Paris’te “Gökyüzüne Saldıran” Yoldaşlar

Semih Gümüş15 Ekim 2025

Paris Ele Geçiriliyor

Paris’te bir hafta kaldığım günlerde Montmartre’ın tepesine çıkıp Sacré-Coeur Kilisesi’ne gitmek için sabırsızlanmıştım. Paris Komünü’nün ruhu, Sacré-Coeur’ün çevresindeki sokakların yoksulluğu ve yoksunluğu içinden çıkmıştı. Paris’i kuşatan Prusya ordusuna karşı o şaşaalı kenti korumak için en uygun yerlerden biriydi o tepe. Topçu birlikleri oraya yerleştirilmişti. İşe yaramaz Louis Bonaparte’ın iktidarı terk edip ülkeyi bıraktığı Üçüncü Cumhuriyet bu arada korkularının başka bir nedenini daha hissediyor ve o sefalet çamuru içindeki işçilerin silahlanmasını engellemeye çalışıyordu. Elbette olmadı. Hükümet yetkilileri korkaklıklarına yenilip Versailles Sarayı’na kaçtı ve koca şehir işçiler ve onların dostlarına kaldı.

Sacré-Coeur’e çıkan dik sokakları çevreme bakınarak çıkarken gözlerimin önünde o günleri canlandırmaya çalışıyorum. Aradan yüz elli yıldan çok geçmiş, Bismarck’ın ordusu Paris’ten çekilirken 1871 yılının o bahar günlerinde Komünarlar harekete geçmişti, artık silahlıydılar ve tam o anda yakaladıkları devrim ânı 1848 Devrimlerinin yenilgiye uğradığı günlerin ertesinde haber verilmişti.

Gerçi Marx ve Engels bir devrim durumunu daha geç bekliyorlardı, Marx Eylül 1870’te ayaklanmanın “ümitsiz bir çılgınlık” olacağını belirtiyordu ama o an gelmişti işte. Eylül 1864’te kurulan Uluslararası İşçi Birliği, Birinci Enternasyonal, yani işçi sınıfının uluslararası partisi Genel Konsey’i ve Marx ile Engels, Parisli Komünarlara ölçülü ve serinkanlı olmalarını, hazırlıklı olmayı ve örgütlenmeyi öneriyordu ama çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu Ulusal Muhafızlar 18 Mart 1871 günü ayaklanmıştı bile, bir top ateş Montmartre tepelerinden aşağı koca şehri aydınlatarak yuvarlanıyordu.

Sonra… Sonra Uluslararası İşçi Birliği devrim heyecanına kayıtsız kalmadı ve hemen o sırada Komün’ü savunmak için seferber oldu.

Prusya orduları Paris çevresinden çekilirken aptallığın son kırıntılarıyla kontrolü bütün bütüne kaybeden Fransız hükümeti Paris’i Prusya ordusundan korumak için donanmış Ulusal Muhafızları silahsızlandırmaya kalkmakla ne denli büyük bir yanlış hesap yaptığını anlamış olmalıydı. Ulusal Muhafızları güçlendirmek için sokaktan toplanan bütün Parisliler silahlandırılmıştı.

Yapısı değişen Ulusal Muhafızlar o kırılma günlerinde kendi komutanlarını seçti, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi’ni kurdu. Askerler komutanlarının Sacré-Coeur’de toplanan halkı geri püskürtme emirlerini uygulamadı, kimileri tüfeklerini bıraktı, kimileri sivillerle birleşti. İktidarın mezarını kazacak bir halk ordusu oluşuyordu. Aylar süren o zor açlık günlerinden sonra ayaklanmıştı Parisliler. Bu arada sayıları az da olsa, devrimci gruplar da direnişin radikalleşmesine katkıda bulunuyordu.

18 Mart sabahı hükümet birlikleri Paris’e yürümeye başladı ama Paris halkı da çoktan uyanmıştı. Yaşayanlar hep anlatmıştır: O sabah kadınlar ekmek ve süt almak için evlerinden çıktılar ve karşılaştıkları ihanete karşı hemen harekete geçtiler. Sonra erkekler geldi. Montmartre’ın tepesindeki topçu birliklerine halkın üstüne ateş açılmasını emreden komutanı kendi askerleri tutukladı ve Paris halkı o sabah çoğaldıkça Adolphe Thiers’in Üçüncü Cumhuriyeti’nin sözüm ona saldırısını geri çevirip bütün topları ve silahları ele geçirdi. Yenilgiden sonra sürgüne gönderilen öğretmen, efsanevi Komünar Louise Michel duyuruyordu: “Devrim gerçekleşmişti.”

