Özcülüğe Reddiye: Mescheryakov Deneyi

Süleyman Akgül18 Kasım 2025

İnsan bilincini anlamak, yalnızca bireysel psikolojinin ya da içsel soyut felsefi düşüncenin konusu değildir. Bilinç, toplumsal ilişkilerin, tarihsel süreçlerin ve maddi koşulların içinden doğan bir fenomendir. İnsanın varoluşla, toplumla, zamansallıkla angaje olma biçimidir. Bu bağlamda Sovyet psikolojisinin önemli figürlerinden Aleksandr İvanoviç Mescheryakov’un kör ve sağır çocuklar üzerinde gerçekleştirdiği deney, insan bilincinin oluşumunu açıklamak açısından derin bir içgörü sunar. Deney, bilincin doğuştan hazır bir yapı değil, toplumsal deneyim ve algı yoluyla inşa edilen bir süreç olduğunu gösterir. Aşağıda, Mescheryakov deneyi merkeze alınarak algı, bilinç ve Marksist felsefe arasındaki ilişki tartışılacaktır.

Mescheryakov Deneyi

1960’larda Sovyetler Birliği’nde yürütülen bu deney, doğuştan kör ve sağır çocuklarla ilgilidir: Bu çocuklar, duyusal eksiklikleri nedeniyle toplumsal dünyayla temas kuramaz halde doğuyor ve genellikle oldukça tepkisiz, meraklı olmaktan uzak ve pasif davranış örüntüleri sergiliyorlardı. Geleneksel yaklaşımlarla ele alındığında böylesi bireylerin bilinç geliştirmesi mümkün görülmüyordu, zira IQ testleri, zeka tipleri gibi standartlaştırılmış sınıflandırmalar insan bilincini/zihnini içsel bir kaynağa dayandırma eğilimindeydiler. Oysa Mescheryakov ve ekibi, çocukları kolektif yaşantının içine dahil ederek, onlara sistemli bir eğitim ve toplumsal faaliyetler aracılığıyla bir dil ve anlam dünyası kazandırdılar (Meshcheryakov, 1979). Böylece Batı-merkezli beyaz-üstünlükçü zeka ve gelişim teorilerine karşı, epistemolojik düzlemde bir alternatif oluşmuş oldu. Öyle ki, Batılı pedagoji ve psikoloji, yıllarca, IQ testlerini insanların bilişsel doğasını yansıtacak bir araç olarak kullanmış ve verileri, özellikle siyahların bilişsel yeteneklerinin özleri itibarıyla düşük olduğu argümanına bilimsel bir meşruiyet kazandırmak için kullanmıştı. Oysa Marksist literatürün de farklı alanlara ilham vererek ortaya konulmasını sağladığı üzere bilinç, materyal gerçekliklerin bir yansıması olarak oluşur ve dönüşürdü. Mescheryakov’un deneyleri, bu bağlamda, beyaz-üstünlükçü anlatının karşısında güçlü bir karşı-tez olarak yükselmiştir. Deneyin sonuçları çarpıcıdır: Çocuklar, zamanla basit davranışlardan temel alarak, soyut düşünce ve bilinç geliştirirler. Böylece, bilincin doğuştan gelen bir öz değil, toplumsal etkinliklerin ürünü olduğuna dair bilimsel temel atılır.

“Bu ‘atalet içindeki kitleler’ ya da ‘çılgına dönmüş hayvanlar’, dışarıdan gözlemleyene göründükleri şekliyle, işitsel ve görsel izlenimlerin yokluğu nedeniyle sıradan yaşamın dışında kalmışlardır. Pasif ve hareketsiz bir biçimde, saatler boyunca aynı noktada, kimi zaman aynı pozisyonda otururlar. Dokunma duyularını ne mekansal ilişkileri araştırmak ne de yeni nesnelerle tanışmak için kullanmazlar; hatta yeme, giyinme ve soyunma ya da en temel fizyolojik gereksinimlerini karşılama süreçleri bile ancak dışsal bir uyarı sonrasında yerine getirilir. Bu uyarı olmadığı takdirde, söz konusu edimler aşırı bir ihtiyaç düzeyi ortaya çıkıncaya dek ertelenebilir; bu noktada ise şiddetli bir öfke patlaması gözlenebilir. Dahası, diğer insanlarla temas kurmaya yönelik en ilkel dürtüyü dahi sergilemezler.” (Bakhurst & Padden, 1991)

