Türkiye Kapitalizminin İlacı: MESEM ve Çocuk Emeği

Sinem Bağçe8 Aralık 2025

Bu yazı, Türkiye’nin eğitim politikalarındaki köklü dönüşümü, çocuk emeği sömürüsünü yasallaştıran kapitalist rejiminin yapısal bir gereği olduğu tezi üzerinden inceleyecektir. Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) modeli, Cumhuriyet’in, işçinin çocuğunu salt işçi olmaktan çıkarma idealini ve eğitimde fırsat eşitliği vaadini açıkça imha etmiştir. Sınıfsal mobilitenin temel aracı olan kamusal eğitimi tasfiye eden bu mekanizma, işçinin çocuğunu köleci bir sömürü rejiminin nesnesi haline getirmiştir. MESEM, düşük ücretli çocuk işgücü arzını devlet eliyle kurumsallaştırarak sınıfsal kaderi mühürlemektedir. Bugün ülkemizde çocuk işçiliğinin geldiği durum, siyasi ve ekonomik aktörlerin (sermaye, devlet ve siyaset) ortak sorumluluğunun bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal bir utançtır.

  1. Çocuk Emeği: Kapitalizmin Anomalisi Değil, Kurucu Öğesi

Kapitalizmin tarihinde çocuk emeği, tali bir mesele ya da erken dönemlerine has patolojik bir istisna değildir. Aksine, üretim ilişkilerinin kurulduğu ilk andan itibaren çocuk emeği, sermaye birikiminin temel taşlarından biri olmuştur. İlkel birikim döneminden neoliberal çağın çokuluslu modern üretim ağlarına kadar çocuk emeğinin sürekli yeniden üretilmesi, kapitalizmin yapısal bir gereksinimidir.

Toplumsal işleyişin diğer tüm boyutları gibi çocukluk da sınıfsal ilişkilerden bağımsız bir yaşam evresi değildir. Çocuklar, ailelerinin toplumsal konumunu, sınıfsal kaynaklarını ve yapısal yoksunluklarını devralarak büyürler. Bu nedenle, çocukların emek gücünün bir sömürü nesnesine dönüştürülmesi de gerekçeleri, mekanizmaları ve sonuçları itibarıyla kapitalist sınıf ilişkilerinin içinden okunmalıdır. Tarihsel deneyim, çocuk emeğinin sanayi kapitalizmiyle birlikte bir üretim faktörü haline geldiğini; üstelik küçük yaşların fabrikalarda, madenlerde ve atölyelerde özellikle tercih edilen bir işgücü kaynağına dönüştüğünü açıkça gösterir niteliktedir.

Mülksüzleştirilmiş nüfusun en kırılgan kesimi olan çocuklar, Sanayi Devrimi ile sistematik hale gelen fabrika üretim süreçlerinde, ucuz ve kolay ikame edilebilir işgücü olarak kullanılmaya başlanmıştır. Çocuklar özellikle tekstil ve maden ocaklarında istihdam edilmişlerdir. Örneğin; 1800-1850 yılları arasında, çocukların madencilik işgücünün %20-%50’sini ve fabrika işçilerinin üçte birini oluşturduğu bilinmektedir.[1] Makineler, kas gücüne duyulan ihtiyacı azalttığı için, kasları zayıf ama eklem ve organları kıvrak olan çocuk emeği, kapitalistler için aranan ilk şey olmuş ve bu, çocuk işçilerin koşullarını hızla denetimsiz hale getirmiştir. Böylece fabrikalar, en uzun çalışma saatlerini, en düşük ücretleri ve en sert disiplin mekanizmalarını çocuklar üzerinde uygulamıştır. Çocuklar, düşük maliyet, itaatkârlık ve küçük boyutlarının makineler arasındaki dar alanlara uygunluğu nedeniyle ideal işgücü haline gelmişlerdir. Çocukların çalışma süreleri bazı durumlarda günde 18 saate kadar ulaşmıştır.[2] Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’ndaki gözlemleri, pamuk ve makine sanayii fabrikalarında çocuk emeğinin kapitalist üretimin olağan ve gerekli bir unsuru olduğunu göstermektedir. Çocukların uzun saatler, ağır işlerde çalıştırılması, kötü barınma ve sağlık koşulları yüksek ölüm oranlarına yol açmıştır. Engels, bu eserinde, çocuk emeğinin yoksulluğun değil, kapitalist kâr motivasyonun bir sonucu olduğunu ortaya koymuştur.

