Temel Yurttaşlık Geliri Üzerine Bir Polemik: Aziz Çelik’in Görüşlerine Eleştirel Bir Katkı

Turan Subaşat22 Aralık 2025
  1. Giriş

27 Kasım 2025 tarihinde Ayrım platformunda yayımlanan yazısında Aziz Çelik, son dönemde sıkça tartışılan Temel Yurttaşlık Geliri önerilerine kapsamlı bir eleştiri getirdi. Çelik’in değerlendirmesi, yalnızca teknik ve finansal yönleriyle değil, aynı zamanda kavramsal ve ideolojik düzlemde de bu politikanın sınırlarını tartışmayı amaçlıyor. Yazıda, Temel Yurttaşlık Gelirinin yüksek maliyeti, ihtiyacı olmayan bireylere de kaynak sağlaması, sosyal devleti nakit devlete dönüştürme riski ve işgücü piyasası üzerindeki olası olumsuz etkileri gibi noktalar öne çıkarılıyor. Bunun yerine, Asgari Gelir Güvencesi modelinin sol gelenekle daha uyumlu olduğu ve sosyal koruma sistemlerini güçlendirmek açısından daha işlevsel sonuçlar doğuracağı savunuluyor.

Çelik’in değerlendirmesini sol politikaların geleceği açısından önemli bir tartışma zemini sunduğu için değerlidir. Ancak bu yazıda, Çelik’in savunduğu Asgari Gelir Güvencesi modelinin taşıdığı sınırlılıkları ve Temel Yurttaşlık Gelirine yönelik eleştirilerinin eksik ya da tartışmalı yönlerini ele alacağız. Amacımız, Temel Yurttaşlık Geliri modelini sosyal adalet, özgürlük ve ekonomik sürdürülebilirlik ekseninde savunarak, bu politikanın neden sol geleneğin güçlü ve uygulanabilir bir aracı olabileceğini ortaya koymaktır.

  1. Temel Yurttaşlık Gelirini Doğru Anlamak: Kavramsal Bir Netleştirme

Çelik’in yazısında dikkat çektiği önemli noktalardan biri, Temel Yurttaşlık Geliri kavramının, CHP ve AKP gibi partilerin siyasal söylemlerinde zaman zaman yanlış anlamlarla kullanılması ya da bağlamından koparılmasıdır. Bu uyarı yerindedir. Gerçekten de sosyal politika alanında kullanılan kavramların içeriği konusunda açıklık, toplumsal beklentilerin sağlıklı oluşması ve uygulanabilir politikaların geliştirilmesi açısından büyük önem taşır. Belirtmek gerekir ki yazının bu bölümünün amacı, CHP ve AKP’nin Temel Yurttaşlık Gelirine yönelik yaklaşımlarını değerlendirmek değil, kavramın tanımsal açıdan açık ve net bir içeriğe sahip olduğunu vurgulamak ve bu politikanın sol düşünce geleneği açısından ne ifade ettiğini tartışmaktır.

Temel Yurttaşlık Geliri; bireylere koşulsuz, düzenli, kişisel ve evrensel olarak sağlanan bir gelir türüdür. Bu özelliğiyle, hem teknik hem de normatif düzeyde, Asgari Gelir Güvencesinden kavramsal ve işlevsel açıdan net biçimde ayrılır. Kavramın bu açıklığı, yalnızca teknik bir netlik değil, aynı zamanda yurttaş-devlet ilişkisine dair güçlü bir normatif önerme içerir. Temel Yurttaşlık Geliri, bireylere yalnızca ekonomik destek sunmayı değil, aynı zamanda koşulsuz bir güvence ve onur koruyucu bir toplumsal statü sunmayı hedefler. Bu yönüyle, damgalanma, dışlanma ve kurumsal bağımlılığa karşı da bir duruş taşır.

