“Yapana Kadar İmkânsız”: Zohran Mamdani’nin Yükselişi

Talya Aydın22 Ekim 2025

Neredeyiz?

New York: Küresel kapitalizmin başkenti, paranın ve adaletsizliğin dikilitaşları gibi bulutlara yükselen gökdelenler, yıkılmış bir imparatorluk kenti İstanbul’dan salt “Şehir” olarak anılma mantosunu devralmış Büyük Elma. 24 Haziran 2025 itibariyle de dünya sosyalist hareketi için yeni bir deniz feneri.

Önümüzde haftalarda, 4 Kasım’da Belediye Başkanı’nı seçecek olan New York halkı yazın sandık başına, kazanması muhtemel, merkez sağ bir parti olan Demokrat Parti’nin adayını belirlemek için ön seçime gitti. Şubat ayında parti merkezinin atadığı, bir nevi dayattığı aday Andrew Cuomo %50 barajının üstündeyken, diğer tüm alternatifler tek haneli anket sonuçlarına bakıyordu. Bunlardan biri, 1 Şubat’a %1 ile giren, genç meclis üyesi Zohran Mamdadi’ydi. DSA (Democratic Socialists of America – Amerika Demokratik Sosyalistleri) örgütünün desteklediği Mamdani kampanyasının bir mesajı vardı: “Benim adım Zohran ve ben New York herkes için daha ucuz olsun diye adayım.” 1.5 milyon hanenin kapısının 50.000’i aşkın gönüllü ile çalındığı bu 6 aylık yolculuk, 34 yaşında göçmen ve komünist bir adayın ezici bir çoğunluk ve rekor bir katılımla Demokrat Parti adaylığını kazanmasıyla sonuçlandı.

Sosyalizm Sahaya İndi

Zohran’ın erken seçim kampanyası, geçmişi rüşvet ve skandallarla dolu iki ismin New York’lularda yarattığı rahatsızlığı eleştiren bir video ile başladı. İki yaşlı yerli, bir akşam yemeğinde içlerinde THY personelinin de olduğu dış aktörlerden rüşvet skandalı ile bilinen eski başkan Eric Addams ile yeni aday Andrew Cuomo’yu birbirlerine kötülerken, genç Zohran bir sandalye çekip halkın karşısına oturarak kampanyasının temel noktalarını paylaştığı sahneyle girdi. O sırada, diğer on aday gibi kimse tarafından pek şansı olduğu düşünülmeyen Zohran Mamdani, galibiyete giden yolun tohumlarını ekmeye başlamıştı. Kazanan formülün üç temel unsuru vardı: Adayın sürekli sahada olması, arkasındaki DSA örgütünün seçim faaliyetini doğrudan eylemlilik üzerine kurması ve en önemlisi, sınıf mücadelesi ekseninden asla çıkmayan ama diğer hiçbir mücadele alanında da taviz vermeyen, bir başka deyişli takiye yapmayan net ve ilkeli bir mesaj. Trump Amerika’sında pek çok rakibi, onunla aynı söylem tonunu yakalamak adına, kendilerince “woke” olmadıklarını kanıtlama yarışına girerek feminizm, ekoloji mücadelesi, LGBTİ+’lar ve azınlıklara dair çok daha “maço” çizgilerde buluşmaya çalıştı. Mamdani ise bu omurgasız ve ortayolcu siyasetin antitezi olarak karşımıza çıktı.