İşçi Sınıfı Artık Her Şey

Gün boyu büyüyen direnişin sonunda Paris işçilerin ve bütün halkın eline geçti. Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi geçici hükümeti kurdu ve Hôtel de Ville’in tepesine kızıl bayrak çekildi. Engels’in neden sonra, “Proletarya diktatörlüğü buydu” dediği ilk uygulamalarla işçilerin iktidarının nasıl olacağının bir örneği bütün dünyaya gösterilmeye başladı.

Komün, Paris’in altmış bölgesinin seçtiği işçilerden ve onların temsilcilerinden oluşan kızıl atkılı 144 delegeden oluşuyordu. Devrimin başladığı 18 Mart’ın hemen ertesindeki günü, Komün’e de katılan Prosper-Olivier Lissagaray şu sözlerle anlatıyordu: “Kızıl bayrak Hôtel de Ville üzerinde dalgalanıyordu. Ordu, Devlet, Hükümet, hepsi sabah sisi içinde yok olup gitmişti. Merkez Komitesi Bastille’in derinliklerinden, Basfroi sokağının karanlık köşelerinden Paris’in en tepe noktasına, tüm dünyanın gözü önüne çıkmıştı. …. Savaş davulları vuruluyor, Frig kasketi ve tüfeğe sarılı kızıl püskül taşıyan bayraklar dalgalanıyordu. Paris’e sadık piyadeleri, topçuları ve denizcileri de aralarına alan halk, adeta büyük bir nehre dökülen binlerce dere gibi tüm sokaklardan Gréve Meydanı’na aktı. …. Şapkalar süngülerin ucunda sallanıyor, bayraklar havada dalgalanıyordu.”1

Ve Vive la Commune!

Marx ile de yakın ilişki içinde bulunan Lissagaray bunları History of the Paris Commune of 1871 kitabında anlatıyor ve Marx, yazılmasına yardım ettiği bu kitabın “Komün’ün en iyi tarihi” olduğunu belirtiyor.2 Komünarlar, “zenginlerin her şeyi vardı, yoksulların hiçbir şeyi, artık bunu değiştirmenin vakti geldi,” diyordu. “Artık vergi yok, tefecilik yok, sefalet yok. Herkes için iş herkes için mülk. İşçi nedir? Hiçbir şey. Ne olmalı? Her şey.”

Fransa’daki 36.000 şehir, kasaba, köyün tersine, Paris’in belediye başkanını seçme hakkı yoktu. Komünarlar iktidarı korumak için elbette yıkıcı davranıyordu. Emperyal Napoleon dönemi onuruna dikilmiş Vendôme Sütunu “Barbarlık Anıtı” olarak nitelendirildi ve Komün’ün bir üyesi de olan o harika ressam Gustave Courbet, Sütun’u yıkma hareketi başlattı ve Sütun yerle bir edildi. Bu arada Üçüncü Cumhuriyet’in kurucularından Adolphe Thiers’in Paris’teki evi yağmalanıp yakıldı. Kadınlar da Komün’e muhalif olanların evine benzin döküyordu. Peki Karl Marx Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i’nde tam yirmi yıl önce (1852) ne yazmıştı: “Fakat imparator pelerini en nihayet Louis Bonaparte’ın omuzlarına konduğunda, Napoléon’un Vendôme Sütunu’ndaki tunçtan heykeli yere devrilecektir.”3

Bu arada Komün neler yaptı: Zorunlu askerlik hizmetini ve sürekli orduyu kaldırdı, Ulusal Muhafızı tek ordu ilan etti; Komün’ün bayrağı Dünya Cumhuriyeti bayrağı olarak onaylandı; Komün üyelerinin alacağı en yüksek maaş sınırlandı; kilisenin devletten ayrılmasını öngören kararname çıkarıldı; bütün dinsel simgelerin okullardan uzaklaştırılması emredildi; 6 Nisan’da giyotin ortaya getirilip sevinç gösterileriyle yakıldı; fabrika sahiplerinin işleri durdurduğu fabrikaları işçilerin işletmesi için plan hazırlandı; son altı ayın kira borçları silindi; kraliyet sarayı, Ulusal Kütüphane, Louvre Müzesi gibi önemli alanlar ilk kez halka açıldı; fırıncıların gece çalışması yasaklandı; işçilerin sömürülmesinin aracı olan rehinciler kapatıldı; Feminist Kadınlar Birliği’nin kadın emeğini yeniden örgütleme ve yeniden değerlendirme çabaları maddi olarak desteklendi; mahallelerde ücretsiz halk konserleri ve festivaller düzenlendi. Ve işçi sınıfından, sosyalistlerden, feministlerden, anarşistlerden oluşan Parisliler siyasal, ekonomik, kültürel yapıları ters yüz etti.

