Türkiye’de bu yaz başlayan ve hala devam eden su kesintilerinin, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirleri ciddi oranda etkilediği bir süreçten geçiyoruz. Bu kesintileri yaşayan halkın önemli bir kısmı (belki de bu yazıyı okuyan sizler) günlük planını kesintilere göre planlamaya başladı. Haftalardır süren planlı su kesintileri kentin gündelik ritmini altüst etmiş durumda. Artık insanlar dışarı çıkarken saatini suyun ne zaman geleceğine göre ayarlıyor; eve dönerken ilk düşünce “muslukta su var mı” oluyor. En temel ihtiyaçlar —yüzünü yıkamak, dişini fırçalamak, tuvaletin sifonunu çekmek— bile plan gerektiriyor. Geceleri süren kesintiler, özellikle hizmet sektöründe çalışanları, gece vardiyasından dönenleri, kadınları ve yalnız yaşayanları çok etkiliyor. İnsanlar işten döndüklerinde yüzlerini yıkayamıyor, yemek yapamıyor, hijyen koşullarını sağlayamıyor. Gündüz çalışıp gece eve gelenler için kesintiler, yalnızca bir rahatsızlık değil, doğrudan bir yaşam kalitesi ve sağlık tehdidi anlamına geliyor. Çünkü etkilenen bölgelerdeki halk, duş almak veya el yıkamak gibi çok temel ihtiyaçlarını günün belli saatleri arasında karşılayamıyor.
Son aylarda özellikle büyük şehirlerdeki baraj doluluk oranları alarm veriyor. Örneğin, Türkiye’nin en kuru bölgelerinden olan Konya’da da baraj doluluk oranı %16 [1]. Ekim ayı başından itibaren su kesintilerinin yaşandığı Ankara’da toplam baraj doluluk oranı 6 Ekim itibariyle %16 [2]. Yaz aylarının sonundan itibaren yapılan düzenli kesintiler İzmir’deki Gördes Barajı’nın kurumasına engel olamadı [3]. Yaklaşık 16 milyon insana ev sahipliği yapan İstanbul’da baraj doluluk oranı %28, Kazandere Barajı kurumaya yüz tutmuş durumda [4]. Planlı su kesintilerinin duyurulduğu Bursa’da ise Ekim ayının ilk haftasında barajların doluluk oranı %1’in altına düştü [5].
Karşı karşıya olduğumuz durum kuraklığa bağlı olarak, su yönetimindeki hatalarla gelişen bir “su krizi”dir. Kuraklık, en basit tanımıyla bir bölgenin normalden daha kuru hale gelmesidir. Yağış miktarında düşüşle başlar, bu durum meteorolojik kuraklık olarak adlandırılır. Bu durum uzadıkça nehirler, göller kurumaya başlar ve yeraltı suları da çekilir, hidrolojik kuraklık gelir. Bu zincirleme süreç sonunda tarım üretimi düşer, gıda fiyatları artar ve milyonlarca insan yoksullukla, açlıkla ve susuzlukla karşı karşıya kalabilir. Örneğin 2010’da Afrika’nın Sahel bölgesinde yaşanan kuraklık, yüz binlerce insanın temiz suya erişememesine ve tarım üretiminde yaşanan sorun nedeniyle açlıkla karşı karşıya kalmasına yol açmıştı [6]. Bugün benzer felaketlerin dünyanın dört bir yanında sürekli hale gelmesi tesadüf değil: Doğrudan erişilebilir tatlı su kaynakları yeryüzündeki suyun yalnızca %0.003’ünü oluşturuyor [7]. Bu kısıtlı kaynağa rağmen, iklim krizini büyüten politikalar, doğayı sömüren üretim anlayışı ve suyun ticarileştirilmesi bu tabloyu kaçınılmaz hale getiriyor.