20. yüzyıl başı, çocuk emeği açısından hem kapitalist hem sosyalist dünyada önemli kırılmaların yaşandığı bir dönemdi. Kapitalist ülkelerde sendikaların ve sosyal demokrat hareketlerin baskısıyla çalışma yaşı ve saatlerine ilişkin kısmi düzenlemeler yapılırken, 1917 Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği çocuk emeğini hukuken yasaklayan ve zorunlu eğitimi yaygınlaştıran ilk ülkelerden biri olmuştur. Ancak araştırmalar, bu yasağın özellikle kırsal bölgelerde tam uygulanamadığını ve çocuk emeğinin çeşitli iş eğitimi biçimleri altında sürdüğünü de göstermektedir.[3] Buna karşılık kapitalizmin çevre ülkelerde, Türkiye dahil, çocuk emeği maden, tarım ve küçük sanayi gibi sektörlerde yapısal bir öğe olarak varlığını koruduğunu ve 20. yüzyıl boyunca büyük ölçüde kayıt dışı biçimlerde devam ettiği bilinmektedir.

1. Dünya Savaşı sonrası refah devletleri döneminde, Batı Avrupa’da ve ABD’de güçlü sendikal baskı, zorunlu eğitim ve sosyal politikalar çocuk emeğini göreli olarak azaltırken, aynı dönemde küresel Güney’de çocuk emeği daha da yoğunlaşmıştır.[4] Kapitalizmin, merkezde çocuk emeğini sınırlandırırken, çevrede üretim maliyetlerini düşürmek için çocuk emeğini genişletme stratejisini benimsediğini söylemek mümkündür. Bu eşitsiz coğrafi iş bölümü, çocuk emeğinin kapitalizmin global ölçekte yapısal bir olgusu olduğunu gösteriyor.

Çocuk işçiliğine getirilen sınırlamalar, patronların vicdana gelmesinden değil, rekabet koşullarının standartlaştırılması gereğinden doğar. Bir kapitalistin çocuk emeğinden vazgeçmesi, ancak tüm rakiplerinin de aynı yükümlülüğe tâbi kılınmasıyla mümkündür. Dolayısıyla, çocuk emeği rejiminin ortaya çıkışı da sınırlandırılması da insani ölçütlerle değil, sadece kapitalist üretim ilişkilerinin maddi zorunluluklarıyla açıklanmalıdır.[5]

1970’lerden itibaren hızlanan sanayileşme, çocuk emeğini de geri çağırmıştır. Çocuk, tarımsal işgücünde aile ekonomisine doğal bir katkı olarak görülse de neoliberal kapitalizm bu rolü kökten değiştirmiştir. Yapısal uyum programları, taşeronlaşma, kayıt dışı üretim ve esnek istihdam modelleri çocuk emeğini küresel tedarik zincirlerinin parçası haline getirmiştir. Türkiye’de de 1980 sonrası ekonominin yapısal dönüşümü yani tarımın payının azalarak küçük imalatın yükselmesiyle 1990’larda tekstil ve ayakkabı atölyelerinin yaygınlaşması, çocuk emeğinin hem kırda hem de kentte artmasına yol açmıştır. Sendikaların zayıflatılması, güvencesizliğin kalıcı hale gelmesi ve neoliberal devlet politikaları çocuk emeğinin yeniden kurumsallaşmasını kolaylaştırmıştır.