Dolayısıyla, kamuoyundaki kavramsal karışıklıkların varlığı, bu politik önerinin temelde kavramsal olarak sorunlu olduğu anlamına gelmez. Aksine, Temel Yurttaşlık Gelirinin kavramsal netliği, onu yalnızca alternatif bir sosyal politika aracı değil, aynı zamanda hak temelli bir eşitlik ve katılım önerisi haline getirir.

  1. Koşulsuz Hak mı, Seçici Destek mi? Temel Gelir Tartışmasında Adalet Ölçütleri

Temel Yurttaşlık Geliri ile Asgari Gelir Güvencesi arasındaki fark yalnızca teknik bir tasarım tercihi değil, sosyal politikanın hangi ilkeye yaslanacağı ve yurttaş-devlet ilişkisinin hangi zeminde kurulacağıyla ilgilidir. Bu nedenle, Çelik’in hedefleme ve seçicilik üzerinden kurduğu adil olan budur iddiasını, eşitlik–adalet ayrımı ve evrensellik–hedefleme gerilimi içinde daha yakından ele almak gerekir.

Çelik, savunduğu Asgari Gelir Güvencesi modelini, kamu kaynaklarının yalnızca ihtiyaç sahiplerine yönlendirilmesini esas alan hedefli bir mekanizma olarak temellendiriyor ve gerçek sosyal adaletin biçimsel eşitlikten değil, seçici yardımlardan geçtiğini ileri sürüyor. İlk bakışta bu yaklaşım, kaynak kıtlığı koşullarında rasyonel görünebilir. Ancak sosyal politikanın temel sorusu yalnızca kim ne kadar almalı değil, aynı zamanda bu ilişkinin nasıl kurulduğu, hangi toplumsal sonuçları ürettiği ve yurttaşlık bağını nasıl dönüştürdüğü sorusudur.

Öncelikle, yoksulluğun pratikte ölçülmesi, yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda yöntemsel ve siyasal tercihlere bağlı olan ve sanıldığından çok daha karmaşık bir iştir. Örneğin, değerlendirme birimi olarak birey mi yoksa hane halkı mı esas alınacaktır? Aynı hanede yaşayan kişilerin gelir paylaşımı veya bakım yükümlülükleri farklılık gösterdiği için bu seçim ciddi sonuçlar doğurabilir. Ayrıca yalnızca gelire mi, yoksa servet, taşınmazlar, dayanışma ağları gibi daha geniş bir varlık tanımına mı odaklanılacaktır? Dahası, bireyin yalnızca kayıtlı, formel gelirini esas almak birçok durumda yetersizdir. Kimi zaman insanlar geçimlerini bahçede yetiştirdikleri ürünlerden, takas ekonomilerinden, akraba yardımlarından ya da düzensiz gündelik işlerden sağlayabilirler. Örneğin bir kişinin maaş geliri olmayabilir ama ailesine ait bir tarladan gıda temin ediyor olabilir, ya da kırsalda yaşıyorsa düşük nakit gelirine rağmen konut, ulaşım gibi giderlerden neredeyse muaftır. Bu tür enformel, kayıtsız ve hesaplaması zor olan destek biçimleri, gelir testine dayalı sistemlerde sıklıkla göz ardı edilir ve sosyal yardım süreçlerini hem adaletsiz hem de idari olarak karmaşık hale getirir.

Ayrıca yoksulluk, yalnızca ölçülebilir bir gelir düzeyi meselesi de değildir. Yoksulluk sosyal dışlanma, damgalanma ve kurumsal bağımlılık üreten çok katmanlı bir durumdur. Gelir testine dayalı hedefleme, yardımın kapsamını daraltırken, yardım alanı belirleyen bir denetim rejimi de kurar. Böyle bir rejimde sosyal politika, yurttaşın hak alanını genişletmekten çok, onun durumunu sürekli teyit ettiren bir mekanizmaya dönüşür.

