Yeniden Süreç Üzerine

Can Atalay13 Ağustos 2025

“Süreç Komisyonu” çalışmasına başladı. Siyasal partilerin ve temsilcilerinin -kendi önceliklerine göre- bir yandan çok önemsedikleri diğer yandan pür dikkat sakınımlı durdukları bir çalışma durumunda. Öyle de olmak zorunda. Çünkü “Süreç” üzerine hayırlı/sakıncalı birçok siyasi ve toplumsal tasarımın inşa edilmek istendiği görülüyor.

Yalnızca “hayırlı” ihtimallere kapılmadan, ama bunların yaşama geçmesi için titiz bir gayret göstererek dikkatli, önerici, aynı ölçüde eleştirel ve uyarıcı olmak gerekiyor. Sayılanların tamamı olmadan sağlam bir hat kuramayız.

Komisyon’a hitaben “7 Madde”lik bir çerçeve önerdim. “Dikkatli, önerici, aynı ölçüde eleştirel ve uyarıcı olmak” olarak özetlediğim yaklaşımımın gerekçelerini açıklamaya çalışacağım.

***

İsterseniz fazlaca basitleştirme deyin, Ekim 2024’te “resmen” başlatılan süreci üç ana parametre üzerinden okuyorum.

Birincisi, ülkemizi ve bölgemizi etkileyecek, yeni olanaklara kapı açacak önemdedir. Başlığı detaylandırmayacağım. Ancak yaklaşımlarımızın esasını, bu önem belirlemelidir. Diğer etkenler bu öneme göre sıralanmalıdır.

İkincisi, Kürt siyasetinin silahsız yeni bir dönem başlatma kararı ve sürdürmedeki ısrarıdır. Bu karar olmasaydı süreçten söz edilemezdi. Öncelikli ve önemli olan budur. Kürt siyaseti, Türkiye’de demokratik siyasetin içinde yer alarak Kürt halkının demokratik taleplerini savunmak için konumunu etkinleştireceğini görmektedir. Bölgedeki gelişmeler üzerine daha geniş olanaklara sahip olacak, uluslararası ilişkileri silahın sonucu olan kısıtlama ve arazlardan azade olacaktır.

Üçüncüsü, Cumhur İttifakının iktidarının devamı ve Türkiye’yi tepeden tırnağa yeniden düzenlemek için bir olanak görüp yol yürüme stratejisidir. En yetkili ağızlardan “ülkede her alanda yepyeni bir dönem başlayacağı” hedefi açıklanmaktadır.

Naçizane süreçle bağlantılı bütün girişimleri, gelişmeleri bu üç başlık üzerinden okuyorum. Örneğin Bahçeli, Ekim 2024’te “Ortadoğu’da yaklaşan fırtınayı görüp iç cepheyi güçlendirmek için adım atmış” olmasaydı toplumsal muhalefetin tasfiyesini amaçlayan siyasal gelişmelerin hiçbirini yaşamazdık. “Tutuksuz yargılanmamalılar” veya “serbest bırakılmalılar” benzeri net çağrılar yerine “davalar bir an sonuçlandırılmalıdır” gibi hukuksal karşılığı tartışmalı çağrılar yapmakta. Bir yıla yaklaşan süreç Cumhur ortaklarının “otokratik yeni rejimin kalıcılığı için” Kürt siyasetini yakınlaştırmak, başta CHP olmak üzere demokratik toplumsal muhalefeti ezmek konusunda mutabakat olduğunu gösterdi. Kısmi karşı çıkışlar tuttukları yolun “selâmetine” ilişkin uyarılar ve ayarlamalar olarak kaldı.

ayrim.org’da Foti Benlisoy ve İsmet Akça arkadaşlarım isabetle bölgemizde “Kürtleri bölünmüş tutan siyasal sistemlerin ciddi sorunlar yaşadığı” saptamasını yapmaktalar.[1] Genel olarak katılıyorum.  Tespitleri Irak ve Suriye için tam isabetli. İran için “henüz” geçerli değil, ülke dışı etkilere bağlı. Yalnızca Türkiye an itibarıyla büyük alt üst oluşlar yaşanmadan Kürt Sorunu’nu demokratik zeminde çözüm olanaklarına sahip. Silah bırakma kararı bu bakımdan çok kıymetlidir. Yeter ki demokratik toplumsal muhalefet soruna sahip çıkarak; sorunu Demokratik Cumhuriyet hattının – bütün toplumsal ve siyasal hareketlere özgürlük, demokratik haklar, eşit yurttaşlık – bileşeni olarak görsün ve savunsun.