Bu noktada Kartezyen anlatıdan, insan bilincinin —hatta varlığının—, insana içkin bir durum olmadığı sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. Zira eğer gerçekten içsel bir tutum varlığın önkoşulu olsaydı, doğuştan kör ve sağır çocukların da bu içsel yetileri aracılığıyla topluma katılabilmeleri gerekirdi. Ancak bu durumu basite indirgemek, insanın dünyayla kurduğu özgün temas biçimini göz ardı etmek olurdu; zira bu çocukların dünyayla angajman biçimleri, duyusal farklılıklarına rağmen, görmezden gelinemeyecek kadar derin bir özelliğe sahiptir. Öyle ki, algı biçimleri farklı olan çocukların bilinç bakımından da farklılık göstermesi anlaşılır bir durumdur. Ancak bu da tam olarak bilincin algı ile ne derece kökten bir bağa sahip olduğunu göstermektedir. Yani, eğer bilinç algıdan bağımsız olamıyor ve ona göre şekilleniyor ya da başkalaşıma uğrayabiliyorsa o halde bilinç dolaysız olarak dışsal faktörlerin etkisiyle iç içe geçmiş bir durumdadır. Böylesi bir iç içelik, iki tarafın da ötekini öncelemesi gibi bir sonuca değil, birbirleri ile angajman sonucunda anlamlı bir bilinç etkileşimi kurulması anlamına gelmektedir. Yani “tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan?” sorusuna verilen cevaptaki kronolojik öncül arama çabası burada büsbütün başka bir biçimde ortaya çıkar. Öyle ki, bilinç içsel ve dışsal olanla iç içe geçmiş bir durumda olduğundan dolayı, bu tartışmanın herhangi bir tarafında durmak, bilincin biricik varoluşunu da oldukça basitleştirerek neredeyse anlamsızlaştıracaktır. Bilinç ancak bir toplumsal durum oldukça var olabiliyor ve ötekiler tarafından algılanabiliyorsa, o halde bilincin toplumsal ve sosyal bir durum olduğunu yadsıyacak, bilinci içkinliğe hapsedecek görüşlerin reddedilmesi gerekmektedir. Son tahlilde, bilinç toplumsaldır ve toplumsal olan da bilinçtir. Bu yaklaşım, hem Marksist hem de varoluşçu bilinç anlayışının kesişim noktasında konumlanır.

Algının Ontolojisi

Marx, “varlık bilinci belirler” derken, bireyin bilincinin içinde bulunduğu maddi koşullardan, üretim ilişkilerinden ve toplumsal pratiklerden doğduğunu vurguluyordu. “İnsani öz tek tek bireylerin içlerinde bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekte, toplumsal ilişkilerin bütünüdür”. (Marx, 1845/2024, s. 79) Kapital’de ekonominin bile toplumsal bir fenomen olduğunu öne süren ve bilimsel sosyalizmi bu öncül üzerine inşa eden Marx, emeğin, eylemliliğin ve varoluşun hem doğada hem de toplumda daima sosyal bir tavır olarak karşılık bulduğunu savunur. Mescheryakov deneyi, bu savı psikoloji alanında somutlaştırmıştır. Çocukların dış dünyayı duyusal yollardan kavrayamaması, bilincin gelişimini engelliyordu. Fakat kolektif etkinlikler ve bedensel eylemler (örneğin elleriyle nesnelere dokunma, ortak görevlerde yer alma) aracılığıyla dünya ile aktif bir ilişki kurmaya başladıklarında, algı düzeyinde bir anlam inşası gerçekleşti. Bu bağlamda, algı biyolojik bir işlev görmüyor, tarihsel ve toplumsal olarak şekillenen bir süreç olarak toplumsallığa işaret ediyordu. İnsan, dünyayı pasif olarak almaz; eyledikçe dünya ve insan arasında karşılıklı olarak iç içe geçme hali oluşur. Dünya dönüşür, buna karşı olarak da bu dönüşüm onun bilincini şekillendirir. Bilinç, içsel bir süreç olmaktansa olgusallığının bizzat neliğini oluşturduğu bir ilişkilenme bağlarıyla karşımıza çıkar. İnsan bilincine aşkın olan hiçbir şey, onun ötekiyle kurduğu ilişki biçiminden bağımsız olarak kavranamaz. Bu nedenle bilinç, ancak dışsal bir toplumsallık, tarihsellik, olgusallık ve zamansallık zemininde anlamlandırılabilir.