Buradaki temel itiraz, hedeflemenin sadece idari bir teknik değil, yurttaş-devlet ilişkisinin niteliğini belirleyen bir tasarım olduğudur. Gelir testi, kimin yardıma layık olduğuna ilişkin karar yetkisini devletin bürokrasisine devreder. Bunun sonucu, yalnızca kaynak tahsisi tartışması değildir. Bireylerin hayatları kanıt, belge, denetim kategorileri içine çekilir. Yardım, çoğu zaman hak olmaktan çıkarak bir uygunluk sınavına dönüşür. Bu sınavın yarattığı psikolojik ve toplumsal maliyet ise damgalanmayı süreklileştirir. Yardım, ihtiyacın giderilmesi kadar, kişinin kendini topluma nasıl ait hissettiğiyle de ilgilidir.

Temel Yurttaşlık Gelirinin ayırt edici iddiası tam burada ortaya çıkar: Geliri bir lütuf ya da seçim nesnesi değil, koşulsuz ve evrensel bir güvence olarak kurarak denetim ilişkisini zayıflatır; sosyal politikayı kim hak ediyor sorusundan herkesin temel güvenliği nasıl sağlanır sorusuna taşır.

Bu tartışma sol perspektif açısından ayrıca önemli bir tutarlılık testidir. Sağlık ve eğitim gibi alanlarda, gelire bakılmaksızın tüm yurttaşlara kamu kaynaklarıyla ücretsiz hizmet sunulmasını evrensel bir hak olarak savunan bir yaklaşımın, gelir güvencesi söz konusu olduğunda sadece yoksullara dönmesi, sosyal politika mantığı açısından çelişkili bir konuma düşebilir. Çünkü gelir güvencesi, bireylerin yalnızca ekonomik hayata değil, toplumsal yaşama eşit koşullarda katılımını güvence altına alma iddiası taşır. Eğer evrensel kamu hizmetlerinde hak fikri bu kadar belirleyiciyse, gelir güvencesinde aynı hak ilkesinden geri adım atmak, sosyal politikanın normatif zeminini zayıflatır.

Son olarak, Çelik’in Temel Yurttaşlık Gelirine yönelttiği bazı eleştiriler, evrensellik ilkesinin mutlak eşitlikçilikle özdeşleştirilmesine dayanıyor. Aynı desteğin herkese verilmesi Temel Yurttaşlık Gelirinin tamamlayıcı sosyal politikaları dışlayabileceğini varsayıyor. Elbette, bu uygulama bazı sosyal harcamaları gereksiz hâle getirebilir. Ancak bu durum, engelli bireyler ile sağlıklı bireylerin aynı desteği alması gibi örneklerden yola çıkarak, tüm sosyal desteklerin ortadan kaldırılması gerektiği anlamına gelmez. Aksine, Temel Yurttaşlık Geliri evrensel bir güvence zemini sunarken, özel ihtiyaç gruplarına yönelik ek desteklerin sürdürülmesi sosyal adaletin tamamlayıcı bir unsurudur. Benzer şekilde, bu gelir modeli kamusal hizmetlerin (örneğin eğitim, sağlık veya bakım hizmetleri) sınırlandırılması ya da ikame edilmesi için bir gerekçe olarak da görülmemelidir.

Sonuç olarak adaletin hedeflemeyle sağlanacağı önermesi, tek başına yeterli bir ölçüt değildir. Sosyal politikanın adaleti, yalnızca kimin daha çok aldığında değil, yardımın nasıl bir ilişki biçimi kurduğunda, yurttaşlık bağını güçlendirip güçlendirmediğinde ve eşit katılımı mümkün kılıp kılmadığında da aranmalıdır. Temel Yurttaşlık Geliri, bu nedenle sadece biçimsel bir eşitlik talebi değil, sosyal politikayı hak temelli, evrensel ve katılımcı bir zemine taşıma iddiasıyla daha derinlikli bir eşitlik projesi olarak okunmalıdır.

