Programı Partinin Bayrağıdır

Semih Gümüş10 Kasım 2025

Komün’den Sonra

Paris Komünü ardında büyük acılar ve dersler bırakarak sönümlenmiş, tarihimizin en unutulmaz tragedyalarından biri yaşanmıştı. Yoksullukları yetmemiş gibi, Üçüncü Cumhuriyet’in düpedüz egemen sınıfların çıkarları için yaptığı katliamlar karanlığa gömülmüş Paris’i onulması uzun yıllar alacak yasla yaşamaya mahkûm ederken Marx ile Engels de Uluslararası İşçi Birliği’nin 1872’de dağılmaya yüz tutmasıyla birlikte kendilerine çekildiler. Egemen sınıfların askeri ve bürokratik gücünün alt edilmez olduğu ve bütün giderleri tıkadığı bir ânın içinden geçiliyordu. Fırtınanın içinden çıkılmıştı ve her şey siyah beyazdı.

Arada kendime hatırlatıyorum, tam o sırada Marx 54, Engels 52 yaşında (Öte yanda Sigmund Freud 27, Vladimir İlyiç yeni doğmuş iki yaşında, James Joyce bir yaşında). O sırada UİB merkezini Londra’dan New York’a taşıma kararı alıyordu, Marx buna müdahale etmedi ve bu karar Birinci Enternasyonal’in etkisinin göz göre göre erimesinin yolunu açtı. Üstelik 1849’da devrimlerin yenilgiye uğratılmasından sonraki devlet zorbalıkları yüzünden doğru dürüst politik örgütlenmeler yapılamamış, yasaklar başlamış, devrimci işçi önderleri ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştı. Marx o zorlu koşulların ertesinde ailesiyle birlikte önce Paris’e, bir süre sonra da ölümüne dek kalacağı Londra’ya taşındı. Marx ve Engels gene de enternasyonal sosyalizmin temsilcileri olma hakkını kendilerinde görüyorlardı. Görmesinler miydi?

O yıllar içinde ikisinin de hem Avrupa’da hem de ABD’de bağımsız işçi sınıfı partilerinin kurulması için girişimlerde bulundukları biliniyor. Başkaları da onları arıyor elbette. Özellikle devrimci sosyalist partilerin kuruluşuna programlar, programatik metinler, eleştiriler yazarak katkılar yapıyorlardı. Engels tam o sırada “Otorite Üzerine” adlı, bugün hâlâ anılan bir yazı yazıyordu. Bakunin ve onun önderlik ettiği anarşistleri eleştirdiği yazısı Ekim 1872-Mart 1873 arasında yazılmış. Artık can sıkıcı olmaya başlayan anarşistlerle araya derin bir çizgi çekmek amacıyla yazıldığı belli olan yazı, aynı zamanda enternasyonal sosyalist hareketin devlet karşısındaki tutumunu netleştiriyordu. “Otorite Üzerine” gelecekte kurulacak partinin program çalışmalarına da katkı yapacaktı. Engels “devleti ortadan kaldırma” düşüncelerinin gerçekliğini bomboş gören yazısında kafa karışıklığı içindeki anarşistlere Paris Komünü’nün nasıl bir işçi devleti olduğunu hatırlatıyor. Engels bu yazısıyla proletaryanın iktidarı kavramına, dolayısıyla program tartışmalarında proletaryanın iktidarıyla birlikte kurulacak devletin kuşku duyulamayacak kadar vazgeçilmez bir yeri oluşuna bir katkı daha yapıyordu.

Marx da anarşistlerin toplumsal devrim koşullarını gözetmek yerine –çünkü bu zor olan yol– iradeciliği geçirmesini eleştirir. Devletin ortadan kaldırılması gibi fiyakalı sözleri, düşünceyle değil de hayalle davranmayı “gürültülü laflar” olarak niteleyen Marx, Bakunin’in “toplumsal devrim hakkında hiçbir fikri” olmadığını belirtiyor.