Sosyal medyada ve belirli dar gruplarda siyaset bilimi doktorası unvanı taşıyanların tartışma zeminlerinde bir süredir, galibiyet daha kesinleşmemiş iken vurgulanan bir cümle vardı: “Bu kampanya, tüm progresif ve solcu siyasetçiler için bir üst şablon niteliğindedir.” Bu cümle, Amerikan siyasetine yüzyıllardır hâkim olan merkez sağ paradigmanın yüzeye çıktığı bir örnek niteliğinde. Zohran kampanyasının medya içeriğinin neden ve nasıl çalıştığına birazdan değineceğiz, ancak burada net bir çizgi çekmek lazım: Sosyalizm olmadan Zohran kampanyası mümkün değil. Kampanyanın finansal kaynaklarının takibinde dahi eşyanın tabiatı ortaya çıkıyor: hem ön seçim hem de Kasım’da olacak genel seçim için New York’ta kanunların koyduğu bir üst sınır var. Belki bir siyasetçiden ilk kez duyacağımız bir örnekte, her iki dönem için de seçime birkaç ay kala kampanya şöyle bir video paylaştı: “Artık bize bağış yapmayın, çünkü harcama sınırına ulaştık. Onun yerine birkaç saatinizi ayırıp bizimle mahalle çalışması yapın.” Diğer tüm adayların parası milyonlarca liralık çeklerden gelirken, Zohran Mamdani ve DSA’nın tabana yayılmış, yalnızca seçmen destekli bir kampanya yürütmesi Amerikan siyasetinde alışılmadık bir durum. Birçok düzen siyasetçisi ve politika yazarı, bu kampanya tarzı ve içeriğini olduğu gibi devşirip başarıya ulaşabilecekleri yanılgısında, bunun örneklerini de hem orada hem küreselde elbette ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Bir yandan da daha liberal eğilimlerin, kampanyayı bir vitrine, temelini de bir “kimlik siyaseti” meselesine indirme eğilimine sık rastlayacağız; Mamdani’nin Müslüman ve göçmen bir aday olması üzerinden parlatılan anlatılar olacak. Ancak bu kampanyayı başarıya ulaştıran, adayın kim olduğu değil, kendisinin ve etrafındaki örgütün sosyalist programdan taviz vermeden, kısa ve net bir mesajla ilerlemesi oldu.

Zohran kampanyasının altı çizilecek yüzlerce güçlü saha örneği var. Manhattan adasını bir baştan diğer ucuna mahalle mahalle gezerek yürüdükleri günden, adayın Gazze’deki soykırıma karşı ses çıkaran tek siyasetçi olmasına; Lucy Dacus ve Wu-Tang-Clan konserlerine uğramasından haham, papaz ve imamlarla yaptığı toplu mitinglere ve Onur Yürüyüşü’ne katılmasına kadar her pratiğine dair pek çok söz kurulabilir. Bir yandan şehirde en sevdiği restoranlarda Mısır, Levant mutfağı yerlerde, tekel bayiilerinde hızlı ve efektif videolar, diğer bir yandan TikTok komedyenleri, metro istasyonu mülakatları ile ana akım televizyon sunucularının programlarına aynı ciddiyet ve önem ile yer veren bir aday profili var karşımızda. Kampanyanın görsel dili, pek çok diğer sosyalist anlatının aksine karamsar ve Fisher’ın “Kapitalist Gerçekçilik” boğukluğuna mahkum değil. New York’un hiphop ve jazz zenginliğinden beslenen müziklere hızlı, Gen-Z’yi evinde hissettirecek kısa video montaj temposu eşlik ediyor. Font tasarımı dahi umut dolu ve tüm emekçilerin bir arada yaşayabildiği, bu yaşamı da karşılayabileceği bir dünya hayal eden, bu hayalin tek yolunun da sosyalist politikaların doğrudan uygulamasından geçtiğinden emin bir kampanya yaratıyor. Bu iyimser olmayan ama gerçekçi umut halini, New York halkının duygularıyla doğrudan özdeşleştiren, şehre ait olduğu konusunda samimi kareler de sosyalizm mesajını kitlelerin ekranlarına taşıyabiliyor.

Tüm bu eylemleri birleştiren unsur ise, bu kampanyanın ideolojik zemininin berrak ve tavizsiz, bu ideoloji doğrultusunda önerdiği politikalarda da sahici olması. Türkiye’deki tüm kentli emekçilerin de fazlasıyla bildiği üzere, artık kentlerimizde yaşamak hepimize zul. Sermaye birikim krizi, barınma krizi, belirli bir seneden sonra doğan kimsenin ev alamayacağı yeni dünya düzeni en zengin azınlık ile bizler arasındaki makası iyice açarken, bizi fiziken ve ruhen dev bir tükenmişliğe sürüklüyor.