  1. Pahalı Bir Hak mı? Temel Gelir Üzerine Maliyet Tartışmaları

Temel Yurttaşlık Geliri politikalarına yöneltilen en yaygın eleştirilerden biri, bu sistemin yüksek maliyetli olduğu ve devlet bütçesi üzerinde ciddi bir baskı oluşturacağıdır. Çelik de benzer şekilde, Temel Yurttaşlık Gelirinin kamu maliyesi açısından sürdürülebilir olmadığını ve mevcut sosyal güvenlik sistemlerini zayıflatma riski taşıdığını ileri sürüyor. Bu uyarılar, kamusal kaynakların kullanımına dair hassasiyet taşıdığı ölçüde önemlidir. Ancak Temel Yurttaşlık Gelirinin maliyeti yalnızca doğrudan ödeme tutarlarıyla değerlendirildiğinde, bu sistemin yaratacağı çok boyutlu tasarruf potansiyeli göz ardı edilmektedir.

Öncelikle, yardımlar yoksul emekçilere yöneldiği sürece, sistemin maliyeti sol perspektif açısından ikincil bir tartışma olarak görülebilir. Sol gelenek, kuşkusuz kamu kaynaklarının mümkün olan en geniş ölçüde yoksul halk yararına kullanılmasını savunur. Bu bağlamda kafa karışıklığına yol açan asıl sorun, sosyal yardımlardan varsıl bireylerin de faydalanabilmesidir ki bu durum ilk bakışta bir çelişki gibi görünebilir. Ancak gelir dağılımının bozuk olduğu toplumlarda, Temel Yurttaşlık Gelirinin varsıl kesime sağladığı katkı hem toplam kaynaklar içinde çok sınırlıdır hem de gelirlerine oranla ihmal edilebilecek düzeydedir. Buna karşılık, düşük gelirli yurttaşlar hem nüfusun büyük bir bölümünü oluşturur hem de aldıkları destek, mevcut gelirleriyle karşılaştırıldığında anlamlı bir katkı sağlar. Bu nedenle, Temel Yurttaşlık Gelirinde varsılların da destek alması, sistemin adalet ve etkinlik hedeflerini zayıflatmaz.

İkinci olarak, Temel Yurttaşlık Gelirinin yerine geçebileceği ya da azaltabileceği sosyal yardımlar ve transfer sistemleri göz önüne alındığında, idari ve bürokratik maliyetlerde ciddi bir azalma sağlanacağı açıktır. Gelir testine, belge toplamaya, başvuru takibine, denetime dayalı sosyal yardım sistemleri yüksek oranda işlem maliyeti üretir. Bu yapı, yalnızca devlet için değil, yardım almak isteyen yurttaşlar için de zaman ve enerji kaybı anlamına gelir. Oysa Temel Yurttaşlık Geliri modeli, bu süreci tümüyle otomatik ve sadeleştirilmiş bir yapıya dönüştürür. Özellikle sosyal güvenlik sisteminin bütüncül olmadığı ülkelerde, Temel Yurttaşlık Geliri gibi yalın modeller daha uygulanabilir hale gelmektedir.

Ayrıca, Temel Yurttaşlık Gelirinin etkileri yalnızca “maliyet” düzeyinde değil, uzun vadeli toplumsal kazançlar açısından da değerlendirilmelidir. Yurttaşlara verilen bu koşulsuz güvenlik ağı, bireylerin eğitimlerini sürdürmelerine, yeni iş kurma riskini almalarına ve kötü çalışma koşullarına mahkûm olmamalarına olanak tanır. Bu durum uzun vadede hem verimlilik hem de istihdam artışı yaratabilir. Ayrıca suç oranlarının azalması, sağlık harcamalarında düşüş, iş kazalarının azalması gibi alanlarda da dolaylı fakat güçlü ekonomik faydalar sağlanabilir.