Öte yandan deney, Vygotsky’nin yakınsal gelişim alanı (zone of proximal development) olarak isimlendirdiği fenomen sayesinde anlamlı sonuçlar vermektedir. Yakınsal gelişim alanı, öğrencilerin yeni bir şey öğrenirken bilinç kapasitelerinin çok ötesindeki alanlara yapacakları sıçramaların imkansızlığını vurgulayarak, onların seviyelerine daha uygun ve adım adım geliştirilebilecek bir entelektüel alanı işaret eder. Okumayı yeni öğrenmiş bir çocuğa Hegel felsefesi anlatmaya çalışmak onun entelektüel kapasitesinin çok ötesinde olacağı için, çocuğun Hegel anlamasını beklemek haksızlık olacaktır. Vygotsky’ye göre öğrenme, bireyin mevcut kapasitesini aşan ancak ona hala yakın olan bir potansiyel gelişim alanı içinde gerçekleşir. Bunu yapabilmek için, tıpkı bina inşa ederken kurulan iskeleler gibi, öğrencilerin zihinlerinde öğretmelerinin ellerinden kurulan bir bilişsel iskeleye ihtiyaç duyulur. Bu iskele çeşitli biçimlerde oluşturulabilir: Müzik, görsel, ya da bir öğretmenin doğrudan müdahalesi gibi. İskele öğrencinin zihninde, dışsal olarak kurulan bir destektir. Öyle ki, öğrenci kendi başına entelektüel kapasitesini aşan bir sürece gidemeyecektir, bunu ancak toplumsal/sosyal bir yardım aracılığıyla gerçekleştirebilecektir. Tıpkı Marx’ın açıklamaya çalıştığı bilinç süreci gibi, dünyanın dönüşümlü olarak bilinci başkalaştırması hali ortaya çıkmaktadır. Deneyde de özellikle titizlikle yürütülen en önemli faktör, çocuklar rehabilitasyonlarının hangi aşamasında olursa olsun, yanlarında onlar için zihinsel iskele kurabilecek bir profesyonel pedagog ya da psikolog ile desteklenmeleriydi. Bu halde, çocuklar toplumsal bilinç senaryolarına teşvik edilirken, aynı zamanda yanlarında yine toplumsal bir destek mekanizması ile çevrelenmişlerdir.