Engels, bütün bu uygulamalarla Komün’ün sınıf karakterinin apaçık ortaya çıktığını belirtirken Komün üyelerinin hemen tümünün işçilerden ve işçilerin onayladığı temsilcilerden oluştuğunu, dolayısıyla Komün’ün kararlarının proleter karakter taşıdığını tarihsel bir saptama olarak vurguluyordu.

Evet, bir ütopya gerçeğe dönüşmüştü. Yaklaşık iki ay süren Paris Komünü ardında derin izler bıraktı. Çocukluk günlerimde keşfedip hep çok sevdiğim Gustave Courbet işçi devletinin kültür bakanı seçilmişti. Şair Eugène Pottier’nin “gökyüzüne saldıran” işçi devletinin yaklaşık on binlerce işçinin canına kıyılarak yenilgiye uğratılması üstüne yazdığı şiir neden sonra uluslararası işçi sınıfının enternasyonal birliğinin simgelerinden olan Enternasyonal marşına dönüştü. Yetmiş iki günlük ütopya güzel bir rüya olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmüş ama sonunda yenilmişti.

August H. Nimtz’in “Fransa’da İç Savaş” üstüne yazısında, Stewart Edwards’ın The Communards of Paris, 1871 (1973) kitabından alınmış bir dipnot: “Elde kesin sayı olmamakla birlikte, yaklaşık 25.000 Parisli öldürüldü, Versailles’ın savaştaki kayıpları ise 877 ölü ve 6.454 yaralıydı. …. Tutuklananların kesin sayısı belli değildir… 50.000 olabilir.”4 Edwards’ın bu kitabının, içerdiği birincil belgeler ve ayrıntılı bilgilerle Komün üstüne hazırlanmış az bulunur bir kaynak olduğunu belirten çeşitli yazılara rastladım.

Engels de Fransa’da İç Savaş’ın 1891 tarihli Almanca baskısına yazdığı “Giriş” yazısında Komünün son günlerinde yaşanan o acı günleri anlatıyor: “Arkadan dolma tüfekler artık yeterince hızlı öldüremiyordu; mitralyözlerle, yenilenlerin yüzlercesi tek seferde vurulmaya başladı. Son kitle katliamının gerçekleştirildiği yer olan Père-Lachaise Mezarlığı’ndaki ‘Komün Duvarı’ bugün hâlâ orada duruyor ve proletarya kendi hakları için ayağa kalkmaya cesaret eder etmez egemen sınıfın ne derecede kudurganlaşabildiğine sessizce çok şey anlatarak tanıklık ediyor.”5

Marx da öfkesini şu sözlerle dile getiriyordu: “Her ne olursa olsun, Paris’teki ayaklanma –eski toplumun kurtları, domuzları ve aşağılık köpekleri tarafından ezilse bile– Partimizin Paris’teki (1848) Haziran ayaklanmasından bu yana gerçekleştirdiği en görkemli eylemdir.”6

Komün şehitleri sosyalizm mücadelesinin şehitleri olarak bugün de işçi sınıfının yüreğinde yaşıyor.

“Ne Büyük Tarihsel Öncülük”

Marx’ın tam o günlerde Uluslararası İşçi Birliği Genel Konseyi adına Almanya, Fransa, İngiltere gazetelerine yüzlerce mektup yazarak Paris’te yaşananları anlattığını August H. Nimtz Fransa’da İç Savaş kitabı üstüne yazısında aktarıyor. Nimtz’in bu yazısı Komün günleriyle ilgili çekici ayrıntılar içeriyor. Devrim sırasında Genel Konsey İngiltere’de Komün’e destek toplamaya çalışırken Marx da Enternasyonal örgütlerinin Komünarlara yardım etmesi için çağrılar yapıyor ve dostu Wilhelm Liebknecht’e, Parislilerin yenildiğini yakınarak ve yakararak anlatıyordu: Yenilgi onların yanlışları yüzünden olsa da, Komünarların namuslarından gelen yanlışlardı; Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi’nin bir iç savaş başlatması belki “ahmaklıktı”, o cibilliyetsiz Thiers’e zaman kazandırılmıştı ve çok değerli anlar kaybedilmişti, oysa “derhal Versailles üzerine yürümeleri gerekirdi”.7