Bir başka önemli nokta, Temel Yurttaşlık Gelirinin finanse edilebilirliğine dair önerilen mekanizmalardır. Bu sistemin yalnızca doğrudan vergi gelirleriyle değil, artan oranlı tüketim vergisi, miras vergisi, finansal işlem vergileri gibi daha adil ve üretken sermayeyi cezalandırmadan uygulanabilecek araçlarla desteklenmesi mümkündür. Üstelik Temel Yurttaşlık Gelirine dair yapılan modellemeler, bu tür bir sistemin milli gelirin çok küçük bir yüzdesiyle başlatılabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, Temel Yurttaşlık Gelirinin “pahalı” olduğu yönündeki görüşler, bu politikanın kısa vadeli, yüzeysel bir bilanço değerlendirmesiyle ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Oysa kamu harcamalarının etkinliği yalnızca ne kadar harcandığıyla değil, ne ölçüde sosyal fayda üretildiğiyle değerlendirilmelidir. Temel Yurttaşlık Geliri, bu yönüyle hem mali hem toplumsal açıdan son derece verimli bir yatırım olarak okunmalıdır.

  1. Temel Yurttaşlık Geliri ve Emek İlişkisi

Temel Yurttaşlık Gelirine yönelik bir diğer yaygın kaygı, bu tür bir sistemin bireyleri çalışmaktan soğutacağı ve üretkenliği düşüreceği yönündedir. Bu görüşe göre Temel Yurttaşlık Geliri istihdamı teşvik etmektense, bireyleri çalışma hayatının dışına itme riski taşımaktadır. Ancak bu tartışmalar birkaç açıdan eleştirilebilir.

İlk olarak, Temel Yurttaşlık Geliri çalışmayı cezalandırmaz; aksine çalışmayı ödüllendiren bir modeldir. Çünkü birey çalıştığında bu gelir elinden alınmaz, üzerine eklenir. Bu yönüyle, negatif gelir vergisi ya da gelir testi temelli yardım sistemlerinin yol açtığı işsizlik tuzağını bertaraf eder. Örneğin güvenceli asgari gelir uygulamalarında, bireyler belirli bir gelirin üzerine çıktıklarında yardımı kaybettikleri için çalışmamak ekonomik olarak daha mantıklı hale gelebilir. Temel Yurttaşlık Geliri ise bu dengeyi tersine çevirir. Çalışmak her zaman ek gelir anlamına gelir. Bu nedenle Temel Yurttaşlık Geliri, çalışmayı azaltan değil, özgürleştiren bir mekanizma sunar.

İkinci olarak, Temel Yurttaşlık Geliri yalnızca geçim düzeyinde bir katkı sunmakla kalmaz, bireyin hayat tercihlerine daha fazla yön verebilmesine olanak tanır. Bir birey, bu temel güvenceyle iş değiştirme, eğitimine devam etme ya da girişimcilik gibi adımlar atma konusunda daha cesur davranabilir.

Özetle, Temel Yurttaşlık Geliri insanların çalışmak zorunda oldukları için değil, çalışmak istedikleri alanlarda üretken olmalarının yolunu açar. Nitekim Hindistan, Kanada ve Namibya gibi ülkelerde yapılan pilot uygulamalar, Temel Yurttaşlık Gelirinin çalışma isteğini azaltmadığını, aksine ekonomik aktivitenin canlandığını göstermiştir.

Üstelik, Temel Yurttaşlık Geliri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik etkileri açısından da emek ilişkileri üzerinde olumlu sonuçlar doğurur. Bireyler, kötü koşullarda çalışmaya mecbur kalmadıklarında işveren-çalışan ilişkisi daha dengeli hale gelir. İş kazalarının, psikolojik tükenmişliğin ve işyerinde suistimallerin azalması da bu yapısal değişimin doğal sonuçlarıdır. Böylece Temel Yurttaşlık Geliri, sadece bireysel düzeyde değil, iş piyasasının bütününde daha adil ve sürdürülebilir bir denge yaratır.