Bu nedenle önceliğimiz toplumsal ve siyasal demokratikleşme hattını sağlamlaştırmaktır. Bugün olanaklı olanları bugün yapmaya yoğunlaşarak, ama bütün toplumu ve siyaseti kucaklayan güçlü bir demokratikleşme dalgası olmadan kazanımların teminat altında olamayacağını bilerek bir demokratik işbirliğini güçlendirmeye çaba göstermeliyiz.

Önce yeni sürecin sağladığı olanaklara bakalım.

İmralı’dan yapılan açıklama ve çağrılarla Kürt Sorunu denilince nelerin üzerinde konuştuğumuz önemli açıklık kazandı. DEM Parti Meclisi talepleri dört başlıkta toparladı.[2] Yine DEM, medyada paylaşılan 13 maddenin kamuoyuyla sıkça paylaşılan talepler olduğunu açıkladı.[3]

İmralı ve DEM’in açıklamalarında, Kürt Sorunu’nda mesafe almak için dışarda bıraktıklarını net olarak ilan ederek, bir öncelikler kurmayı, sıralama yapmayı esas aldığını görüyoruz. Demokratik muhalefet; maddeleştirilen sıralamanın üzerinde çalışarak, bugünden programlar, adımlar üzerinde somutluk sağlamalıdır.

Örneğin İmralı’dan yapılan “demokratik entegrasyon” çağrısı önemlidir. Güncel durumda “entegrasyon” ile ağırlıkla silah bırakanların toplumsal yaşama katılmalarının sağlanması vurgulanmaktadır. Ancak güncelin ötesinde de sıkça yinelenmekte, “entegrasyon” genel bir politika olarak önerilmektedir. Bu vesileyle -güncel olmayan, ayrıca güncel olarak öne çıkarılması önemli sorunlar yaratacak olan ama- önümüzdeki dönemin en kritik bahislerinden olan bir başlığa, “yurttaşlık” konusuna dikkat çekmenin tam sırasıdır.

Türkiye’de çok sancılı da olsa 100 yıldır bir yurttaşlık süreci yaşanmakta. Ülkemizi bölgedeki -Asya’da da denilebilir- bütün ülkelerden ayıran özelliktir. Birçok ülke için hayali bile kurulamayan “yasal yurttaşlık temeli” önemli mesafe almış ve halen yıkılmamış, ayaktadır. Bu bakımdan genel anlamdaki “Demokratik Entegrasyon” tamamen farklı, ayrıksı duran iki varlığın entegrasyonu değil, “yasal yurttaşlık”ın “eşit demokratik yurttaşlık” yönünde genişletilmesiyle olanaklıdır. Ülkemizde Kürt Sorunu 1950’lerden sonra hızlıca bölgesel -teritoryal- bir sorun olmaktan çıkmıştır. Kürt Sorunu ülkenin tamamını kapsayan genişlikte bir “demokratik eşit yurttaşlık sorunu”dur. Bu bakımda “demokratik entegrasyon” önermesi her adımda farklılıklara demokratik alan açarken aynı zamanda yurttaşlığı daha da sağlamlaştırmak önermesini de içermektedir. Ve bu bakışla yaklaşılması çok önemlidir.

Demokratik toplumsal muhalefet haklı nedenlerle iktidarla bir anayasa değişikliği üzerine konuşmamakta kararlıdır. Ancak bu durum toplumsal muhalefet saflarında yurttaşlık üzerine bir yanılma/yanıltma ile mücadeleyi ertelememelidir. Bu Anayasa’da yurttaşlığın tanımında yer alan “Türk” tanımıdır. Eşit yurttaşlık denilince hemen “Türk” tanımının etnik değil anayasal bir tanım olduğu söylenmektedir.

Bu konu nasıl, hangi süreçte ve hangi sıralama içinde ele alınır, bu başka bir konudur. Ancak Anayasa maddesinin pratiği; hukuki, siyasi ve idari uygulaması hiç de masum değildir. İlk yazıldığından başlayarak hep çift anlamıyla kullanılmış, her demokratik gelişmeyi sakatlamıştır. “Türk” “Anayasal” üst kimliktir denilmiş, ancak yurttaşlar, toplumsal ve siyasal hareketler yıllarca her “Kürt” dediğinde “ayrı bir azınlık inşa etmek”, “bölücülük” yaftalaması üzerinden ayrıma uğramış ve eziyet görmüştür. Verilen cezaların, parti ve yayın kapatmaların, hak mahkûmiyetlerinin haddi hesabı yoktur. Bilinçli bir sistem siyaseti olarak “üst kimlik” ve “etnik kimlik” çift anlamlılığı üzerinden bir dışlama, yok sayma hâkim olmuştur.

