İsrail’in İran’a yönelik saldırıya geçtiği bugünlerde, gerçekler yine çeşitli manipülasyonlarla bulanıklaştırılıyor. Emperyalizmi yok sayan, saldırganla saldırıya uğrayanı aynı kefeye koyan “analizler”, üstelik bunu “soldan” yapan çevreler, yalnızca gerçekleri karartmakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası dayanışmanın ve enternasyonalizmin ilkelerini de çiğniyor.
İsrail’in İran’a yönelik son askerî saldırılarının gerekçesi, “nükleer silah üretimi” üzerine kurulmuş durumda. Oysa tarih, bu senaryoyu bize daha önce defalarca gösterdi. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali, “kimyasal silah” bahanesiyle başlatılmıştı. Bugün İran’a yöneltilen saldırının arkasında da benzer manipülatif gerekçeler bulunuyor. Gerçek mesele ne nükleer silahlar ne demokrasi ne de İran halkının özgürlüğü. Mesele, Orta Doğu’yu ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek.
7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, Lübnan Hizbullah’ına yönelik darbeleri ve Suriye’de gerçekleştirdiği saldırılar, İran’daki hedeflerinin doğrudan uzantısı niteliğinde. İran saldırısı, İsrail’in Gazze’deki soykırımı sürdürmesinin ve bölgesel direnişi zayıflatmasının bir devamı olarak görülmeli. Bu nedenle İsrail’in saldırısına o ya da bu sebeple sessiz kalmak, bu saldırıyı “demokrasi getirme operasyonu” olarak lanse etmek veya iki ülke arasındaki çatışmalarda tarafsız kalmaya çalışmak en hafif deyimle siyasal körlükten ibaret.
Bir tarafta emperyalist-Siyonist saldırganlık, diğer tarafta ise saldırıya uğrayan bir ülke var. İran rejimi ne kadar zâlim olursa olsun, bu saldırının doğrudan hedefinde İran halkının bağımsızlığı ve özgürlüğü bulunuyor. İran’ın özgürleşme mücadelesini İsrail’in saldırısıyla ilişkilendirmek, İran halkının mücadelesine ihanettir.
İran rejiminin zâlim, halk ve kadın düşmanı karakterini kimse inkâr etmiyor. Ancak İran’ın demokrasiye kavuşmasının yolu ABD ve İsrail’in bombalarıyla açılmayacak. Emperyalizmin, saldırdığı hiçbir ülkeye demokrasi götürmediği, aksine yıkım, kaos ve istikrarsızlık getirdiği, tarih tarafından defalarca kanıtlanmış bir gerçek. Irak, Afganistan ve Suriye örnekleri ortada duruyor. Bu ülkelerin hiçbiri emperyalist müdahale sonrasında özgürleşmedi, aksine emperyalizmin çıkar savaşlarının kurbanı hâline geldi.
Türkiye solundaki liberal eğilimlerin giderek yaygınlaşması ise emperyalist saldırılara karşı mücadeleyi zayıflatıyor. 2003’te Irak işgaline karşı Türkiye solu açıkça emperyalizmin yenilgisini savunabiliyordu. Bugün ise “üçüncü yol” söylemi altında, doğrudan emperyalist saldırganlığa karşı açık tavır almaktan kaçınılıyor. Bu tür pozisyonlar, emperyalizmin saldırılarını meşrulaştırmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
İran saldırısına karşı çıkmak, İran rejimini desteklemek anlamına gelmez. İran rejimine en büyük zararı zaten İranlı devrimciler, kadınlar ve işçiler veriyor. İranlı devrimcilerin emperyalist saldırılara karşı çıkması da alınması gereken tavrı açıkça ortaya koyuyor. İran’da özgürlüğün yolu ancak ve ancak İran halkının kendi ellerindedir. Başka bir ülkenin bombalarıyla kurulan bir özgürlük, özgürlük değil, yeni bir esaret zinciridir.
Daha da vahim olanı, saldırı sırasında saldırılan ülkenin demokratik olup olmadığının tartışılması. Bu tartışma, emperyalizmin saldırısını meşru kılmaya yönelik basit bir taktik. Emperyalistlerin asıl amacının İran halkının özgürlüğü olmadığını görmek için Suudi Arabistan veya Körfez ülkelerine bakmak yeterli. Bu ülkeler demokrasiyle yönetilmediği gibi, emperyalizmin yakın müttefikleri konumundalar.
Öte yandan, bugün İran’a yönelik saldırılarda Türkiye’nin de önemli bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Kürecik Üssü’nün İsrail’e sağladığı istihbarat ve lojistik destek bilinmesine rağmen, Türkiye kamuoyunda bu mesele neredeyse hiç gündeme gelmiyor. İsrail’in saldırıları durmadan kınanırken, buna karşın İsrail’e doğrudan hizmet eden Kürecik Üssü’nün kapatılması sadece sosyalistlerin talebi olarak kalıyor ve ne yazık ki toplumsallaşamıyor. Türkiye’de iktidarın bu tutumu ise hem büyük bir ikiyüzlülük hem de emperyalist saldırganlığa fiili destek anlamına geliyor.
Orta Doğu’da gerçek bir barışın yolu, emperyalist saldırganlığı ve Siyonist işgâli açıkça reddetmekten geçiyor. Bugün yapılması gereken en önemli iş, İsrail’in askerî gücünü zayıflatacak uluslararası bir dayanışma hareketinin oluşturulmasıdır. Geçmişte Irak işgâline karşı oluşturulan “Savaşa Hayır!” koordinasyonları gibi, bugün de Filistin ve İran’a yönelik saldırılara karşı güçlü bir birleşik mücadele hattının yaratılması gerekiyor.