Solcular Neden Kazanmalı?

Devrim ve seçim konusunda mutlak bir ayrım olacağına dair tartışmalar 170 yılı aşkındır sürüyor. Devrime giden yolda seçimin de etkili bir araç olduğunu, hatta kesinlikle feragat edilmemesi gereken önemli bir mevki ve cephe olduğunu yinelemek gerekiyor. Yapısal olarak iki farklı sütunun temellendirdiği bu kazanım alanı, geniş çerçeveli bir tarihsel perspektiften hem emek sömürüsü aktörlerine vurulacak darbeler açısından, hem de tüm emekçilerin gerek hayat şartlarını gerekse devrimci mücadeleye sunabilecekleri katkı alanlarını genişletebilmesi bakımından manevra alanları sunuyor. Kazanımın sınırları, seçimi kazanacak sol aday veya partisinin galibiyet sayesinde hayata geçireceği politikalardan ibaret değil. Tüm kampanya süreci boyunca emekten yana, sömürü ve kapitalizm karşıtı argümanların tartışma dünyasında yer edinmesinin, seçim sonuçlandığı zaman “ürettiği” sol-sosyalist yeni seçmenler bakımından da mobilize edici bir gücü bulunuyor.

Bu yazının amacı bu tartışmayı tekrar açmak değil, ancak Marx’ın 1850’de Merkez Komite’ye yaptığı çağrıdaki “Kazanma ihtimali olmayan yerlerde dahi, işçiler kendi adaylarını çıkarmalılardır. Bunu, kendi bağımsızlıklarını muhafaza etmek, güçlerini göstermek ve devrimci fikirler ile partinin söylemlerini kamuoyuna taşımak için yapmalılar.” ifadesini hatırlatan bir çerçeveden ele alarak ilerleyeceğiz. İşçi sınıfının politik temsili, seçimlerin düzen içi mekanikleri ile ölçülür bir performans metriği ile sınırlı değil. İşçilerin kendi hayatlarının tayininde söz ve yetki tasarrufu kullanabileceği araçlar yelpazesinin genişletilmesi ve kazanılmasının da ideolojik bir temeli var. DSA örgütünün Amerika gibi her ikisi de özünde sağcı olan iki partili bir sistemin kısıtlarında, sol fikirleri gündeme taşımak için bir süredir strateji yürüttüğü ortada. Bu kampanyayla beraber DSA, hem New York hem de ülke genelinde inanılmaz başarılı bir örgütlenme kampanyası da yürüttü. Ön seçim haftası ve galibiyeti takiben örgütlenen insan sayısında ciddi artışları kamuoyuyla paylaştı. Trump’ın paramiliter baskıyı arttırdığı, orduyu ve yargıyı kendi politik ajandası için yönettiği hızlandırılmış faşizme geçiş döneminde, buna direnişi örecek insanların da direneceği yerin tayini açısından bu işçi sınıfı adına önemli bir kazanım.

Zohran’ı bu düzen siyasetinden bir adım öteye çıkaran, kampanyasına da damga vuran iki alıntı oldu. İlki, Mayıs mitinginde sarf ettiği “Bundan sonra ahlaki galibiyetler yok, kazanmak için buradayız!” vurgusu, ikincisi de galibiyet konuşmasını açtığı Nelson Mandela’nın “Yapana kadar imkânsız gözükür…” sözleri oldu. “Ahlaki galibiyetler yok” ifadesini doğru anlamak gerekiyor. Ne Zohran Mamdani bir anda belirdi, ne de New York seçmen demografisinde sosyalist görüşlerin tartışılabileceği ve bu kadar büyük idare ve para müdahalesine rağmen tutunabileceği zemin yoktan var oldu. DSA’nın on yılı aşkındır yaptığı saha örgütlenmesi, ABD standartlarında “sol” denilebilecek Bernie Sanders ve Alexandra Ocasio-Cortez gibi siyasetçilerin Trump seçimini takiben ülke genelinde yaptığı geniş katılımlı mitingler bugünleri hazırlayan sürecin elbette bir parçası. Tüm bu kampanyayı Türkiye’deki sosyalist harekete hangi açılardan benzer, hangi açılardan ayrışır diye teknik ve bilimsel bir okuma ile ele almak bizler için hem eşsiz bir kaynak hem de ciddi bir ödev.