Öncelikle, bugün bu “çift anlamlı” kullanımın devlet işleyişine ve siyasetin diline hâkim olduğu tespit edilmelidir. Üst kimlik/alt kimlik tartışmaları ayrımcılığın dayanağı haline gelen “ikili kullanım”ı gizlemek ve korumak yönünde kullanılmamalıdır. Yine siyasal İslamcı hareket bir “İslamcı Kimliği”ne yol açmak bakımından bu konuyu sıkça istismar etmektedir. Onların derdi, yılların süregelen sorunu üzerinden anayasal yurttaşlık olarak dinsel bir kimliği dayatmaktır. Sonuç olarak konu önemlidir, dikkatlice yaklaşmayı ve davranmayı gerektiren önemdedir. “Entegrasyoncu” yaklaşımlar sürecin selameti bakımından kıymetlidir.

Demokratik cumhuriyetler farklılıkları koruyarak yurttaşlığı birleştiren, kaynaştıran entegrasyoncu özelliğe sahiptir. Anayasal Yurttaşlığı kurarken “demokratik olmayan cumhuriyet”in asimilasyoncu yönü ağır basar. Farklılıkları görmez, hatta olumsuz görür. 100 yıllık cumhuriyetimizin tarihten gelen ciddi sorunları, eksikleri olduğu açıktır. Ancak yine aynı 100 yıl içinde sürece çok sayıda ve etkili toplumsal ve siyasal hareketin müdahalesi ile önemli dönüşümler ve kazanımlar gerçekleşmiştir. Bunları görmemek bulunduğumuz durumu yok saymak olur. Başta yurttaşlık olmak üzere demokratik kazanımlarını koruyarak ileri taşımak için tarihten gelen sorunlarını görmek, acilen kapsamlı ve derin demokratikleştirme programlarını ve adımlarını çalışmak ve yaygınlaştırmak gerekir.

Kimlik ile yurttaşlık farklı anlamlardadır. Kimlik eşittir yurttaşlık değildir. Anayasal “yurttaşlık” tanımı hukuksaldır, farklı kimlikler arasındaki hukuksal eşitliği belirtir. Eşit Demokratik Yurttaşlık, bir bölüm kimliğe kapatılan yurttaşlığın alanını genişletir.

Cumhur İttifakı, yeni süreci Ortadoğu’daki gelişmelere yanıt olarak takdim etmektedir. Kullandığı “ümmetin birliği vb.” terminolojiyi bir yana bırakalım. Demokratik toplumsal muhalefetin en öncelikli görevlerinden birisi de Yurtta Barış’ın yanı sıra “Bölge’de Barış” üzerine ilkeler ve programlar geliştirmektir. Bölge halklarının barışçı, geliştirici siyasal, ekonomik, kültürel işbirliği zorunludur. Ancak böylesi bir işbirliği bölgemizdeki halkların yararına toplumsal dönüşümlerin önünü açabilir. Emperyalist projelerin neredeyse ifadesi -ve pohpohlaması- olan “Lozan bitti, Osmanlı sistemi iyiydi” siyasetine kapılıp buradan bir yayılmacılık çıkartmaya çalışmak; Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla tüm bölge halklarının yeni felaketlere yuvarlanışıdır.

Bölge’de ülkelerin içişlerine karışmadan, çatışmalardan istifade etmeyi hesaplamadan dostça ekonomik ve siyasal, çok yönlü ilişkileri hedeflediğimizi açıklamak ve somutlamak halkların yarınına dair her türlü uğursuz planı bozmak demektir. Olmayacak dış politika maceracılıkları yerine bölge ülkeleri arasında “ileri ekonomik ilişkileri ve birlikleri” hedeflemek daha ileri ortaklıkların da konuşulmasını sağlayacaktır. Ve bunlar son derece hayırlı gelişmeler olacaktır.

Son olarak Kürt siyasetinin varolan olanakları değerlendiren çabaları üzerine birkaç söz gerekir. Dikkatli bir çizgi izliyorlar. Cumhur’un çözüm sürecini ülkemizde demokrasiyi ezmek yönünde ilerletmesine karşı duruyorlar. Bu özenli tutum yerindedir, demokratik hedefleri dışlamaz. Sorun iki yönlüdür. Birincisi, demokratik toplumsal muhalefetin daha bugünden, muhalefetteyken Kürt siyasetine demokratik bir muhatap olarak hitap etmesi gerekir. İkincisi, Demokratik Kürt Siyaseti için “ne yapayım, muhatabım mevcut iktidardır” durumunun bir sınırı olduğunu görmesidir. Kürt siyaseti aynı zamanda demokratik muhalefeti güçlendirmek sorumluluğuyla da karşı karşıyadır. Zaten farkındadır, burada bir kez daha altını çizmek istedik.