Marx, Komün’ü anlamayan laf ebesi dostu Kugelmann’a yazdığı mektupta, yapılan yanlışın var olan bürokratik askeri aygıtı devralmak olduğunu, oysa onu kırmak gerektiğini, gerçek bir halk devriminin böyle kazanılacağını yazıyordu. Ve ardından uluslararası işçi sınıfı partisi olarak kurulmuş Entenasyonal’e bağlı işçiler ve devrimciler için, 12 Nisan 1871’de arkadaşı Kugelmann’a yazdığı mektupta şu unutulmaz sözleri düşüyordu: “Bu Parislilerdeki ne büyük esneklik, ne büyük tarihsel öncülük ve ne büyük fedakârlık gücüymüş… Tarihte benzer büyüklükte bir örnek daha yoktur.”8

Evet, Paris’te tarihin en temiz sayfalarından biri yazılıyordu ve sonunda yaşanan acılar ne olursa olsun, tarihi acılarla yazmaya zorlayanlar her zaman iktidarı halka karşı kullananlar, kapitalizm öncesinde de sonrasında da ülkelerini gasp eden sömürücü sınıflar, onların aşağılık devlet aygıtları, o aygıtların silahlı güçleri. Tarihte işçilerin, emekçilerin kendi çıkarları için karşıtlarının kanını dökmek için yola çıktıklarının örneği yoktur.

1848-1849 Devrimlerinde ve Paris Komünü’nde olduğu gibi, insanlığın kurtuluşu için verdiğimiz mücadele her zaman bütün koşulların kusursuz biçimde denk düştüğü anlarda verilmiyor, öyle olsaydı tarih çok kolay yazılırdı diyor Marx. Onun sözleri –bu yazının içinden bir an atlayarak günümüze gelelim– aynı zamanda yüz yıldan beri bu ülkede verdiğimiz mücadelenin nasıl yazıldığını da anlatmıyor mu. Türkiye sosyalist hareketi ve devrimci işçi sınıfı yaşadığı yenilgilerden sonra çok zor durumlara düşmüşse de bugün gene aynı güçle ayağa kalkmaya, başı dik yürümeye devam ederek tarihi yazmayı sürdürüyor. “Mücadele ederek alınmış bir yenilgi de kolay kazanılmış bir zafer kadar devrimci öneme sahip bir gerçektir.” (Engels, 1848) Ve öyle olduğu için de 1871’de tarihi insanlıktan yana büken çok önemli bir dönüm noktasından geçilmişti.

Marx’ın Komün İçin Çabaları

Paris Komünü’nde Marx ve Engels’in düşüncelerinin ve devrimci işçi sınıfının uluslararası partisi olan Birinci Enternasyonal’in etkisi ve katkısı neydi?

Engels yenilgiden üç yıl sonra, “Düşünsel olarak Enternasyonal’in çocuğu olduğu kuşku götürmez” derken, Komün’ün ortaya çıkışında “Enternasyonal’in parmağını bile oynatmadığı”nı da belirtiyordu. Gelgelelim Komün önderlerinin kimileriyle yakınlığı bulunan Marx, Devrim sırasında onlarla sık sık iletişim kuruyordu. Gene Nimtz’in yazısından: Onlardan birisi olan Auguste Serraillier Genel Konsey üyesiydi ve Marx ondan Paris’e gidip ayaklanmayı çekip çevirmesini ve sonra Genel Konsey’e bilgi vermesini istemiş. Bunun Marx ile Komünarlar arasında pekâlâ organik bir ilişki anlamına geldiğini belirtebiliriz. Nitekim Serraillier hemen sonra Komün’e seçiliyor. Öte yandan Marx kısa süre önce tanıştığı Rus devrimci Elisaveta Dmitriyeva Tomanovskaya’dan da Paris’e gidip Birinci Enternasyonal’e bağlı Paris’in Savunulması İçin Kadınlar Birliği’ni örgütlemesini istemiş ve Tomanovskaya da Komün’ün önde gelen sosyalistlerinden biri olmuş. Komün’ün çoğunluğu elbette sosyalist değildi ama demek ki önderleri arasında Marx’ın düşüncelerini benimseyen Enternasyonal üyeleri vardı ve onlar Manifesto’nun ışığını biliyorlardı.