Eleştirileri sert bir dille kurmak gerekiyor: kaybetmeyi erdemli bir yerden yücelten, kazanmaktan imtina eden, akademik ve jargon tahakkümü altında bir masabaşı solculuğunu külliyen reddetmek lazım. Belirli kesimlerin Zohran’ı A ya da B beyanından ötürü solculuktan attığı, kimilerinin onu New York gibi bir yerde aday olup kampanya yürüttüğü için sisteme dahil, hatta şimdiden “satılmış” olmakla da suçladığı bir dijital tartışma yaşandı. Gerçek hayattan uzak, belki kabaca “çimene dokunmamış” bir yerden konuşurken, Zohran ve arkasındaki örgütü sistem içi kalmakla itham etmek kolay gelebilir. Kimileri için, beyanlarını en dar ve en teorik anlatımlarla dolu halinde muhafaza edip, bu bahsedilen “ahlaki üstünlüğün” konforunda hayatına devam etmek daha cazip. Ama asıl yapılacak iş, sahaya inmek ve daha önemlisi orayı, insanları ve yarışı kazanmaktan geçiyor. Türkiye içi tartışmalarda karşımıza çıkan açmazlardan biri de bu: bu denli güçlü bir işçi sınıfı mücadelesine, devrimci külliyat ve geçmişe sahip bir ülke dokusuna kıyasla çağdaş zamanlarda sosyalizme, daha doğrusu uygulanabilir sosyalist politikalara dair bir kuşku ve bir mesafelenme hali hakim. Mesafeyi, açıyı yaratan temel duygular ise içinde bulunduğumuz merkezileşen otokratik düzenin herhangi bir ölçekte sosyalist politikalara müsaade etmeyeceği yönünden şekilleniyor. Cevap ise yelkenleri şimdiden suya indirip, zaten mümkün olmayacağı için bu idealleri kovalamamak, bu ufku pusulamıza yerleştirmemek değil. Aksine, anlatıyı bir “mümkünlük siyaseti” üzerinden kurmak günümüzde iktidar odaklarının yürüttüğü umutsuzluk siyasetine, karamsarlık kuşatmasına karşı yürütebileceğimiz en iyi yöntem. Sosyalizmin en güçlü anlatısı, yerel ya da genel ölçekte uygulandığı anda kitlelerde yaşatacağı farkındalık sıçraması olacak. New York kadar kapitalist bir şehir bile hem sosyalist bir adayı destekliyor hem de bu aday önümüzdeki dört yıl boyunca doğrudan yerel bir belediye bütçesini sosyalist politikalarla yönetecek. Buna dair bir irade olması, devamlı kendini yeniden üretecek bir itici güç olma potansiyelini de içinde taşıyor.