2000’lerde çocuk emeği, artık yalnızca fabrika ya da tarla sorunu değil, küresel değer zincirlerine içkindir. Bu durumun güncel ispatı, son yıllarda gündeme gelen çokuluslu markaların tedarik zinciri skandallarıdır. Örneğin, büyük Fast Fashion markalarının (örneğin; H&M veya Zara gibi) Güney Asya ve Türkiye’deki atölye tedarikçilerinde ya da teknoloji devlerinin (örneğin; Apple ve Samsung’un) Kongo’daki koltan madenleri gibi kritik hammadde kaynaklarında ortaya çıkan çocuk işçi sömürüsü vakaları, bu global çelişkinin en somut kanıtlarıdır.[6] Bu skandallar, merkezdeki şirketlerin sermaye birikimini çevredeki görünmez ve ucuz çocuk emeği üzerinden sağladığını açıkça göstermektedir.

Tarihsel çizgi bize şunu gösteriyor; çocuk emeği kapitalizmde hiçbir zaman yok olmamış, yalnızca biçim değiştirmiştir. İlkel birikimin fabrikadaki 8 yaşındaki çocuğuyla, günümüzün MESEM çocuğu aynı üretim mantığının farklı dönemlerdeki görünümüdür. Çünkü çocuk işçi, düşük verimlilik koşullarında rekabet edemeyen Türkiye sermayesi için ilaç gibidir; düşük ücret, yüksek artı-değer, kolay disiplin. Böylece, sermaye için yedek işçi ordusunun en genç ve en kırılgan emeği üzerinden mobilize sürekliliği de sağlanmıştır. Bu nedenle çocuk emeği, kapitalist üretim tarzının anomalisi değil, kurucu öğesidir. Kapitalizm kendisini yeniden üretirken çocuk emeğini de her dönemde yeni biçimlerle yeniden üretir.

Eğitim sisteminin piyasalaşması ve kamu politikalarının yönü çocuk emeğini modern biçimlerde, Türkiye’de MESEM modeli ile yeniden üretimin en yakıcı formudur. Devlet eliyle haftanın 4 günü işletmelerde çalıştırılan çocuklar, eğitim kisvesi altında işgücü piyasasına sürülmekte, çırak ücretleri ve sigorta primleri kamu tarafından karşılanarak sermayeye neredeyse bedava işgücü olarak sunulmaktadır. Bu, klasik kapitalist çocuk emeği rejiminin neoliberal bir yeniden yorumu olarak görülmelidir.

  1. MESEM Modeli: Eğitimin Piyasa Talebine Kayması

MESEM modeli, eğitim sisteminin piyasaya uyarlanmasının ve kamu politikalarının giderek piyasa ihtiyaçlarını önceleyen bir mantığa kaymasının doğal bir sonucudur. MESEM’i kapitalizmin çocuk işçiliğini yeniden üretme biçimi olarak görsek de bunun yalnızca bir “yenileme” değil, gelişmiş ülkelerde benzeri bulunmayacak ölçüde gerici ve çocuk emeğini meşrulaştıran bir uygulama olduğunu vurgulamak gerekir.

MEB’in tüm tanıtım içeriklerinde MESEM’in Ahilik Sistemi’nin devamı olduğu anlatısı hâkimdir. “Ecdadımız en iyisini zaten yapmıştı” söylemi ile yüceltilen bu geleneksel çıraklık modeli, modern çocuk hakları paradigmasıyla temelden çelişiktir. Ahilik, Sanayi Devrimi öncesi toplumlarda var olan lonca sistemleri, tüccar ve zanaatkârların, çırak alımı ve eğitiminde bir mesleki eğitim kurumu gibi hareket ettiği bir yapıdaydı. O dönemde çocukların meslek edinme süreçleri, modern anlamdaki işçi kavramının henüz oluşmadığı bir toplumsal yapıya dayanmaktadır. Oysa modern devlette çocuğun eğitim, sağlık ve istismardan korunma hakkını güvence altındadır. Geleneksel usta-çırak ilişkisi kavramı, çocukların seslerini çıkaramadığı, ne zaman istenirse, bazen çok düşük bir ücret karşılığında çalışmak zorunda kaldığı ve genellikle okula devam etmediği bir enformel mesleki eğitim sistemine denk düşmektedir. Bu algı, günümüz işverenleri tarafından çocukların niteliksiz ucuz işgücünün ebedi bir kaynağı olarak görülmektedir.

