İstanbul’un herhangi bir caddesindeyiz. Sırtında taşıma çantası, elleri direksiyonda, gözleri saatle yarışıyor. Yol onun değil. Kaldırımlar da değil. Zamanın, siparişin ve algoritmanın kölesi bir kurye geçiyor yanımızdan. Kurye geçiyor ama biz bakmıyoruz. Çünkü artık onların varlığı kent yaşamının sıradan birer görüntüsü haline geldi. Ama bu sıradanlık, arkasında sıra dışı bir sömürü düzenini gizliyor.
Bir yandan çocuğuna yemek söyleyen, siparişin 20 dakikada kapısında olmasını isteyen, sipariş 5 dakika geciktiğinde uygulamaya şikâyet yazan şehirli türevi müşteri…
Aynı kişi, yolda bir motosikletlinin ters yönden geldiğini görünce ya da kaldırımda bir kuryeye denk gelince sosyal medyada bağıra bağıra sitem eder: “Bu kuryeler neden böyle tehlikeli sürüyor, kim dur diyecek?”
Oysa cevap basittir. Siparişi 20 dakikada teslim etmesi istenen biri, trafik düzenine, hız sınırına, kaldırım hakkına saygı gösterecek vaktin dışına itilmiştir.
Marksist açıdan bakıldığında bu, çift taraflı yabancılaşmanın sonucudur. Hem emekçi, ürettiği hizmetten koparılmıştır, hem tüketici, tükettiği hizmetin ardındaki sömürü mekanizmasından…
Çözüm, bireyin değil, sınıfların çatışmasıyla mümkün olabilir.
Kuryelik, şehirlerin yeni “lojistik omurgası” haline gelmiş durumda. Paket servis hizmeti, özellikle pandemi sonrası patlama yaşadı. Ancak bu büyüme emekçinin refahına değil, patronun karına yaradı. Bugün Türkiye’de binlerce moto kurye, asgari yaşamı bile garanti etmeyen koşullarda, sipariş sayısı kadar yaşama şansı bulabiliyor.
Kuryelerin önemli bir kısmı artık doğrudan çalışan değil. Birer “esnaf kurye” olarak tanımlanıyorlar. Yani işverenle aralarındaki ilişki hukuken bir iş ilişkisi değil, ticari ilişki. Böylece işveren, iş yasasının getirdiği hiçbir yükümlülüğe tabi olmadan, işçiyi dilediği gibi çalıştırabiliyor. Sosyal güvenlik primi ödemiyor, mesai kurallarına uymuyor, iş kazası ya da ölüm durumunda sorumluluğu üzerine almıyor.
Ancak fiiliyatta bu kuryeler, şirketin mobil uygulamasına bağlı, kılık kıyafetiyle, rotasıyla, puan sistemiyle, teslimat süresiyle tam anlamıyla patron kontrolü altında. Marx’ın tanımıyla bu, “biçimsel özgürlükle donatılmış, ancak özünde sermayenin denetiminde olan ücretli köleliktir.”
Sermaye sınıfı, kuryeleri birer “zaman makinesi” gibi kullanmak istiyor. Paket ne kadar hızlı teslim edilirse, müşteri o kadar memnun, şirket o kadar rekabetçi. Ama hızlandıkça, kurye yavaş yavaş ölüyor.
2024 verilerine göre Türkiye’de 1.584 motosikletli ölümlü kaza meydana geldi. Bu kazaların 76’sı moto kuryeydi. Her yıl bu sayı artıyor. 2021’de 30 civarında olan kurye ölümü, 2024’te 2,5 katına çıktı. Yani her beş günde bir kurye, çalışırken hayatını kaybediyor.
Bu ölümlerin çoğu; hız sınırı ihlalleri, ters yön kullanımı, kaldırımlarda sürüş ve aşırı yorgunluk gibi nedenlerle gerçekleşiyor. Bu davranışların hiçbirisi kurye tarafından “isteyerek” yapılmıyor. Tam aksine; “hızlı teslimat” üzerine kurulu patron sistemi, onları buna zorluyor.
Bir kuryenin ifadesiyle:
“Siparişi geç götürsem puanım düşer, iptal edilir. Hızlı gitsem canım gider. Ama zaten canıma bir şey olursa, şirket sorumluluk almaz.”
İşte sermaye tam da bunu ister: Sorumluluk almadan, maksimum kar.
Kurye çalışmasında temel ücret biçimi: paket başı ödeme. Yani ne kadar fazla paket, o kadar fazla gelir.