Ekosistemlerin veyaşamın temel ihtiyaçlarından biri olan su, hem ekonomik faaliyetler hem de politik olarak büyük bir öneme sahip. Antik çağlardan beri, su kaynaklarını, özellikle nehirleri kontrol etme yeteneği, insan toplumları arasındaki güç ilişkilerini belirlemiştir. Önce, başkalarını sel baskınlarından koruyanlar; ardından da nehrin akışını değiştirip sulama kanalları ve barajlar inşa edenler egemenliklerini pekiştirmiştir [8]. Tarih boyunca uzun süre kamusal bir varlık olarak kabul edilen su, zamanla İlkel birikimin önemli öznelerinden biri olmuş, kapitalizmin doğuşunda ve gelişmesinde önemli bir yer tutmuştur. Özellikle son elli yılda kapitalizmin neoliberal evresinde dünyanın her yerinde hızla metalaşmış, ticarileşmiş ve özel mülkiyet konusu haline gelmiştir. Buna karşın, suyun temel bir insan hakkı olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Temiz suya ve hijyen koşullarına erişim, temel bir insan hakkı olarak 2010 yılından beri Birleşmiş Milletler tarafından tanınmaktadır [9]. Bu karara göre suya erişim tüm insanların sağlığı, onuru ve refahı için elzem olmasına rağmen, 2,1 milyar insan yani insanlığın dörtte birinden fazlası temiz içme suyuna erişememektedir [10]. Tüm devletlerin insanca yaşamak için şart olduğunu kabul etmesine rağmen halklarına temiz içme suyu bile sağlayamaması, sistemde büyük bir çelişkiye ve bir ikiyüzlülüğe işaret ediyor.
Neoliberal politikalarla suyun kontrolü dünya genelinde özel şirketlerin eline geçmiş durumda. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde yüzlerce şehrin şebeke suyu ve atık su yönetimi özel şirketlerin elinde [11]. Bununla beraber Küresel Güney’de ise durum sömürgecilik boyutunda: Çok uluslu şirketler, yerel yönetimlerle işbirliği içinde halkın suyunu uluslararası kredilerle inşa edilmiş barajlarda topluyor ya da pet şişelere doldurup binlerce kilometre ötede satıyor [12]. Ancak mesele suyun pet şişelerde satılmasının çok ötesinde. Kâr hırsı, doğal su döngüsünü tahrip ediyor. Tarımda kullanılan pestisitler, sanayi ve madencilik faaliyetlerinden sızan kimyasallar, termik santrallerin ve veri merkezlerinin devasa su tüketimi… Tüm bunlar sınırlı tatlı su kaynaklarını gasp ediyor, zehirliyor, ekosistemleri çökertiyor.
Kuraklık dönemlerinde suyun adil paylaşılmaması, mevcut kaynakların kirletilmesi ya da yoksul mahallelere, köylere ulaştırılamaması tesadüf değil. Bunun arkasında, suyu temel bir insan hakkı değil, yüksek kârın kaynağı olarak gören anlayış yatıyor. Bu durum yeni değil. 19. yüzyılın sonunda Birleşik Krallık’ta, liberal bir politikacı olmasına rağmen suyun özel şirketler kontrolünde olmasına karşı çıkan siyasi hareketin öncülerinden Joseph Chamberlain şöyle demişti: “Vatandaşların hak ve çıkarları ile özel teşebbüsün çıkarlarını birleştirmek zor, hatta imkânsızdır; çünkü özel teşebbüs doğal ve haklı amacını, yani mümkün olan en büyük kârı hedefler.” [13]
1980’lerden itibaren neoliberal politikalarla su hizmetleri verimlilik ve etkin yönetim gibi bahanelerle dünyanın dört bir yanında özelleştirildi. İngiltere’de Thames Water, Fransa’da Veolia ve Suez, Latin Amerika ve Asya’da Dünya Bankası’nın kredileriyle kurulan özel su şirketleri, hep aynı sonuca yol açtı: fiyat artışları [14], altyapı bakımı ve geliştirme hizmetlerinde şeffaflığın kaybolması [15], su kesintileri ve kirlilik. Örneğin Britanya 2022 kuraklığında Thames Water günde 600 milyon litre suyu sızıntılarla kaybederken, halka “su tasarrufu yapın” çağrısı yapıyor, yaşanan sıkıntılara rağmen sızıntıların önlenmesi şirketin finansal planlarında oldukça uzak tarihlere öteleniyordu [16]. Aynı şirketin, 2020-2022 yıllarında 72 milyar ton kanalizasyon suyunu Thames Nehri’ne boşalttığı ortaya çıktı [17]. Bu tablo, özel mülkiyetin halkın ve doğanın ihtiyaçlarını değil, sermayenin çıkarını gözettiğinin en açık göstergesi. Bu skandalların yanı sıra, özel şirketler “normal” işleyişinde dahi, fiyatlandırma politikalarıyla başta ötekileştirilmiş etnik gruplar olmak üzere, işçi sınıfı hanelerinin suya erişiminde sıkıntılara yol açıyor [18].