Kapitalizmin eğitime yaptığı yatırım, hayırsever bir jest değil, beşerî sermaye birikimini artırarak katma değeri yüksek ve emek verimliliği üst düzeyde bir işgücü elde etme rasyonalitesidir. MESEM sistemi ise, nitelikli işgücü yetiştirme yönündeki bu modern kapitalist zorunluluğu bile karşılamaktan acizdir; zira yüksek vasıf yerine sadece düşük ücretli, kolay ikame edilebilir bir işgücü ordusu üreterek bizi sanayi devrimi öncesi bir sömürü modeline geri döndürmektedir.

Mesleki eğitim bütünüyle sermayenin mavi yaka işçi açığını kapatma talepleri doğrultusunda şekillenmektedir. MEB’in 2024-2028 Stratejik Planı’nın misyon tanımında, bireyin gelişiminin desteklenmesi görevi korunmakla birlikte, “ülkemizin ihtiyaç duyduğu iş gücünü karşılayan” ve “becerileri ölçen yeni bir eğitim sistemi” vurgusu yapılmaktadır. Bu, eğitimin öncelikli odağının, bireyin bütünsel gelişiminden çok piyasanın taleplerini karşılamaya kaydığını göstermektedir. Dahası, eğitimde reformlar başlığında, MESEM’lerin yanı sıra; “bölge”, “ihtisas”, “sektör içi” ve “sektöre entegre” olmak üzere 4 yeni okul programının hayata geçirileceği ifade edilmiş, içerik ve kapsama ilişkin bilgi verilmemiştir.[7]

MESEM ve benzeri programlara yapılan kamu bütçesi transferlerine ve öğrencilerin çalışma koşullarına dair şeffaf veri setlerine ulaşamıyoruz. 2022’de, 255 organize sanayi bölgesinde 255 MESEM irtibat bürosu açıldığı açıklanmış. Yine MEB’in 2023 açıklamasına göre, mesleki eğitim merkezlerinde kayıtlı öğrenci sayısı 1 milyon 405 bine ulaşmış.[8]

MESEM’in yaygınlaşması, Türkiye’de kamusal eğitimin zayıflaması ve kaynakların özel sektöre aktarılması eğilimiyle paralellik göstermektedir. Merkezi bütçeden MEB’e ayrılan payın 2000’li yılların başındaki %18-20 bandından 2020’lerde %9-11 bandına gerilemesi, kamusal eğitime ayrılan kaynağın sistematik olarak azaldığını göstermektedir. Kamu kaynakları, özel mesleki ve teknik liselere öğrenci başına yıllık 8.000 TL-15.000 TL arasında doğrudan nakit ödeme yapılması gibi mekanizmalarla özel sektöre aktarılmaktadır. MESEM’in devlet tarafından fonlanan yapısı, bu örtük özelleştirme politikasının bir parçasıdır. Ayrıca, MESEM’lere kayıtlı öğrencilerin çalışması karşılığı verilen ücretler, bütünüyle İşsizlik Sigorta Fonu’ndan ödenmektedir.

Cumhuriyet döneminde atılan zorunlu eğitim adımları, çocuk emeğini azaltma konusunda kanıtlanmış bir başarıya sahipti. Örneğin; 1997 yılında zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması ve altyapı yatırımlarıyla (yatılı okullar, taşımalı eğitim) desteklenmesi, çocuk emeğini kayda değer ölçüde azaltmıştır. Bu reform, 12-17 yaş grubunda çocuk işçiliğini %4,8 (%28) ve 7-11 yaş grubunda %1,7 (%81) oranında düşürmüştür. Bu durum, güçlü ve kapsayıcı bir eğitim sisteminin çocuk emeğiyle mücadelede en etkili araç olduğunu kanıtlamıştır.[9] Öte yandan, 2012 yılında zorunlu eğitimin 8 yıldan 12 yıla çıkarılması (4+4+4 Sistemi), ilköğretimi tamamlayan çocukların ortaöğretimi dışarıdan tamamlamasına olanak tanınması, zorunlu eğitimin kesintisiz olma özelliğini ortadan kaldırmıştır. Bu düzenlemenin, zorunlu ilköğretim çağının 14’ten 13’e indirilmesiyle birlikte, çocukların çalışma yaşamına katılımını artırdığını ortaya koymuştur. Kaynaklar, akademik olarak başarısız olan ve yoksul ailelerden gelen çocukların meslek okullarına veya imam hatip liselerine yönlendirilmesi yönünde genel bir eğilim olduğunu belirtmektedir.[10]