Marx ve Engels’ten ayrılmaz ikili gibi her yerde art arda söz etmek şunu hatırlatıyor: Bu iki büyük insanın düşünceleri ve yazdıkları –anarşizm üstüne söyledikleri gibi– kırk yıl boyunca öylesine büyük bir uyumla iç içe geçip ayrılıyordu ki birbirini benzersiz biçimde tamamlıyordu. Eric Hobsbawm da tam bundan söz ediyor ve onları “Marksizmin kurucuları” olarak anarken örnekse feodal dönem üstünde Engels’in Marx’tan daha çok durduğunu, Marx’ın ilkel komünal toplum üstüne söyledikleriyle ikisinin örtüştüğünü belirtiyor. Bir yandan da, “Marx’ın hayatının sonraki yıllarından bize kalan çözümlemelere baktığımızda, bunların Engels’in formülasyonları olduğunu anlarız” diyor Hobsbawm ve şunu ekliyor: “Yine de, Marx ve Engels’in Siyam ikizleri olmadıklarını ve Marx’ın (Engels’in kabul ettiği üzere) çok daha büyük bir düşünür vasfı taşıdığını teslim ederken, günümüzde sık rastlanan Marx ve Engels’i birbirlerinin karşısına koyma ve genel olarak Engels’i Marx’ın karşısında ikinci plana atma eğilimine kapılmaktan sakınmalıyız.”1 Sonra ilginç bir örnek veriyor ve “Anti-Dühring’i Marx kaleme almış olsaydı” diyor, ne değişirdi. Elbette farklı bir metin ortaya çıkardı ama Marx’ın yazacaklarıyla Anti-Dühring arasında temel bir fark ve çelişki olmayacaktı.

Dönemin uzun ve zorlu yıllarında Marx’ın sağlığı da artık pek iyi gitmemeye başlamıştı ama o, sonunda tamamlayamayacağını düşündüğü çalışmalarını gene de ara vermeden sürdürüyordu. İki büyük yenilgiden sonra politik olan artık Marx’ın çalışmalarında daha çok öne çıkıyordu. Hiç durmadı, Rusça öğrendi, Rusya üstüne yazdı ve bir yandan da ilk kitabını 1867’de yayımladığı Kapital’i yazmayı sürdürüyordu.

Bu dönemi Theodor Shanin’in sözlerinde izleyebiliriz: “Marx’ın son on yılı kavramsal bir sıçrayıştı ama ölümü bunu yarıda bıraktı. Marx bir akıl insanı olduğu kadar, yüreği sosyal adalet için çarpan bir tutku adamıydı, devrimcileri doktriner izleyicilerine tercih eden bir devrimciydi.”2

Marx hakkında yaza döne hep aynı yere geliyorum. Komünizm ütopyasıyla, kendi çıkarları için hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca vererek yaşayan, geleceğin insanının bir örneğiydi o. Öyle olmadığına ilişkin kayıtlar düşecek olanlar da sanırım bu düşüncemi değiştiremez.

Bir Parti Kurma Düşüncesi

Sonunda 19. yüzyılın ikinci yarısı için öngörülerini belirtirken uçurumları, kıyametleri, gelecek umudunu, donmuş siyasal kalıpları kıracak akımları bir arada işaret eden Marx için politik bir parti kurma ve komünizme giden yolun devrimci demokratik dönüşümlerle nasıl kat edileceği öncelikli sorunlardandı. İşçi sınıfının politik amacı iktidarı ele geçirmekti ama bunun için de doğal olarak ekonomik mücadele içinden doğan bir ön örgütlenme gerekiyordu. Bu düşüncesini 1871’de F. Bolte’a yazdığı mektupta belirtiyordu Marx ve öte yandan işçi sınıfının egemen sınıflara boyun eğdirmek için verdiği her mücadelenin politik bir nitelik taşıyacağını da ekliyordu.

(Bu tarihsel süreçten söz ederken geçmişin günümüze gönderme yapan her ânından sonra ileriye atlamadan edemiyorum. Çünkü 1970’lerde daha iyi yaşam koşulları için grev ya da direniş alanlarının ekonomik kazanımları, sonunda hayatın her alanındaki demokratik kazanımlar, ekonomik iyileştirmeler önemsenirdi ama özünde politik, devrimci kazanımlar olarak görülmezdi. Oysa onların tümü egemen sınıfın donmuş kalıplarını ve onların yegâne kalkanı olan devletin zırhını adım adım kemirmektir, özünde politiktir, yıkıcıdır, yani devrimcidir. Tam da şimdi, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken bunu böyle düşünmek gerektiğini yeniden belirtmek istiyorum. Bu aynı zamanda mücadelemizi her an ve her yerde, topyekûn sürdürmek de demek.)