Türkiye’de kentlerin su şebekeleri ve arıtma işlemleri yerel yönetim iştiraklerinin elinde ve gerek yönetimlerdeki yozlaşma gerekse işleyiş hatalarından ötürü dönem dönem kontrolden çıkan su sıkıntıları yaşanmakta. Bu konuda akıllara gelen ilk örnek, kurak geçen 2007 yazında Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yaşattığı su kesintileri devam ederken, üç gün içinde yaşanan iki boru patlamasıyla şehrin bazı kesimlerinin sular altında kalmasıdır [19]. Kesikköprü Barajından şehre su taşıyan boruların patlamasıyla [20] 2025 yılının Ekim ayının ilk haftasında Ankaralıların yaşadığı sıkıntılarda Gökçek mirasının etkisi yadsınamaz olsa da Mansur Yavaş yönetiminin de sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Dönem dönem kentlerde yaşanan su krizlerinin temelinde ise, ülke genelinde su havzalarının kontrolünden, su kaynaklarının yönetiminden ve planlanmasından sorumlu olan Devlet Su İşleri, Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yönetim ve planlama hataları vardır. Merkezi yönetimin yanlış su politikaları ile kuruyan göller, yok olan sulak alanlar, barajlara ve kanallara hapsedilen akarsular uzun vadede yaşanacak su krizlerinin hem nedeni hem de habercisidir. Bu hataların temelinde ise kamu çıkarlarının geri plana atılması ve rant ile kârın öncelenmesi yatmaktadır.
Türkiye’nin 2020 yılından itibaren kurak bir döneme girdiği bir gerçek. Etkileri tüm Anadolu’ya yayılan ve giderek şiddetlenen kuraklık trendiyle birlikte, 2025 yılında kimi illerde yağış miktarları uzun yıllar ortalamasının çok altında kaldı (yer yer SPI değerleri -2’nin altına inerek ‘çok şiddetli kuraklık’ düzeyine ulaştı) [21]. Ancak uzmanlar ve çevre örgütleri, su krizinin yalnızca “kuraklık” bahanesiyle açıklamanın ya da kent sakinlerinin bireysel kullanım alışkanlıklarının azalan su kaynaklarından doğrudan sorumlu tutulmasının doğru olmadığını vurguluyor [22]. Su yönetimi ve altyapıdaki aksaklıklar, suyun bir meta olarak görülmesi, su kaynaklarının maden ve sanayii şirketlerinin inisiyatifine bırakılması ve kapitalist düzenin getirdiği nüfus hareketleri meteorolojik kuraklığın su krizine dönüşmesine sebep oluyor. Örneğin, bir zamanlar “su şehri” olarak nitelenen, bugünlerde barajlardaki doluluk oranının %1 seviyesinin altına düştüğü Bursa’da ortaya çıkan su krizinin sebepleri: borulardaki sızıntılar yüzünden dönem dönem %25’in üzerine çıkan kaçak oranı [23], 17 organize sanayi bölgesinin yoğun su kullanımı, şehre yapılan sanayi yatırımları ve buna bağlı göç yükünün planlanmaması ve yönetilememesi (Bursa’da su altyapısı şehrin nüfusunun 1.5 milyon olduğu döneme göre planlanmıştı, bugün şehrin nüfusu 4 milyona yaklaşmış durumda) olarak sıralanabilir [24]. İzmir gibi büyük şehirlerde de tablo farklı değil. Barajlar kuruyor, belediyeler “planlı su kesintileri” duyurmak zorunda kalıyor. Bu durum, iklim krizinin yanı sıra altyapı yetersizliği ve yanlış su yönetiminin birleşiminden doğan sistematik bir krizi gösteriyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Kanal İstanbul örneğinde olduğu gibi, su havzaları imara açılarak halkın ve gelecek nesillerin suya erişim hakkı rant uğruna gasp ediliyor [25].