Eğitim sisteminin temel hedeflerinden biri olan eğitim dışında kalan çocuk sayısını azaltmak artık tersine işleyen bir prensip halini almış görünüyor.[11] MEB verilerinden hareketle, 2024-2025 itibarıyla 392.887 MESEM öğrencisi ve 273.557 açıköğretim öğrencisi dahil olmak üzere 1.470.694 çocuk örgün eğitim dışında.[12]

Yoksulluk, çocukları okuldan koparan en büyük yapısal sorundur. TÜİK raporlarına göre, çalışan çocukların %36’sı ailelerinin ekonomik faaliyetine yardımcı olmak amacıyla çalışmaktadır.[13] Türkiye’deki çocukların %39,5’i yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındadır, bu da yaklaşık 9 milyon çocuğumuzun içinde bulunduğu zor koşulları ifade ediyor.[14] Bu oran, AB ortalamasından daha yüksektir (%24,2).[15] Maddi yetersizlikler nedeniyle 15 yaş ve altı çocukların %23,1’i günde en az bir kez et, tavuk veya balık içeren yemek yiyememekte, %11,2’si evde ders çalışabilecek uygun bir yere sahip olmadığını belirtmektedir.

Bu veriler da meslek liseleri ve MESEM’lere yönelimin sebebi olan, sosyoekonomik durumu düşük ailelerin zaten akademik olarak da başarılı olamayan çocuklarının erken işgücüne katılım motivasyonunu açıklar niteliktedir.[16] MEB’in bir açıklamasında, MESEM mezunlarının istihdama katılım/iş bulma oranının %88 olduğu iddia edilmiştir. Bu oran, mesleki ve teknik lise mezunlarının (%60’a yakın) ve yüksek öğretim mezunlarının (%75) istihdam oranlarına kıyasla oldukça yüksektir. Ancak, iddia edilen oranın metodolojisi (örneklem büyüklüğü, mezuniyet sonrası geçen süre) ve istihdamın niteliği (kayıtlı/kayıt dışı, sürekli/geçici iş) hakkında kamuya açık ve şeffaf bir detay bulunmamaktadır. Bu şeffaflık eksikliği, iddia edilen yüksek oranın yapısal bir sömürüyü gizleme işlevi gördüğünü düşündürmektedir. Saha çalışmaları ve kamuoyuna yansıyan haberler, çocukların genellikle vasıf gerektirmeyen, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Bu koşullar, öğrencilere nitelikli bir mesleki eğitim kazandıramayacağından, mezuniyet sonrasında da benzer düşük nitelikli ve güvencesiz işlere mecbur kalmaları riskini beraberinde getirmekte; böylece program, nitelikli istihdam değil, düşük vasıflı ucuz emeğin sürekliliğini garanti altına almaktadır.

MESEM’e kayıtlı çocuklar, çocuk işçi statüsünde değildir, resmi olarak öğrenci olarak kayıt altındadır. Dolayısıyla, kayıtdışı piyasa koşullarında bir çocuk işçinin alabileceği ücretin çok altında ücretlendirilmektedir. 9, 10 ve 11. sınıfta asgari ücretin en az %30’u kadar, 12. sınıfta ise en az %50’si kadar ücret almaktadır. Kamuoyuna da yansıyan rakamlar ile 9. ve 10. sınıflardaki öğrenciler için aylık 6.635 TL ve 11. sınıf öğrencileri için aylık 11.055 TL’dir. İşveren ve öğrencilere ödenen ücretin önemli bir kısmı ile sigorta primleri için devletten ödenek almakta ve öğrenciyi neredeyse maliyetsiz bir işgücü olarak kullanmaktadır. Bu düşük ücret karşılığında öğrenciler, bir MESEM öğrencisinin ifadesiyle, “bir gününü 200 TL’ye satmış” olmaktadır. Düşük MESEM ücretleri, mezuniyet sonrası işgücü piyasasında ücretlerin yapışkanlığı ilkesi nedeniyle, öğrencilerin yüksek ücret elde etme şansını yapısal olarak zayıflatacaktır. Daha da tehlikelisi, aynı işyerlerinde çalışmaya devam etme baskısı, gençlerin asgari ücretin altında, güvencesiz ve kayıt dışı çalışmaya rıza göstermeleri için bir zorlama mekanizması oluşturarak sömürüyü süreklileştirecektir.