İşçi sınıfının kendinde sınıf’tan kendisi için sınıf’a dönüştüğü yerde onun gereksinimi artık politik bir partidir. Sınıf mücadelesini ancak sonunda işçi sınıfının iktidarıyla taçlandırmayı düşünenlerin Marksist sayılabileceği doğrusunu bugün pekâlâ sınıf karakteri kazanmış emekçi halkın iktidarı olarak önümüze koyuyorsak, bunu yüz elli yıllık değişimin sonunda ulaştığımız aşama olarak saptayabiliriz. Neoliberalizmin halkları yok oluşa sürüklediği bu dünyada işçi sınıfı halklaştı ve yoksulluğun görülmemiş acısıyla yüz yüze gelen halk kesimleri işçileşti.

Politik bir parti – ama nasıl?

Marx hayatının o son on yılında devrimci bir dalganın içinde yaşamadığı için, o partinin nasıl bir parti olması gerektiğiyle ilgili ayrıntılı düşünceler geliştirmedi. Gelgelelim Komünarlardan söz ettiği her yerde “Paristeki yiğit partili yoldaşlarımız” (abç) deyişi, onun politik parti olarak örgütlenme fikrinden hiçbir zaman uzak düşmediğini de gösterir.

Marx’ta gelecekle ilgili belirsizlikler ardına düşme heyecanı hiç olmamıştı, öngörülerinde her zaman sağlam sonuçlara ulaşmış olsa da hayaller ve keşifler sisi içine dalmadı, elinde feneri, yolunu hep önünde açık seçik görerek düşündü ve davrandı ve hep gündüz düşleri içinde yaşadı.

Aynı yıllarda Almanya’daki işçi sınıfı partileri büyümeye başlamıştı. Almanya ekonominin hızlı geliştiği, parlamenter görünüm arkasında burjuvazinin otoriter bir devlet inşasını sürdürdüğü, önemli bir ülkeydi ama Marx Ocak 1873’te Kapital’in Birinci Cildinin ikinci Almanca baskısına şunları yazıyordu: “Henüz ilk aşamasında olmakla birlikte, kriz bir kez daha yaklaşıyor ve bu kriz oyun sahasının evrenselliği ve eyleminin yoğunluğuyla diyalektiği yeni, kutsal Prusya-Alman İmparatorluğu’nun hüdayı nabitlerinin kafalarına bile sokacaktır.”3

Almanya, İngiltere’den sonraki en güçlü sanayi ülkesi olmaya başlamıştı. “1850’den sonraki 30 yıllık yatırım, 30 yıl öncesinin dört katıydı. …. Buhar gücüyle çalışan makinelerin sayısı %1800 arttı. 1836 yılında yalnızca 60 işçi çalıştıran Elfred Krupp, 1873 yılında gelindiğinde 16.000 işçi çalıştırıyordu. Almanya’nın sanayileşmesi, Britanya’dan 60 yıl sonra yükselişe geçmişti ama kısa sürede onu yakalıyordu.4 Bu gelişme Alman işçi sınıfını da ileri doğru itmiş, sınıf bilinci ve sosyalizm etkisiyle donatmıştı.