Toplumsal Bir Ürün olarak Bilinç

Deneyden çıkarılacak en temel sonuç, bilincin bireysel bir içsel süreç değil, toplumsal angajmanın ürünü olduğudur. Mescheryakov’un öğrencileri, başkalarıyla birlikte hareket etmeyi, sembollerle ve işaretlerle iletişim kurmayı öğrenerek bilinç geliştirdiler. Çocuklar, bireysel içgüdülerle değil, kolektif yaşantıya katıldıkları ölçüde bilinç kazandılar. Bilinç, bireysel olarak beyinde izole bir fenomen değil, toplumsal bağların içinden şekillenen bir gerçekliktir. Eğer bilinç salt içsel bir sürecin ürünü olsaydı, dışsal bir etkiyle yönlendirilip geliştirilemezdi; zira duyusal eksiklikleri nedeniyle dünyayla ilişkisi kopmuş bu çocuklar, kendi iç dünyalarına hapsolmuş durumdalardı. Ancak Sovyet psikologlar bu durumun toplumsal tarafına ışık tutabilmişlerdir: Burada kritik nokta, algı ve bilincin diyalektik ilişkisidir. Algı, maddi dünyanın insana sunduğu duyusal malzemeyi sağlar; ancak bu malzeme, yalnızca toplumsal pratikler aracılığıyla bilinç düzeyine yükselir. Mescheryakov’un öğrencileri, nesnelere dokunarak onlarla ilişki kurabiliyorlardı; fakat bu, ancak diğer insanlarla birlikte yapılan kolektif etkinlikler yoluyla bir anlam kazandı. Örneğin, bir çekiç yalnızca dokunulan bir nesne iken, kolektif bir iş içinde kavranıldığında “alet” olarak bilince belirdi. Dolayısıyla bilinç, algının üstünde yükselen, fakat ondan kopuk olmayan bir formdur. Diyalektik materyalizmin diliyle söyleyecek olursak: Algı, bilincin olanağıdır; bilinç ise algıyı tarihsel ve toplumsal bağlamda yeniden biçimlendirir. Burjuva psikolojisi ve pozitivist yaklaşımlar, bilinci bireysel beyne, sinirsel süreçlere indirgeyen biyolojik bir yaklaşımı benimser. Oysa Mescheryakov’un deneyinin gösterdiği gibi, bilinç yalnızca biyolojik süreçlerle açıklanamaz. Marksist teoriye göre bilinç, praksis’in ürünüdür: İnsan dünyayı dönüştürürken aynı zamanda kendisini de dönüştürür. Kör ve sağır çocukların deneyiminde bu açıkça görülür: Ellerini, bedenlerini kullanarak nesnelerle ilişkilendiklerinde, yalnızca dış dünyayı kavramadılar; toplumsal etkinliğin içinde kendi benliklerini de yeniden inşa ettiler. Dolayısıyla bilincin doğasını anlamak, sinir sistemini incelemekten çok, toplumsal üretim ve kültür ilişkilerini ve pratik etkinliği çözümlemeyi gerektirir. Böylece bilincin bir tavrı olan anlama toplumsallıktan azade düşünülemez. İnsan, toplumsal pratikten izole olduğunda bilinç geliştiremez. Çünkü insan, homo sapiens olmaktan öte, homo socialistir.

Sonuç

Mescheryakov deneyi, yalnızca pedagojik bir başarı değil, aynı zamanda felsefi bir ders niteliğindedir. Deney, algının bilincin temel koşulu olduğunu, bilincin ise ancak toplumsal pratik aracılığıyla inşa edildiğini göstermektedir. Bu, Marksist düşüncenin temel tezlerinden biri olan “bilinç toplumsal ilişkilerin ürünüdür” ilkesini bilimsel bir deney alanında doğrular. Algı ile bilinç arasındaki ilişki, bireysel biyolojiden değil, toplumsal etkinlikten ve tarihsel bağlamdan hareketle kavranmalıdır. İnsan, kendi varlığını ancak başkalarıyla birlikte, kolektif bir dünyada kurar. Dolayısıyla insan bilincini anlamak için hem Mescheryakov’un deneyinden hem de Marksist teoriden çıkacak tek bir sonuç vardır: Bilinç, toplumsal varoluşun en yüksek ürünüdür.

-Bakhurst, D., & Padden, C. (1991). The Meshcheryakov: Soviet work on the education of blind-deaf children. Learning and Instruction, 1(3), 201–215. Pergamon Press. https://doi.org/10.1016/0959-4752(91)90004-9
-Marx, K. (1845/2024). Sonek. İçinde F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu (C. Eroğul, Çev., s. 79). 
-İstanbul: Yordam Kitap.Meshcheryakov, A. (1979). 
-Yaşama Uyanış: Sovyetler Birliğinde Kör-Sağır Çocukların Eğitimi Üzerine (M. Cole, Önsöz). (İlk baskı 1974’te yazıldı). 
-Moskova: Progress Publishers. Marxists Internet Archive.