MESEM için hazırlanan mevzuatta, çocukların sağlığının ve eğitimlerinin aksamamasını şart koşsa da uygulamada bu koşullar ihlal edilmektedir. İş Müfettişleri, denetlenen iş yerlerinin %75’inde çocukların günde 8 ila 11 saat çalıştığını ve okuldaki teorik derslere devam edemediklerini tespit etmiştir. Bu, mesleki eğitimin fiilen tam zamanlı işçiliğe dönüştüğünü gösterir.[17]

MESEM sistemindeki yapısal sömürü, çocukların hayatını doğrudan tehlikeye atmaktadır. Programın kamusal denetim ve yaptırım eksiklikleri, çocukları ölümlere ve yaralanmalara karşı savunmasız bırakmaktadır. Yasal düzenlemelerin detaylı olmasına rağmen, uygulamada denetim ve yaptırımların yetersiz kalması, çocukların “tehlikeli işler” sınıfına giren ve gelişimlerine zarar veren işlerde istihdam edilmesine yol açmaktadır.[18] İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’ne göre ise 2024 yılı Kasım ayı sonunda ölen çocuk işçi sayısı 85’i bulmuştur[19], bunlardan 16’sı MESEM’lere kayıtlı çocuklardır.

MESEM dışındaki çocuk işçiliği de Türkiye’de yaygın ve artan bir sorundur. 2019 TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk verilerine göre; 5-17 yaş grubunda çalışan çocuk sayısı 720.000 olarak belirlenmiştir. Bu çocukların yaş grubu dağılımı: 15-17 yaş grubu %79,7 (574.000 kişi), 12-14 yaş grubu %15,9 ve 5-11 yaş grubu %4,4’tür. 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılım oranı, dünyadaki düşüş eğiliminin aksine Türkiye’de artış göstermiş, 2024’te %24,9’a yükselmiştir. Bu oran, her dört çocuktan birinin işgücüne katıldığını gösterir. Çalışan çocukların en yoğun olduğu sektörler %45,5 ile hizmetler, %30,8 ile tarım ve %23,7 ile sanayi sektörleridir. Özellikle tarım sektörü, en ağır biçimdeki çocuk işçiliğinin görüldüğü mevsimlik gezici tarım işçiliğini ifade etmektedir.

Çocuk işçiliği, iş kazaları ve ölüm riski açısından da ağır sonuçlar doğurmaktadır. Resmi veriler her yıl yaklaşık 5 çocuk işçinin hayatını kaybettiğini gösterse de İSİG Raporlarına göre; 2013-2024 döneminde en az 742 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir.

  1. Sonuç Yerine

MESEM’in öğrenci sayılarının, merkez sayılarının ve ayrılan bütçenin yıllara göre sistematik ve şeffaf bir şekilde açıklanmaması, bu programın denetimsiz, güvencesiz ve piyasa odaklı bir strateji olduğunu düşündüren güçlü bir politik bulgudur. Bu nedenle çocuk emeği sorununun çözümü, yalnızca denetimlerin artırılmasıyla değil, eğitimin piyasalaşmasından vazgeçilmesi ve yoksullukla mücadele edilerek parasız, evrensel ve eşitlikçi bir kamusal eğitim sisteminin yeniden inşasıyla mümkündür.

MESEM ve piyasacı eğitim politikaları, Türkiye’nin küresel tedarik zincirinde ucuz işgücü arzı ile rekabet etme stratejisiyle yakından ilişkilidir. Bu durum, yoksulluk riski altındaki çocukların eğitimden işgücüne yönlendirilmesini meşrulaştıran bir mekanizma yaratmaktadır. Çocuk emeği sorununun çözümü, sadece ulusal mevzuatın uygulanmasıyla değil, aynı zamanda küresel tedarik zincirlerindeki sermayenin sorumluluğuyla da yakından ilişkilidir.