Marx, Paris Komünü’nden sonra bir yandan uluslararası işçi sınıfı hareketlerine uzaktan yön vermeye çalışırken bu arada kendi çalışmalarına da yoğunlaşmıştı. Kapital’i tamamlaması gerekiyordu. Arkadaşlarıyla buluşuyor, Engels ile hemen her gün görüşüyorlar, ciddi tartışmalar yapıyorlardı. Ne ki aşırı çalışma 1873 baharında Marx’ın sağlığını yeniden bozdu. Baş ağrıları, uykusuzluk, felç tehlikesi. 1874 yazında kronik karaciğer rahatsızlığı kendini bir kez daha gösterdi. 1876 yılının sonlarına doğru sağlığı düzeldi. Bu arada Almanya’daki arkadaşlarıyla da sürekli görüşüyordu. Dolaştığı yerlerde takma adlar kullanıyor, resmi güçler tarafından “tehlikeli bir kızıl” olarak görüldüğü için gizlilik koşullarında dolaşıyordu. Öte yandan unutmayalım, Marx çok iyi bir edebiyat okuruydu. Birçok şairi ve yazarı iyi okuyordu. İngiliz yazar Edward Bulwer Lytton, Shakespeare, Dickens, Thackeray, Moliére, Racine, Voltaire, Goethe, Bronte kardeşler o yıllarda masasına sık gelen yazarlardı.5

Gotha Programı’nın Eleştirisi’ne Doğru

Aynı yıllarda Almanya’da birbirinden ideolojik olarak farklı iki sosyalist örgüt birbirine yaklaşıyordu. Marx’tan etkilendiği bilinen Ferdinand Lassalle Genel Alman İşçi Derneği’ni (ADAV) kurmuştu. Marx’ın arkadaşı Wilhelm Liebknecht ile August Bebel’in önderlik ettiği, Birinci Enternasyonal programına bağlı Alman İşçi Dernekleri Birliği de neden sonra dışarıdan katılımlarla tam anlamıyla bir işçi sınıfı partisi olan Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (SDAP) dönüştü. Sonunda birleşme kongresi kararı alan “Lassalcılar” (ADAV) ile “Eisenachçılar” (SDAP) bu arada birbirlerinden farklı gelişmişti. ADAV 1870-1874 arasında zayıflarken SDAP önemli bir büyüme eğilimi içinde oldu. Birleşme önerisi “Lassalcılar”dan geldi. 1875’te Gotha kentinde düzenlenen Kongre’de iki partinin birlik partisi olarak Almanya Sosyalist İşçi Partisi kuruldu. Parti daha sonra 1890’da Almanya Sosyal Demokrat Partisi adını alacaktı.

Bu yeni birlik partisi bir yıl içinde 38.000 üyeye ve 291 yerel örgüte sahip oldu; 1877 seçimlerinde yarım milyona yakın oy alıp 12 milletvekili çıkardı; bu arada Bismarck’ın baskı yasalarına karşı büyüme devam etti ve parti 1890’da oylarını bir milyona, sonra da 1903’te yaklaşık üç milyona çıkardı ve Almanya’nın en büyük partisi oldu.6

Burjuvazinin politik iktidarının en sert, işçi sınıfının en gelişmiş olduğu Almanya’da çok önemli bir işçi sınıfı partisi kurulurken Marx ve Engels ne yapıyordu? Gelişmeler hızlı olmuştu, elbette yakından izliyorlardı ama yeni partinin kuruluşu sürecinde ikisi de yokmuş gibi davranılmıştı. Engels, Bebel’e sert bir sitem mektubu yazdı, kurulan Parti onların da partisiydi, üstelik yurt dışında olmalarına rağmen Parti’nin bazı tutumları yüzünden onların suçlandığını belirtiyordu. Asıl sorun da Kongre’den çıkan ve gazetelerde okudukları Gotha Programı’ydı. Marx’ın “işe yaramaz” olarak nitelediği Program’a destek vermeyeceklerini ve böyle çürük bir temel üstünde kurulan birliğin ömrünün kısa süreceğini belirttiler.

Bebel’in “Londra’daki iki ihtiyar” olarak nitelediği Marx ve Engels, Program’da Lassalle’ın belirleyici oluşuna öfkelenmişti. Engels bir çıkmaz içinde kalan Lassalcıların kaybetmeye yüz tutan itibarlarını bu Program’ın kazandıracağını söylüyordu.

Sonunda Marx, Gotha Programının Eleştirisi adıyla yayımlanan ünlü notlarını yazdı ama yıllar sonra yenisiyle değiştirilmesine dek Parti içinde kalması gerektiğini düşündüğü için yayımlamadı. Devrimci bir partinin kendini eleştirisi içerde kalırdı, içerde sonuna kadar tartıştığımız partiyi dışarıda sonuna kadar savunuruz. Engels de Marx’ın eleştiri notlarını ancak 1891’de Erfurt’ta yapılan Parti Kongresi’nden hemen önce yayımladı.