Türkiye’de su kaynaklarının ekosistem ve halk sağlığının hiçe sayılarak sermayenin hizmeti ve kontrolüne devredilmesinin bir başka boyutu da sömürgeciliğe varan vahşi madencilik faaliyetleri. Bu duruma en çarpıcı örneklerinden biri 2025 yazında Uşak’ta yaşananlar… Uşak’ta kente su sağlayan Küçükler Barajı tamamen kurudu; bu yaz şehir yalnızca kuyularla beslendi ve su günde sadece birkaç saat verilmeye başlandı. Bununla beraber, barajın kurumasının temel nedeni iklim değil, bölgedeki taş ocakları ve altın madenciliği faaliyetleri [26]. Uşak’ın Kışladağ bölgesinde faaliyet gösteren, Kanada merkezli Eldorado Gold’a bağlı TÜPRAG şirketinin işlettiği altın madeni 20 yıldır bölgeyi tahrip ediyor. Madenin neden olduğu arsenik, mangan ve demir kirliliği halk sağlığını tehdit eder boyuta ulaştı. Yakındaki Gedikler köyü patlatmalar yüzünden yeraltı suyunu tamamen kaybetti. Uşak ve Kütahya sınırındaki Murat Dağı (Ege Bölgesinin en önemli su kaynaklarından biri) yeni maden projeleriyle hedefte. Şirketlerin planlarına göre yüz binlerce ağaç kesilecek, her gün tonlarca dinamit patlatılacak ve yüzlerce ton yeraltı suyu çekilecek. Halkın mücadelesine rağmen ÇED süreçleri sürekli şirketler lehine ilerliyor. Benzer şekilde, Sivaslı ilçesindeki taş ocakları da patlatmalarla hem tarım alanlarını hem yeraltı sularını tahrip ediyor. Halk, 1990’larda 20 metreden çıkan suyun artık 200 metreden çıkarıldığını, verimin düştüğünü anlatıyor [26].
Su fakiri haline getirilen Türkiye’yi küresel iklim değişikliğiyle birlikte daha şiddetli ve uzun kurak dönemler bekliyor. Gelecekte, 2025 yılında yaşadığımızdan çok daha kurak yazlara tanık olacağımız bir gerçek [27]. Ancak bu durum su krizlerine mahkum olduğumuz anlamına gelmiyor. Bilimsel temelle hazırlanmış, suyu bir meta değil yaşamsal bir hak olarak gören, sermayeyi değil halk ve ekosistem sağlığını önceleyen, kısa dönemli kâr ve çıkarlar yerine uzun dönemli hedeflere sahip politikalarla kuraklığa rağmen suyu herkese, kesintisiz olarak ulaştırmak mümkün. Su politikalarında ilk hedef ülkedeki su kullanımında %77 paya sahip tarımsal sulamada verimi %50’den çok daha yukarılara çekerek yarısını “buharlaştırdığımız” değerli su kaynaklarını korumak olmalı, günümüzdeki teknolojilerle bile kısa sürede 75% verimliliğe ulaşmak zor değil [28]. Atılabilecek bir diğer somut adım, kentlerdeki su şebekesi altyapısını elden geçirerek kimi kentlerde %25’i bulan kayıp oranlarını düşürmek. Su kaynaklarının yönetimi kamuya ait olduğundan bu konuda merkez kapitalist ülkelere göre büyük avantaja sahibiz, ancak hem su hem de mali bütçe konularında şeffaflık temel dayanak noktalarımız olmalı. Verimliliği yükseltmenin yanında, Uşak’ta ve Anadolu’nun dört bir yanında sayısız yerde yaşanan, su kaynaklarının maden şirketlerinin insafına bırakılmasına derhal müdahale edilmeli, ekosistemlerin ve halkın suyunu gasp eden, zehirleyen maden şirketlerine kilit vurulmalıdır. Hemen bugün atılmaya başlanacak bu adımlar dışında, küresel ve bölgesel iklim modelleri ışığında hazırlanan yağış rejimi tahminlerine dayanarak tarım ürünü desenlerinin önceden planlanması, kentlerin su altyapılarının nüfus hareketleri ve demografik değişimler hesaba katılarak inşa edilmesi uzun vadeli programlarda yer almalıdır. Başta da belirttiğimiz gibi tüm bunların gerçekleştirilmesi için suyun bir hak olduğu gerçeği halk iradesi ile ortaya konulmalı ve politikalar bu şekilde yönlendirilmelidir.