Son olarak, çalışmanın yalnızca ekonomik zorunluluğa indirgenmesi, emeğin niteliğini ve insan onurunu küçümseyen bir varsayımdır. Temel Yurttaşlık Geliri politikası, bireyleri tembelliğe itmekten ziyade, onları özgür, yaratıcı ve üretken bir çalışma yaşamına teşvik eder. Zira insan yalnızca çalışarak değil, güvence altında çalışarak üretken olur.

  1. Sol Gelenek ve Temel Yurttaşlık Geliri

Çelik’in yazısında dikkat çeken temel eleştirilerden biri, Temel Yurttaşlık Gelirinin neoliberal bir arayış olduğu ve sol gelenekle bağdaşmadığı yönündedir. Bu görüş, özellikle Temel Yurttaşlık Geliri fikrine zaman zaman sağ ve merkez çevrelerden (örneğin Friedman ya da Altman gibi figürlerden) destek verilmiş olmasına dayanmaktadır. Ancak bir politikanın farklı ideolojik çevrelerce farklı gerekçelerle savunulması, o politikanın doğrudan bir ideolojiye mal edilmesini haklı kılmaz. Temel Yurttaşlık Geliri, yalnızca bir ekonomik araç değil, aynı zamanda yurttaşlık temelli bir sosyal hak olarak tanımlandığında, solun temel değerleriyle güçlü biçimde örtüşmektedir.

Sol yaklaşım tarihsel olarak yalnızca gelir dağılımı değil, aynı zamanda sosyal güvenlik, yurttaşlık hakları ve sınıfsal eşitsizliklerle mücadeleyi merkezine almış bir gelenektir. Bu açıdan bakıldığında, Temel Yurttaşlık Gelirinin önerdiği koşulsuz güvence, bireylerin hem ekonomik hem de sosyal olarak eşit yurttaşlar haline gelmesini sağlayan bir araçtır. Özellikle güvencesiz çalışmanın, enformel istihdamın ve yapısal işsizliğin yaygınlaştığı günümüz koşullarında, klasik sosyal sigorta sistemlerinin dışladığı geniş kitleler için evrensel ve koşulsuz destek, yalnızca teknik değil, ahlaki bir gereklilik haline gelmiştir.

Elbette ki Temel Yurttaşlık Geliri fikrini savunanlar arasında ideolojik çeşitlilik bulunur. Ancak aynı durum örneğin asgari ücret, sosyal yardımlar ya da negatif gelir vergisi gibi pek çok sosyal politika aracı için de geçerlidir. Sol düşünce, bir politikanın geçmişte kimler tarafından savunulduğuna bakarak değil, bugün hangi sorunlara nasıl çözümler sunduğuna göre pozisyon almalıdır. Bu bağlamda Temel Yurttaşlık Geliri, özellikle sınıf temelli eşitsizlikleri yeni kuşaklarla birlikte yeniden tanımlayan, kadınlar, gençler, kayıt dışı çalışanlar gibi geleneksel sistemin dışladığı grupları doğrudan kapsayan yapısıyla, güncellenmiş bir sol çözüm olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca, Temel Yurttaşlık Geliri uygulamasının sosyal devletin yerine geçen bir nakit devleti yaratacağı endişesi de tam olarak yerli yerine oturmamaktadır. Temel Yurttaşlık Geliri, sosyal devletin yerine geçen bir alternatif değil, onu tamamlayan bir yapı olarak kurgulanmalıdır. Barınma, sağlık, eğitim gibi kamusal hizmetlerin ortadan kalkması değil, bu hizmetlere erişimin evrensel gelir güvencesiyle daha eşit hale gelmesi hedeflenmelidir. Temel Yurttaşlık Geliri, sosyal hakları zayıflatan değil, onları evrenselleştirerek güçlendiren bir formüldür.