Bu yapısal dönüşümün sağlanması amacıyla, siyasi aktörler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, eğitim paydaşları ve akademik çevreler başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla çok paydaşlı bir mücadele ve politika geliştirme süreci tesis edilmelidir. Bu ortak çabanın temel hedefi, çocuk işçiliği sömürüsünü kurumsallaştıran MESEM programının mevcut haliyle sürdürülmesinin önüne geçmek ve çocukların gelişimsel psikolojilerine uygun, sağlıklı beslenme ve barınma koşullarını içeren temel çocukluk haklarının tam olarak güvence altına alınmasıdır. Bu, sınıfsal eşitsizlikleri derinleştiren bir mekanizmaya karşı, toplumsal adalet ve çocuk refahını esas alan bir politika zemininin inşa edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu metin, çocuk emeği trajedisini tarihsel arka plan ve çarpıcı rakamlarla somutlaştırmaya çalışsa da hiçbir istatistik, konunun insani ve vicdani yükünün yıkıcı boyutlarını tarif edemez. Tek bir çocuğun gasp edilmiş yaşamı bile, MESEM gibi bir sömürü rejiminin tarihe gömülmesi için yeterliyken, buna karşı duran, bu kaderi reddeden genç insanların onurlu ve kararlı mücadelesini saygıyla selamlıyorum. Çünkü vicdanın sesi, kârın en acımasız hesabından bile daha güçlüdür.

[1] Coşan, B. (2019). Sanayi Devrimi’nden Çok Uluslu Şirketlere Çocuk İşçiliği: Şahin Pençesinde Yavru Kuş. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2(2), 286-303.
[2] Ongan N. (2017) Kapitalizm ve Çocuk Emeği, Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi
[3] Child Labour in the USSR: Policy and Practice (1988).
[4] Kaya, S., & Öcal, A. T. (2025). Discussing child rights through the concepts of child and childhood: From object to subject.
[5] Ongan N. (2017) Kapitalizm ve Çocuk Emeği, Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi.
[6] Ending child labour, forced labour and human trafficking in global supply chains, ILO, OECD, IOM, UNICEF - Geneva, 2019.
Amnesty International: “This is What We Die For: Human Rights Abuses in the Democratic Republic of the Congo Cobalt Supply Chain” (2016)
https://www.diken.com.tr/hmden-turkiye-itirafi-atolyelerde-suriyeli-cocuk-isciler-calisiyor/?utm_source=chatgpt.com
[7] MEB. 2024 Yılı Birim Faaliyet Raporu
[8] https://meb.gov.tr/minister-ozer-the-number-of-students-enrolled-in-vocational-education-centers-reaches-1-million-405-thousand-with-784-percent-increase/haber/30009/en?utm
[9] Kaya, M., & Kırdar, M. G. (2022). Keeping kids in school and out of work: Compulsory schooling and child labor in Turkey. IZA Discussion Paper No. 13276. IZA Institute of Labor Economics.
[10] UNICEF Türkiye. (2023). Child labour in the garment sector in Türkiye. An Analysis on Child Labour and Human Rights Due Diligence Practice.
[11] Eğitim İzleme Raporu, 2025.
[12] a.g.e.
[13] UNICEF Türkiye. (2023). Child labour in the garment sector in Türkiye. An Analysis on Child Labour and Human Rights Due Diligence Practice.
[14] TÜİK, İstatistiklerle Çocuk, 2019.
[15] Eğitim İzleme Raporu, 2025.
[16] UNICEF Türkiye. (2023). Child labour in the garment sector in Türkiye. An Analysis on Child Labour and Human Rights Due Diligence Practice.
[17] a.g.e.
[18] UNICEF Türkiye. (2023). Child labour in the garment sector in Türkiye. An Analysis on Child Labour and Human Rights Due Diligence Practice.
[19] https://bianet.org/haber/15-17-yas-grubundaki-her-4-cocuktan-1-i-calistiriliyor-314043