Komün’ün Emek ve Mübadele Komisyonu başkanı Frankel de Marx’a, yapılacak toplumsal reformlarla ilgili önerilerinin büyük bir değer taşıyacağı düşüncesini iletiyordu. Marx ile Frankel arasındaki ilişkinin gizlilik ilkelerine göre yalnızca sözlü olarak sürdürüldüğünü de ekliyor Nimtz. Marx’ın Frankel’e ilettikleri arasında, Komün’ün Londra borsasında hisse satışı ve Versailles hükümetiyle Bismarck arasında asileri bastırmak için yapılan anlaşmalarla ilgili istihbarat da varmış.

Marx, Tomanovskaya aracılığıyla da Komün’ün zaferi için, Engels’in 1848 derslerinden çıkarak neler yapılması gerektiğini de iletiyordu.

Paul Lafargue da Komün’ün ilk günlerinde, “Engels yeteneklerini devrimin hizmetine sunmak üzere buraya gelemez mi?” diye soruyordu. Çünkü Lafargue Enternasyonal’in Fransa örgütü üyelerindendi, Bordeaux’da yaşıyordu ve Komün’ün önderliğiyle ilgili yetersizlikleri görmeye başlamıştı.

Gelgelelim Marx ve Engels’in askeri konulardaki önerileri karşılığını bulamamıştı. Komün önderliğindeki iç sorunlar yönetmeyi güçleştirmeye başlamıştı, deneyimsizliğin sonuçları görülüyordu ve 1849’da yaşanan yenilginin bir benzerinin ipuçları kendini çoktan göstermişti.

Fransa’da İç Savaş Şaheseri

Yetmiş iki günlük mücadelenin ardından Komün yenildi. O güzel rüya son bulmuştu.

İki hafta sonra, Komün’ün uyarılarına kulak vermemesinden duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu Marx. Komünarların askeri bakımdan tuzağa düşeceklerini görmüş ve anlatmıştı o. Marx ile Engels’in bütün uyarıları karşılığını tam bulmuş olsaydı, Komün’ün yenilgisi önlenebilir miydi? Bunu kesin olarak kimse söyleyemiyordu elbette.

Fransa’da İç Savaş Enternasyonal Genel Konseyi’nin değerlendirmesi olarak Marx tarafından yazılmıştı ama ne yazık ki yazımı Komün’ün yenilgisinin kesinleşmesinden iki gün sonra tamamlanabilmişti. Gökyüzünü fetheden Komünarların nedenleri ne olursa olsun yenilmiş olması artık yalnızca çıkarılacak dersleri ilgilendiriyordu. Tarihin en önemli sayfalarından bir bölümü yazılmıştı orada.

Manifesto’nun 1872 Almanca basımında, “proletaryanın ilk kez tastamam iki ay süreyle iktidarı elinde tuttuğu” belirtildi. “Komün’ün gerçek sırrı şuydu: O, özünde, bir işçi sınıfı hükümeti, üretenlerin mülk edinen sınıfa karşı mücadelesinin sonucu, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayabilecek olan en sonunda keşfedilmiş siyasal biçimdi.”9

Komün derslerinin birincisi: İşçi sınıfı var olan devlet mekanizmasını ele geçirdikten sonra onu demokratikleştirip dönüştürmeye çalışmak yerine, elbette yıkarak kendi devletini kurmaya başlamalıydı. Kazanılmış iktidardan hemen sonra Versailles üstüne yürüyüp devleti ele geçirmek, bununla yetinmeyip onu kırıp yenisini kurmaya çalışmak gerekiyordu. Böyle söylemek o günlerde de kolaydı belki, tarih böyle kolayca yazılmıyordu işte.

Marx ve Engels Manifesto’nun “1872 Tarihli Almanca Baskıya Önsöz”ünde bunu şu ünlü sözlerle saptıyordu: “Komün özellikle bir şeyi ispatlamıştır: İşçi sınıfı devlet çarkına hazırdan el koyup onu kendi amaçları için kullanamaz.’”10

Daha sonra Lenin de Devlet ve Devrim’de bu sözü giderek genişletip derinleştirecek ve ele geçirdiği devleti alıp onu demokratikleştirmeye çalışmanın yenilgisine neden olduğu Komün’ün, devleti parçalayıp kendi devletini kurma zorunluluğunu göstermesi bakımından ne denli önemli bir deneyim olduğunu anlatacak.