Fırtınalar koparan Gotha Programı, 22-27 Mayıs 1875’te yapılan Gotha Birlik Kongresi’nde kabul edilmişti ve daha çok maddelerin alt alta sıralandığı, iki buçuk sayfa tutan, kısacık bir programdı. Marx ve Engels’in Program’ın son hali üstünde etkili olduğu da kuşkusuz. Bugünden o uzak geçmişe bakarak, “Elbette iki parti de Marx ve Engels’in kuramsal derinliğine yaklaşmış değildi”7 diyen Lebowitz, “Gotha Programının Eleştirisi’ni hem sıcağı sıcağına gösterilmiş öfkeli bir tepki olarak hem de günceli aşan kuramsal bir katkı olarak düşünmemiz gerekir” de diyor. Ki Lebowitz’in bu saptaması bizi şimdi daha çok ilgilendiriyor (Doğrusu hazırlanan Program o gün de bugün de sosyalist bir partinin nirengi noktalarından olup partinin amaçlarını ve kimliğinin özünü göstermekle birlikte, bugünkü sosyalist partilerin programlarının içeriği çok daha kapsamlı hazırlanıyor).

Bütün dünyadaki komünist partiler programlarına çok önem verir. Önce program yazılır, sonra parti kurulur. Türkiye’de de sosyalist partiler hep aynı yolu izlemiştir. Birinci Türkiye İşçi Partisi’nde program yazımı için bir kurul oluşturulmuş ve ciddi tartışmalar yürütülmüştü. Programlar dünya ve Türkiye çözümlemelerinin yanı sıra, partinin ülkedeki sosyalizm hedefini nasıl gördüğünü anlatır. Demek ki Gotha Programı’nın Eleştirisi bunun en önemli başlangıcı. Şunu da belirtmek gerekir ki sosyalist partilerde program yazımı Marx’ın gösterdiği özen ve titizlikle ve her sözcüğün hesabı verilerek hazırlanır ve bu tutum bugün de aynıyla sürdürülür.

Almanya’daki işçi sınıfı partisinin oluşumu dünya sosyalist hareketinin tarihinde önemli başlıklardan birini oluşturur. Alman işçi sınıfı sayıca büyüktü, gelişmiş bir sanayinin içinden çıkıyordu, sosyalizm düşüncesini en çok içselleştiren ve en çok umut veren sınıftı.

Marx 5 Mayıs 1875’te Wilhelm Bracke’ye yazdığı mektupta (Marx’ın hayatı boyunca kaç mektup yazdığını doğrusu merak ediyorum, yüzlerce ya da binlerce), Eisenach Programı’nın ötesine geçilemeyebilirdi ama, “Gerçek hareketin her adımı bir düzine programdan önemlidir” diyordu.8 Ki bu söz bugün de sosyalist hareketin kılavuzlarından biri olarak yazılıp önümüze asılmalı.

Marx’ın birlik kongresinde iki partinin anlaştığı iki buçuk kitap sayfalık Gotha Programı’na “Kenar Notları” yirmi beş kitap sayfası uzunluğundaydı. Gotha Programı’nın kısa kısa yazılmış maddeleri hakkındaki düşüncelerini sırayla ve ayrıntılı biçimde anlattığı “Alman İşçi Partisi Programına Kenar Notları”nda asıl konunun “kapitalist toplumdan daha yeni çıkıp geldiği haliyle, dolayısıyla da her açıdan, iktisadi, ahlaki, düşünsel olarak, rahminden çıktığı eski toplumun doğum lekelerini hâlâ taşıyan bir komünist toplum” olduğunu belirtiyor Marx.9

Elbette eleştiri oklarının hedefinde niyetini iyi bildiği Lassalle vardır. “Lassalle’a inananlar onun kaleme aldığı kutsal metinleri nasıl biliyorsa, Lassalle da Komünist Manifesto’yu ezbere biliyordu.” Demek ki çarpıtmıştır diyor Marx. Niçin? Burjuvazi karşısında mutlakçı ve feodal hasımlarla dirsek teması yüzünden.