Sonuç olarak, Temel Yurttaşlık Gelirini neoliberal bir proje olarak nitelemek yerine, onu farklı ideolojik bağlamlarda yeniden düşünmek ve solun yeni eşitsizlik biçimlerine karşı geliştireceği politikalar içinde değerlendirmek gerekir. Sol yaklaşım, geçmişin koşullarına değil, bugünün sorunlarına yanıt üretmek zorundadır. Bu bağlamda Temel Yurttaşlık Geliri, geleceğin solu için yalnızca meşru değil, aynı zamanda vazgeçilmez bir tartışma başlığıdır.

  1. Asgari Gelir Güvencesi Üzerine Eleştirel Notlar

Tartışmayı yalnızca ilkeler düzeyinde sürdürmek yeterli değildir. Bir modelin adil olduğunu ileri sürmek, aynı zamanda onun uygulanabilir, tutarlı ve öngörülebilir sonuçlar üretebildiğinin de gösterilmesini gerektirir. Bu nedenle, Çelik’in alternatif olarak sunduğu Asgari Gelir Güvencesini; gelir testi, idari kapasite, kayıt dışılık ve eşik etkileri gibi kanallar üzerinden yapısal sınırlılıklarını ve risklerini daha somut biçimde tartışmak yerinde olacaktır.

Çelik’in alternatif olarak sunduğu Asgari Gelir Güvencesi, geliri belirli bir eşik altında kalan bireyleri asgari yaşam düzeyine yaklaştırmayı hedefliyor. Bu modelin hak temelli bir biçimde tasarlanabileceği, işsizlik sigortası ya da emeklilik gibi sistemlere benzer bir mantıkla çalışabileceği belirtiliyor. Ancak Asgari Gelir Güvencesinin, özellikle Türkiye gibi bağlamlarda, yapısal sınırlılıkları ve uygulama riskleri yeterince tartışılmadan daha adil bir seçenek gibi sunulması sorunludur.

İlk kritik sorun, Asgari Gelir Güvencesinin pratikte bir seçicilik mekanizmasına dayanmasıdır. Hak iddiası, çoğunlukla hak sahipliğini tespit etme kapasitesine bağlıdır. Bu tespit süreci ise yalnızca teknik bir ölçüm faaliyeti değil, kaçınılmaz olarak idari yorumlara, politika tercihine ve zaman zaman keyfiliğe açık bir alandır. Böylece sistem, hak vaat ederken aynı anda hakka erişimi belirleyen bir eleme süreci üretir. Bu eleme sürecinin denetim ve damgalanma doğurabileceğini yukarıda ilkesel düzeyde tartıştık. Burada mesele, bu etkinin uygulamada hangi kanallarla ağırlaştığıdır.

İkinci sorun, Türkiye gibi kayıt dışı ekonominin yüksek olduğu ülkelerde gelir tespitinin teknik ve kurumsal olarak zorlayıcı oluşudur. Vergi dışı kazançlar, beyan edilmeyen gelirler, aile içi/çevresel gayri resmi destekler ve düzensiz çalışma biçimleri düşünüldüğünde gerçek gelirin tam ve adil biçimde ölçülmesi güçleşir. Bu durum iki tür riski aynı anda üretir. Bir yandan, gerçekten ihtiyacı olanların yanlış dışlanması (hak ettiği halde alamaması), öte yandan, geliri olduğundan düşük gösterebilenlerin yanlış dahil edilmesi (hak etmediği halde alması). Her iki hata türü de yalnızca eşitsizlik yaratmakla kalmaz, uzun vadede devlete ve sosyal adalet fikrine duyulan güveni aşındırır.

Üçüncü olarak, Asgari Gelir Güvencesinin hedefli yapısı eşik problemi (cut-off) nedeniyle kaçınılmaz biçimde dışlayıcı sonuçlar doğurur. Geliri sınırın biraz üzerinde kalan bir birey, herhangi bir destek alamadığı gibi, çoğu zaman vergi ve fiyat artışları karşısında daha kırılgan hale gelebilir. Bu, sosyal politikanın dayanışmacı niteliğini zayıflatan bir dışarıda kalanlar grubu üretir. Dahası, bu tür eşik etkileri, sosyal yardımı yalnızca alanlar ve almayanlar üzerinden kutuplaştıran bir dilin gelişmesine zemin hazırlayabilir.