Planlı veya plansız su kesintileriyle engellenmeye çalışılan bu susuz yaz, sonbaharın gelişiyle rafa kalkmış değil. Bu yazıyı yazarken dahi İzmir ve Ankara’da oturan dostlarımızdan sularının kesildiği haberlerini hâlâ alıyoruz. Önümüzdeki yıllar daha da zor geçecek. Uluslararası şirketlere peşkeş çekilen, kısa dönemli kâr hırslarıyla yağmalanan, yetersiz altyapı yatırımlarıyla ve yetersiz önlemlere boşa harcanan su, küresel iklim değişikliğinin de getirdiği kuraklık etkisiyle halka ulaşamıyor. Ancak umutsuzluğa yer yok, suyun bir hak olduğu konusunda direten, insan ve ekosistem sağlığını önceleyen örgütlü bir duruşla su krizlerini önlemek mümkün. Suyuna sahip çıkan halkların direnişleri Türkiye’de ve dünyanın her yerinde devam ediyor: Kumarlar, Direkli, Kaz Dağları, Bolivya’nın Cochabamba su isyanı, Fransa’da ve İtalya’da suyun yeniden kamulaştırılması mücadeleleri… Meksika’da Mazahuaların direnişinden [29] Pakistan’da Babarloi eylemlerine [30] onlarca başarılı örnek bizlere mücadele yolunu gösteriyor.
[1] KOSKİ (2025) KOSKİ Baraj Doluluk Oranları https://www.koski.gov.tr/ son erişim tarihi: 06/10/2025 [2] ASKİ (2025) Barajlar Bilgi Sistemi: Baraj Doluluk Oranları https://www.aski.gov.tr/TR/Baraj.aspx son erişim tarihi: 06/10/2025 [3] İZSU (2025) Barajların Su Durumu https://www.izsu.gov.tr/tr/BarajlarinSuDurumu/1 son erişim tarihi: 06/10/2025 [4] İSKİ (2025) Baraj Doluluk Oranları https://iski.istanbul/baraj-doluluk/ son erişim tarihi: 06/10/2025 [5] BUSKİ (2025) Baraj Doluluk Oranları https://www.buski.gov.tr/baraj-detay son erişim tarihi: 06/10/2025 [6] Foy (2010, 21/06) Millions face starvation in west Africa, warn aid agencies. The Guardian https://www.theguardian.com/world/2010/jun/21/millions-face-starvation-west-africa son erişim tarihi: 05/10/2025 [7] US Bureau of Reclamation (2020) Water Facts - Worldwide Water Supply https://www.usbr.gov/mp/arwec/water-facts-ww-water-sup.html erişim tarihi: 08/10/2025 [8] Worster, D. (1992). Rivers of empire: Water, aridity, and the growth of the American West. Oxford University Press. [9] BM (2010) Resolution adopted by the General Assembly on 28 July 2010 [without reference to a Main Committee (A/64/L.63/Rev.1 and Add.1)] 64/292. The human right to water and sanitation https://docs.un.org/en/A/RES/64/292 son erişim tarihi: 05/10/2025 [10] WHO, UNICEF (2025) Progress on household drinking water, sanitation and hygiene 2000–2024: special focus on inequalities. Geneva: World Health Organization (WHO) and the United Nations Children’s Fund (UNICEF), 2025. Licence: CC BY-NC-SA 3.0 IGO. [11]Roberts, A. (2008). Privatizing Social Reproduction: The Primitive Accumulation of Water in an Era of Neoliberalism. Antipode, 40(4), 535–560. https://doi.org/10.1111/j.1467-8330.2008.00623.x [12] Simonson, K (2003). The Global Water Crisis: NGO and Civil Society Perspectives. Geneva: Centre for Applied Studies in International Negotiation. [13] Juuti, P. S., Katko, T. S., & Vuorinen, H. S. (2007). Privatisation of water services in historical context, mid-1800s to 2004. In P. S. Juuti, T. S. Katko, & H. S. Vuorinen (Eds.), Environmental history of water: Global views on community water supply and sanitation. IWA Publishing. [14] Bel, G., 2021. Trends and comparisons of outcomes between public and privately owned utilities, “ Chapter in Routledge Handbook on Urban Water Governance. In: Megan Farrelly, Thomas