Burada Lassalle’dan kısaca söz edelim mi… Lassalle Alman İşçileri Genel Birliği’ni 1863’te kurdu. Önderlik becerisi yüksek, parlak bir solcuydu. Marx’ın görüşlerinden etkilenmekle birlikte, sosyalizmin ulusçu bir bireşimini yapmaya çalışıyordu. Devletin varlığı önemliydi, çünkü devlet işçilerin uğradığı haksızlıkları düzeltecekti ve sosyalizme giden yolun taşlarının döşenmesinde rol oynayacaktı, devletle işçileri özdeşleştiren bir anlayışı vardı Lassalle’ın. Üstelik önemli bir arızası daha vardı ki Bismarck ile sürekli ikili görüşmeler içinde bulunuyordu ve ne kadar bilincindeydi bilinmez ama Bismarck elbette Lassalle’ı kullanıyordu. Kısacası Lassalle, Marx ile Engels’in tahammül edemeyeceği, enternasyonal sosyalizm anlayışını tersyüz etmeye çalışan, ulusçu bir anlayıştaydı.

Engels de Gotha Programı için ne demişti, yapılması gereken 1869 tarihli Eisenach programının ya da onun günün koşullarına göre yenilenmiş halinin kabul edilmesiydi ve Marx ile Engels’in sözü kesindi: “Partimizin teorik bakımdan, yani program için önemli olan nokta bakımından, Lassalcılardan öğreneceği kesinlikle hiçbir şey olmazdı.”10

Gelgelelim süreç onların istediği gibi olmadı, Sosyal Demokrat İşçi Partisi önderleri kuramcı olarak Lassalcılardan üstün olmakla birlikte, birlik partisinin oluşmasında becerikli davranamamaları yüzünden, Lassalcılar politik olarak üstün görünmüştü ve Gotha Programı’nda Lassalcıların etkisi belirleyici oldu. Engels, “‘onurlu kişiler’ onurlu olmayanlar tarafından bir kez daha insafsızca kandırılmışlardır” diye hayıflanıyordu ki acı sözlerdi bunlar.

Marx ve Engels’in kılı kırk yararak birlik programının her sözcüğüne gösterdiği bu titizlik bizim için her zaman öğretici olmuştur. Engels bunu güzel sözlerle tarihimize saptıyor: “Genel olarak bir partinin resmi programı, onun ne yaptığından daha az söz konusudur. Ama yeni bir program her zaman için herkesin gözü önünde henüz dikilmiş bir bayraktır ve dış dünya, parti konusunda buna göre yargıda bulunur.”11

1 Eric Hobsbawm, Dünya Nasıl Değişir-Marx ve Marksizm Yazıları, Türkçesi: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, Şubat 2014, ss. 185-186
2 Ronaldo Munck, Marx@2000, Çeviren: Yalçın Yusufoğlu, Kitap Yayınevi, 2003, s. 18
3 Karl Marx Biyografi, İngilizceden çeviren: Ertuğrul Kürkçü, Yordam Kitap, Aralık 2022, s. 515
4 Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi-Taş Devri’nden Yeni Binyıla, İngilizceden çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, Yordam Kitap, Ekim 2021, s. 335
5 Karl Marx Biyografi, ss. 517-520 
6 Michael A. Lebowitz, “Gotha Programının Eleştirisi”, Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu içinde, Çeviren: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, 2013, s.278
7 Michael A. Lebowitz, a.g.y., s. 288
8 Karl Marx-Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Derleyen ve Almancadan çeviren: Erkin Özalp, Yordam Kitap, 2017, s. 18
9 Karl Marx-Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, “Alman İşçi Partisi Programına Kenar Notları”, s. 20-44
10 Marx-Engels-Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine içinde, F. Engels, “Zwickau’daki August Bebel’e Mektup”, Çeviren: Arif Gelen, Sol Yayınları, s. 86
11 Marx-Engels-Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine içinde, F. Engels, “Zwickau’daki August Bebel’e Mektup”, s. 86)