Ancak bu sistem, başka bir gerçeği gizliyor: Daha çok paket = daha fazla süre = daha fazla risk.
Günlük 12-14 saat çalışan kuryelere rastlamak sıradanlaştı. Oysa Trafik Kanunu’na göre ticari taşıma yapan bir motorlu taşıt sürücüsünün günlük maksimum sürüş süresi 9 saat. Ancak “esnaf kurye” adı altında bu kısıt, kâğıt üzerinde bypass ediliyor. Kuryeye resmi olarak “taşıma yapmıyor” denilerek SRC ve psikoteknik gibi belgeler dahi istenmiyor. Sürüş süresi izlenmiyor, denetlenmiyor. Denetim yoksa sorumluluk da yoktur çünkü.
Bu noktada Marx’ın artı-değer kavramı hatırlanmalı: “Kapitalist üretim, işçinin yalnızca emek gücünü değil, yaşamını da metaya dönüştürür.”
Kurye emeği de tam olarak budur. Zaman, hız, beden ve can bir araya getirilip metaya, yani “paket başına kazanca” dönüştürülür.
Bazı firmalar, kuryeleri daha fazla denetlemek için motosikletlere GPS cihazı yerleştirmeye hazırlanıyor. Bu cihazlarla gidilen yollar, yapılan hızlar, trafik ihlalleri anlık olarak izlenebilecek. Amaç nedir? Kurye daha iyi mi korunsun? Hayır. Daha verimli çalışsın.
Bu sistemler: Sipariş zamanında gitti mi? Haritada gösterilen yoldan mı gitti? Bekleme süresi ne kadar? Bu sorularla ilgilenir.
Ancak şu sorularla ilgilenmez: Ters yöne mi girdi? Kaldırıma mı çıktı? Günde kaç saat motosiklet sürüldü? Araç bakımı yapıldı mı? Kurye yeterince dinleniyor mu? Ne kadar tehlikeli sürüşe zorlanıyor?
Yani GPS sistemi bir “emniyet kemeri” değil, dijital zincir işlevi görür. Kapitalizmde teknoloji işçinin güvenliğini değil, verimliliğini artırmak için vardır.
Yasaya göre işyerinde çalışan bir emekçiye iş sağlığı ve güvenliği eğitimi, ekipman sağlama, mesai düzeni gibi yükümlülükler işverene aittir.
Ama esnaf kurye sisteminde bu yoktur. Çünkü “işveren yoktur” (!)
Kuryenin kaskı mı yok? — “Kendi sorumluluğu.”
Reflektif yeleği mi yok? — “Kendisi temin edecek.”
Günde 14 saat direksiyon başında mı? — “Kendi işini yapıyor (!).”
Bu düzen, işçiyi “bağımsız çalışan” göstererek bireysel sorumluluk altında kolektif sömürüye maruz bırakma modelidir. İşçi değilmiş gibi gösterilen her kurye, aslında daha da fazla sömürülen işçidir.
Bugün kuryeler, hem iş güvenliği hem trafik güvenliği hem de işçi hakları açısından en kırılgan gruplardan biri.
Peki, ne yapılabilir?
- Esnaf kurye modeli kaldırılmalı. Kurye emeği, taşımacılık işi olarak tanınmalı ve iş güvencesiyle bağlanmalı. Tehlike sınıfı “Çok Tehlikeli” olarak güncellemeli.
- Paket başı ödeme sistemine son verilmeli. Sabit ücret + güvenliğe dayalı prim sistemi kurulmalı.
- Trafik yasaları, kurye çalışma saatleriyle entegre edilmeli. Sürüş süresi ve mola süreleri dijital olarak denetlenmeli.
- Kurye sendikaları yasal olarak tanınmalı, firmalarla toplu sözleşme yapma hakları garanti altına alınmalı.
- Kurye ölümleri iş cinayeti sayılmalı, şirketler doğrudan sorumlu tutulmalı.
Kurye emeği, kapitalizmin bugünkü sömürü tarzının mikroskop altında incelenmiş halidir. Hız, esneklik, bireysellik ve sözde özgürlükle bezeli bu sistem, gerçekte emekçinin ömrünü sermayeye yakıt yapmaktan başka bir şey değildir.
Kuryeler için, iş güvenliği için, hayat için mücadele şart.
Çünkü sermaye, can pazarında ölüme yatırım yapar.
Paketi bırak, hayatını bırakma!