Yapana Kadar, İmkânsız Gözükür

Mandela’nın bu sözü, pek çoğumuz için iyi bir kılavuz niteliğinde. Zohran Mamdani’nin kampanyası, ön seçim etabını tamamladıktan sonra kitlelere enerji veren tonuna ek olarak, bizzat kameralara bakarak şehrin en temel sorunlarını ele aldığı yeni bir format kazandı: “Yapana Kadar”. Bu seride Zohran, sırasıyla ruh sağlığı, kürtaj, uyuşturucu bağımlılığı ve eşcinsel haklarının yönetmeye talip olduğu şehrin tarihinde nasıl bir yer edindiğine, her başlıkta gerekli ilerici mevkisini koruyarak yer veriyor. Küresel siyasette alternatif sağ, faşist liderler ve doğrudan Nazi eğilimli partiler yükselirken, sıkça düşülen bir hata ahlaki muhafazakâr adayların kısmen biraz daha soluna, ama nihayetinde sağa yerleşen kampanyalar yürütmek oldu. ABD, Avrupa örnekleri gibi 2023 Türkiyesi de bundan bir hayli başı yanan ülkelerden biri oldu. Zohran Mamdani ise sosyalist çizgisinden taviz vermeden gerek LGBTİ+’ların, gerek şehrin kıyısında uyuşturucu bağımlılığı ile mücadele eden yurttaşların, bekar ve çalışan annelerin, göçmenlerin, esasında tek bir kişinin bile geride bırakılmadığı bir kampanya yürütmenin mümkün olduğunu gösteriyor.

İki ülke siyaseti arası dijital alanlarımızda, yer yer şaka ile karışık sınırsız bir kıyas ve karşılaştırma halindeyiz. Bu örnekte de Trump’ın şimdiden, kazanırsa Mamdani’yi sınır dışı etmekle tehdit etmesi, tutuklanmasının gayet de olası bir ihtimal olması, merkezi bütçeden New York’a daha geçen hafta gidecek on sekiz milyar dolarlık yatırımın kasıtlı iptali hepimize tanıdık gelecektir. Eski bir şaka, “Sosyalizm teoride iyidir ama pratikte ABD silahlı darbesine uğramayı hesaba katmaz.” der. Kapitalist gerçeklik kavramının boğuculuğunun beslendiği en büyük kaynak da bu krizler döngüsüdür. Sosyalist pratiklerin ve herhangi bir ölçekte uygulamalarının daima önüne geçme zorunluluğu bulunan, bunu şiddetli bir karşıdevrim programı olarak yürütmek zorunda olan bir sistem haliyle kendi ideolojik başkentinde de bir sosyalizm kıvılcımı çakmasını söndürmek için her araca başvuracaktır. Yapana kadar imkânsız gözükse de Nepal, Sri Lanka ve Endonezya örneklerinde de bizler için güç var, Meksika ve Kolombiya’nın yükselen yönetimlerinde de.

İki hafta sonra göreve -neredeyse kesin- başlayacak olan Zohran Kwame Mamdani’nin ve arkasındaki sosyalistlerin zor bir yolu olacak. Kimse internet meme’lerinde gördüğü gibi Empire State binası üzerine henüz orak çekiç bayrağı çekileceği yanılgısında değil. Fakat hiç olmadığı kadar haneyi, emekçiyi mobilize eden, bunu da tavizsiz bir sosyalist programla yürüten bir figür dünya çapında bir dalganın işaretçisi de olacaktır. Bir kampanyanın anatomisi var karşımızda, güçlü görseller, sürekli sahada ve yaya olan bir aday, emekçiden yana net politikalar, jargondan uzak gerçek hayata dair ideolojik bir temel ve en önemlisi: iktidar olmak için, sosyalizmi hayata geçirmeye talip olacak devrimci irade. Mesele kimlikler ya da temsiller meselesi, adayın kim olduğu değil, ekibinin ve daha önemlisi örgütünün ortaya koyduğu ideolojik berraklık ve bunun uygulayacakları politik program bakımından netliği. Kampanyanın gücü bu: Sosyalist politikaların hayata geçmesinin, şehrin milyarderleri hariç tüm gruplarının doğrudan lehine olacağını bilmek ve bunu çok iyi anlatmak. Atlantik ötesinde, yolları açık olsun.

[i]Yapana kadar imkansız gözükür” Zohran Mamdani’nin önseçimi kazandığı akşam konuşmasında yer verdiği bir Nelson Mandela alıntısı. Kampanya, son bir aydır “Yapana Kadar” sloganı ile politik programlarının konu başlıklarını ele alıyor.