İkincisi, Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi yetkilerini çok çabuk teslim etmişti.

Üçüncüsü, işçi sınıfının ele geçirdiği aygıtı aklı, deneyimi ve kadrolarıyla yenileyip yönetecek devrimci bir partinin yokluğuydu. 1848 Devrimleri sırasında uluslararası işçi sınıfının birlikte hareket etmesini sağlayacak partilerin yokluğu ne denli önemliyse, Komün’de de Enternasyonal’in partilerden bir parti olarak kalışı aynı eksikliğe neden olmuştu. Enternasyonal işçi sınıfının düşmanlarınca boy hedefine konmuştu. Sonunda gerek Komün’ün yenilgisi, gerek kendi içindeki politik tartışmaların büyümesi Enternasyonal’i bölmeye, etkisizleştirmeye başladı. Marx elbette işçi sınıfını örgütleyip sınıf mücadelesine önderlik edecek bir politik örgütlenme hayalini kuruyordu ama bunu gerçekleştirmek için güçlü ve köklü adımlar atılamadı.

Dördüncüsü, Komün günlerde Dmitriyeva Tomanovskaya’nın yaptığı uyarılardan mutlaka söz etmek gerekir. Taşranın, yani köylülerin Komün için harekete geçmesi gerektiğini belirtiyordu o. Paris ile köylüler arasında bir işçi-köylü ittifakı kurulabilir miydi? Köylülerin uzaklığı nedeniyle bunun çok güç olduğu belliydi ama bu arada Versailles’ın en çok korktuğu gelişmelerden biri buydu ve bunu engellemek için elden geleni arda konmamıştı. Neden sonra Ekim Devrimi dersleri arasında işçi-köylü ittifakı da varsa, Lenin bu dersi Marx’ın Komün günlerindeki düşüncelerinden alıyordu.

Fransa’da İç Savaş 1871 yılının sonlarında önce bin adet basıldı, çok kısa sürede tükenince iki bin adet daha basıldı, sonra Engels’in hazırladığı Almanca basım, ikincisi 8.000 adet olmak üzere üç kere yapılmış ve Avrupa dillerinin çoğuna çevrilmiş. Deniyor ki, Marx’ın yazdığı kitapların hiçbiri bu kadar kısa sürede bu kadar geniş kesimlerce okunmadı. Bence harika bir metin olan Fransa’da İç Savaş işte bu anlamda hem eşsiz bir devrim deneyimi olarak hem bugünü yeniden anlamak için okunmalı, bir Marksistin başucu kitaplarından olmalı.

Marx’ın devrim, iktidar ve işçi sınıfının partisi olarak Birinci Enternasyonal deneyimi dünyayı kuşatmaya başlamıştı. Devrimci bir proletarya partisinin oluşumunun ilk adımları Marx ve Engels’in çabası ve Komünist Manifesto’nun kızıl bir güneş gibi parlayan ışıkları altında atıldı. Neden sonra Almanya’da ve Rusya’da işçi sınıfının devrimci partisi sancılar ve zaferlerle ortaya çıkacaktı.

Zalimler iyi bilsin ki Komün yaşamayı sürdürüyor.

1 Vijay Prashad, “Ütopyaya Kapı Açmak”, Paris Komünü içinde, Çeviri: Ezgi Kaya, Yordam Kitap, Mayıs 2022, s. 15
2 August H. Nimtz, “Karl Marx-Fransa’da İç Savaş”, Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu içinde, Çeviri: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, Mayıs 2020, s. 271
3 Karl Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, Çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2013, s. 175
4 August H. Nimtz, a.g.k., s. 262
5 Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Almancadan çeviren: Erkin Özalp, Yordam Kitap, Ocak 2022, s. 21
6 Karl Marx, Kugelmann’a Mektuplar, Çeviren: İ. Hakkı Gün, Köz Yayınları, Nisan 1975, s. 13
7 August H. Nimtz, a.g.k., ss. 253-271
8 Karl Marx, Kugelmann’a Mektuplar, ks. 11
9 Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, s. 87
10 Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto, Almancadan çeviren: Nail Satlıgan, Yordam Kitap, Haziran 2020, s. 90