Bolognesi, and Francisco Silva Pinto. Routledge, New York. [15] Gonzales, C. (2023). Privatisation of water: New perspectives and future challenges. Public Enterprise Half-Yearly Journal, 27(1), 26–38. https://doi.org/10.21571/pehyj.2023.2701.02 [16]Lavilla S., Carrington D. (2023, 22/06) Thames Water pipe leaks at highest level in five years, FoI reveals. The Guardian. https://www.theguardian.com/environment/2023/jun/22/thames-water-pipe-leaks-at-highest-level-in-five-years-foi-reveals son erişim: 05/10/2025 [17] Rufo Y. (2023, 10/11) Thames Water: 72 billion litres of sewage pumped into river in two years. BBC. https://www.bbc.com/news/uk-england-london-67357566 son erişim: 05/10/2025 [18] Zhang, X., González Rivas, M., Grant, M., & Warner, M. E. (2022). Water pricing and affordability in the US: Public vs. private ownership. Water Policy, 24(3), 500–516. https://doi.org/10.2166/wp.2022.283 [19] İMO (2007) İMO: "SU BORULARININ PATLAMA SEBEBİ YANLIŞ YÖNETİMLERDİR" https://www.tmmob.org.tr/icerik/imo-su-borularinin-patlama-sebebi-yanlis-yonetimlerdir son erişim tarihi: 06/10/2025 [20] Birgün (2025, 29/09) Ankara'da Kesikköprü hattında boru patladı: "Su ulaşımında sıkıntı" yaşanabilir. Birgün. https://www.birgun.net/haber/ankara-da-kesikkopru-hattinda-boru-patladi-su-ulasiminda-sikinti-yasanabilir-657148 son erişim tarihi: 06/10/2025 [21] Kurak Türkiye (2025) Türkiye 1990-2025 Yağış Haritası https://kurakturkiye.iklimriskleri.com/ [22] Melaşvili (2025, 16/08) Kesinti değil, gasp: Polen Ekoloji ile su adaleti krizi üzerine. Fikir Gazetesi https://fikirgazetesi.org/2025/08/16/kesinti-degil-gasp-polen-ekoloji-ile-su-adaleti-krizi-uzerine/ son erişim tarihi: 06/10/2025 [23] Solak, S., Yalili Kiliç, M., & Akal Solmaz, S. K. (2019). BURSA İLİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL SU YÖNETİMİ. Uludağ University Journal of The Faculty of Engineering, 24(1), 111–124. https://doi.org/10.17482/uumfd.463302 [24] Bursa Hakimiyet (2025, 01/10) DOĞADER Başkanı Demir: Su şehri Bursa'da artık su yok. Bursa Hakimiyet Gazetesi. https://www.bursahakimiyet.com.tr/bursa/dogader-baskani-demir-su-sehri-bursa-da-artik-su-yok-1506251 son erişim tarihi: 06/10/2025 [25] Bingölbali, N. (2023). Kanal İstanbul Projesi’nin içme suyu havzaları ve ulaşım aksları üzerindeki çevresel etki boyutlarının CBS tabanlı analizi (Yüksek lisans tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi). İstanbul Teknik Üniversitesi [26] Sağol B.(2025, 18/08) Bir kent susuz kaldı. Birgün https://www.birgun.net/haber/bir-kent-susuz-kaldi-646340 son erişim tarihi: 06/10/2025 [27] Seker, M., & Gumus, V. (2022). Projection of temperature and precipitation in the Mediterranean region through multi-model ensemble from CMIP6. Atmospheric Research, 280, 106440. https://doi.org/10.1016/j.atmosres.2022.106440 [28] T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı (2021) TARIM SEKTÖRÜNDE SU VERİMLİLİĞİNE İLİŞKİN METODOLOJİK REHBER. https://www.suverimliligi.gov.tr/wp-content/uploads/2023/01/Tarim-Sektoru-Su-Verimliligi-Rehber-Dokumani.pdf [29] Gomez (2009) AN ARMY OF WOMEN. AN ARMY FOR WATER. THE MAZAHUA INDIGENOUS WOMEN OF MÉXICO Agricultura Sociedad y Desarrollo. December 2009 [30] Ali Z. (2025, 30/04) Roads reopen as canals sit-ins called off. The Express Tribune. https://tribune.com.pk/story/2543147/roads-reopen-as-canals-sit-ins-called-off son erişim tarihi: 05/10/2025