt ve Dünya, Ocak 1977, Demokrasi ve Demokratikleşme Sorunu).

Sanırım yeterlidir. Bir eylem hattı kurmak için önermelere geçebiliriz.

***

  • Son yıllarda cumhuriyet ve demokrasi aynı anlamda kullanılmakta, daha çok Cumhuriyet’e öncelik verilmektedir. Böylesi bir birleştirme hatalıdır. Laiklik, modernleşme, kurumlu/kurallı işleyiş bakımından Cumhuriyet ağır darbeler aldı. Savunulup tahkim edilmesi gerekiyor. Ancak cumhuriyeti -farklılıklara alan açan, her toplumsal ve siyasal harekete ifade ve örgütlenme özgürlüğü tanıyan vb. vb.- demokratikleşme boyutuyla birleştirmeden yaygın bir toplumsal seferberlik olanaklı değildir.
  • Sıkça kullanılan “Cumhuriyetin Kazanımları” ifadesinin “Cumhuriyetin Demokratik Kazanımları” olarak kullanmak gerekir. Kazanımlardan söz ediyorsak 100 yıllık bir toplumsal ve siyasal sürecin sonucudur. En başından laik yasalar ve kamu yönetimi, yurttaşlık hukukunu kuran medeni hukuk vb. yasalarla yönetilen bir ülke olma yolunda önemli adımlar atıldı. Ancak demokratik, kapsayıcı çerçevenin en başından çizildiği anlamına gelebilecek yaklaşımlar hatalıdır. 100 yıllık süreci, toplumsal ve siyasal mücadeleleri ve sonuçlarını dikkate almak gerekir.
  • Ortam” önemlidir. Doğrudan halkın yaşam koşullarını ve haklarını belirler. Daha ileri haklar ve olanaklar için mücadele koşullarını belirler. Bu özellikleriyle eşitlik ve özgürlük hareketinin yalnızca talep ettiği değil oluşturmakla yükümlü olduğu bir mücadele alanıdır. Yükümlü olmak önemlidir, ayrıca bir başlıkta da ele almak gerekir.
  • “Ortam” hedefimiz yerine geç Önce bu sonra şu sıralaması yapılamaz. Çünkü eşitlik ve özgürlük hedefleriyle halkın çoğunluğunu kazanmak her günün siyasal çalışmasının ana başlığıdır. Her koşulda sosyalist hareketin etkinliğini yükseltmek ve örgütlenmesini yaygınlaştırıp güçlendirmek için çaba göstermek ana görevlerimizdendir. Bu görev de ancak güncel sorunlara karşılık gelen bir siyasi hat ile başarılabilir.
  • Ortam” sol hareket için önemlidir, ancak “her toplumsal ve siyasal hareketin kendini özgürce ifade etmesi ve örgütlenmesi” talebi sol hareketle sınırlı değildir. Böylesi bir genişlik önemlidir ve iyi bir durumdur. Sol hareket çıkarı demokratikleşmeden yana olan kesimleri ve talepleri dikkate alır. Elbette ortak taleplerin illaki -bırakalım ittifakları- somut iş birliklerine dönüşmesi beklenemez. “Demokratik talepler” farklı toplumsal ve sınıfsal kesimler arasındaki nesnel çelişkilerin üzerine çıkamaz. Ancak otoriterliğe karşı mücadele önceliğimizde “hasımlaşma/hısımlaşma” dikkat ve özen gerektirir.
  • Demokratik Cumhuriyet son yıllarda daha çok Kürt Sorunu vesilesiyle dillendirilir oldu. Kürt Sorunu ve çözümüyle güçlü bir bağa sahiptir. Ancak Demokratik Cumhuriyet bütün toplumu kapsayan genişlikte bir değişim ve dönüşüm olarak anlaşılmalıdır. Kürt siyaseti haklı olarak sorunun çift yönlü ilişkisine işaret etmekte, tek yanlı olarak “Türkiye demokratikleşsin Kürt Sorunu da çözümlenir” yaklaşımına itiraz etmektedir. Çift yönlü ilişki tam yerinde bir tanımlamadır. Ancak yine de verili olanakları ileri doğru ittirirken çift yönlülük atlanmamalıdır. Demokratik olmayan bir Türkiye’de hiçbir kazanımım yahut hakkın güvencesi yoktur.
  • Demokratik Cumhuriyet’in çoğulculuğu garanti altına alabilmesi için bir demokratik anayasası olmak zorundadır. Anayasa tartışmasını bugünün koşullarında gündemleştirmiyoruz. Ancak Demokratik Anayasa konusu önünde sonunda önümüze gelecek bir konudur.
    Bugünden fikirler geliştirilebilir, öneriler yapılabilir. Konuyu bir “Anayasacılık Hareketi”ne dönüştürmemek ö Tarihimizde “demokratik bir anayasamız olsa bütün sorunlarımızı çözer” hareketleri çok sayıdadır. “Demokratik anayasa” ile “demokratik anayasayı yaşama geçirecek toplumsal ve siyasal güçleri oluşturmak” birlikte gitmediği sürece sonuç alınamadığı da görülmektedir. Bu nedenle günümüzün önceliği; otoriterliğe karşı duruşu güçlendirmek, demokratik bilinci ve hak mücadelelerini demokratik direncin mecrası olarak yeni bir yurttaşlık hattını geliştirmek ve olumlu yakınlaşmalar içinde demokratik cumhuriyeti yaşama geçirecek güçlerin somut bir hat üzerinde ortaklaşmasıdır.
  • “Demokratik bir ortam” talebi yetmez, gerçekleşmesi için birinci dereceden sorumluluk üstlenmek ve somut güçlerinin oluşması için çaba göstermek gerekir.
  • Otoriterlik, meşruiyet ve kalıcılaşmak için “seçimler” üzerinden hesaplar yaparken konu elbette bütün önemiyle bizim de dikkat merkezimizde olacaktır. Faaliyetimizin önceliklerini; siyasal ortamı köklü biçimde değiştirecek başlıklar belirlemelidir.

Sosyalist hareketin özgürlüklere yaklaşımı stratejiktir. Sosyalist hareket toplumsal özgürlüklerin savunulması ve genişletilmesinde en ısrarlı, en kararlı harekettir. Demokratikleşmeyi/demokratik bir ortamı hemen, bugün, “bütün toplumsal ve siyasal hareketler için” savunuyoruz, mücadele ediyoruz. Demokratikleşmeyi hem bugün için emeğiyle yaşayan milyonların hak ve özgürlükleri için hem de geleceğin kuruluşu için önemsiyoruz. Kitleler, hak ve özgürlükler için mücadele içinde deneyim kazanır, kendine güveni artar, köklü dönüşümler atılımı için cesaretlenir.

Ş. Can Atalay

Seçilmiş Hatay Milletvekili

Marmara (Silivri) Cezaevi, 9-A47

30 Eylül 2025