Dördüncü olarak, Asgari Gelir Güvencesinin idari kapasite gereksinimi genellikle hafife alınır. Gelir tespiti, düzenli güncelleme, itiraz mekanizmaları, denetim, veri bütünlüğü, kurumlar arası koordinasyon gibi süreçler; yalnızca bütçe değil, kurumsal yetkinlik ve şeffaf yönetim ister. Bu kapasitenin sınırlı olduğu ortamlarda, Asgari Gelir Güvencesi ideal tasarım ile gerçek uygulama arasında hızla açılan bir makasa dönüşebilir.

Asgari Gelir Güvencesinin belirli koşullarda rahatlama sağlayabileceğini kabul etmek mümkündür. Fakat çok boyutlu eşitsizlik, güvencesizlik ve dışlanma sorunlarına yanıt aranıyorsa, yalnızca hedefleme mantığıyla yetinmek zordur. Tartışmayı hangisi daha ucuz ikileminden çıkarıp hangisi daha adil, daha uygulanabilir ve daha dönüştürücü sorusuna bağladığımızda, Temel Yurttaşlık Geliri; dışlama ve eşik etkilerini azaltma, idari karmaşıklığı düşürme ve sosyal politikayı daha kapsayıcı bir hak zeminine oturtma açısından daha bütüncül bir seçenek olarak öne çıkar.

  1. Sonuç

Temel Yurttaşlık Geliri, yalnızca ekonomik bir destek politikası değil; sosyal adalet, özgürlük ve yurttaşlık temelli bir toplumsal dönüşüm vizyonudur. Çelik’in yazısında dile getirilen eleştiriler, dikkatle değerlendirilmesi gereken soruları gündeme getirmektedir. Kaynaklar nasıl kullanılmalı, sosyal devlet nasıl korunmalı, birey-devlet ilişkisi ne şekilde yeniden inşa edilmeli? Ancak bu sorulara verilen yanıtların, bugünün toplumsal gerçekliklerini dikkate alan, kapsayıcı ve dönüştürücü politikalarla desteklenmesi gerekir.

Asgari Gelir Güvencesi modeli, kısa vadede belli ihtiyaçlara yanıt verme potansiyeli taşısa da, damgalayıcı doğası, teknik uygulanabilirlik sorunları ve sosyal kapsayıcılık eksikliği nedeniyle yapısal çözümler sunmakta yetersiz kalabilir. Buna karşılık Temel Yurttaşlık Geliri, bireylere yalnızca maddi bir güvence değil, aynı zamanda koşulsuz bir aidiyet, eşit yurttaşlık ve yeni bir sosyal sözleşme vaadi sunar. Yoksulluğu bireyin kendi yetersizliği değil, yapısal koşulların sonucu olarak tanımlayan bu yaklaşım, sol politikaların çağdaş bir yorumudur.

Bu nedenle tartışmayı sosyal politikanın güncel ihtiyaçlarına uygunluğu ve toplumsal etkileri üzerinden yürütmek anlamlıdır. Temel Yurttaşlık Geliri, ne kolaycı bir çözüm ne de sosyal devletin yerine geçecek bir nakit rejimidir. Aksine, sosyal devletin asli değerlerini (adalet, eşitlik, onur) daha güçlü biçimde hayata geçirebilecek bir zemin sunar.

Bugün artık mesele, yalnızca yoksulluğu idare etmek değil; onu yeniden üretmeyen, onur kırmayan ve sürdürülebilir biçimde ortadan kaldıran modelleri cesaretle savunabilmektir. Temel Yurttaşlık Geliri tam da bu cesaretin ve vizyonun bir ifadesidir.