***

Komisyon’a ilettiğim ve kamuoyunun da dikkatine sunulan “Komisyon Çalışmaları için 7 Madde” önerim çok yönlü duruma yanıtlar arıyor. Kürtlerin meşru demokratik taleplerine omuz verirken, destek olup adımlar atılması için çaba gösterirken diğer yandan bu durum üzerinden otoriterliğin hamlelerine karşı da set çekecek önlemler öneriyor. Otoriterliğin bizi sokmaya çalıştığı “ya bazı somut adımlar ya hiç” ikilemini reddediyor.

Ana gündemimizi hiç kaybetmemeliyiz: Başta Kürt Sorunu olmak üzere ülkemizin sorunlarının çözümü güçlü bir demokratikleşme dalgasının yaratılmasına bağlıdır. Komisyon çalışmasına yaklaşımımız demokratikleşmenin önündeki engellerin aşılması üzerindendir.

***

Can Atalay’ın TBMM Komisyonu’na ilettiği 7 Madde:

Sayın Başkan,

Sayın Milletvekilleri,

Komisyon’un sayın üyelerini saygıyla selamlıyorum;

Komisyona başarı dileklerimle başlamak istiyorum. Ülkemizin geleceği için tarihsel önemde bir başlangıç yapılıyor. Komisyon çalışmasına önem veriyor, katılım gösteren birçok siyasal parti gibi usule ve geleceğine ilişkin birçok belirsizliğe rağmen masada yerimizi alıyoruz. Ülkemizin demokratikleşmesinin en önde gelen sorunlarından olan Kürt Sorunu’nun çözümü yönünde ilk defa tarzı çok tartışmalı da olsa Meclis’i esas alarak atılan adımı önemsiyoruz.

Yurttaşın oylarıyla seçilmiş ve Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’nin defalarca hakkımda verdiği kararlara göre şu anda Meclis’te yasama ve denetleme görevi yapması gereken hapishanedeki bir milletvekili olarak da komisyonun faaliyetini önemli buluyorum.

Önerilerimi yedi başlıkta sıralayacağım:

1.Temel tespitlerimizde farklıklarımız var. Birçok belirsizliğe karşın buradayız. Örneğin sizlere komisyonun adıyla hitap etmek isterdim. Ne yazık ki üzerinde birleştiğimiz bir adı bile yok. Aynı biçimde sürekli “Süreç” diyoruz ama bir sürecin olup olmadığı üzerinde bile açıklık sağlanmış değil. Meclis’in kapsamını belirlediği açık bir görev tanımına da sahip değiliz. Kürt Sorunu’nu bir sorun olarak bile görmeyenimiz var. Esas olarak sorumluluk duygusuyla verdiğimiz kararlarla buradayız. Esasa ve uygulanmakta olan usule ilişkin uyarılarımızı ve önerilerimizi yapacağız. Ancak çalışma boyunca temel ilkemiz “olanaklı olanı öne çıkartmak, hemen yaşama geçmesi konusunda kolaylaştırıcı olmak” olacaktır.

2.“Olanaklı olanı öne çıkartmak” ön kabulü, Komisyonu daraltılmış gündemlere mahkûm etmemelidir. Öncelikler adına, gündemin daraltılması dayatılmamalıdır. Öncelik “silahın siyaset dışına çıkarılması/atılması”dır. Ancak ülkemizin çözüm bekleyen ana sorunu demokratikleşmedir. Her türden ayrımcılığın aşılması, demokratikleşme ve eşit yurttaşlık doğrultusunda ilerleyerek Kürt Sorunu kalıcı olarak çözümlenebilir. Daraltılmış gündemlerle komisyona ömür biçen yaklaşımları benimsemediğimizi en baştan ilan ediyoruz.

3.Adı adıyla Kürt Sorunu olarak tanımladığımız sorun üzerine bir Meclis masasını olanaklı kılan Kürt Siyaseti’nin “silahlara veda kararı”nı vermiş olmasıdır. Siyasette artık silahın yeri olamayacağı kararına varmış olmaları sürecin başlaması ve sürmesi için önemli bir garantidir. Bu noktanın altını önemle çizmek başlayacağımız noktayı belirlemek ve “öncelikle atmamız gereken adımları” belirlemek bakımında önemlidir.
“Türkiye sınırları içinde ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadelenin kesin olarak sonlandırılması” kararını ve uygulama kararlılığını teşvik ederek hızlandıracak adımların önceliği ve aciliyeti göz ardı edilemez.

4.Komisyonumuz, önceliklerini belirleyebilmek için siyasal partilerin bir kısmına yapılan bilgilendirmeye sahip olmalıdır. Böylesi bir toplu ve detaylı bilgilenme olmadan; komisyonda tartışma ve öneriler geliştirme, yapılan önerileri somut durumla bağlayarak bütünsel değerlendirmesini yapabilme olanağı olmayacaktır. Bu durum komisyonda ve kamuoyuna karşı tam bir açıklığı gerektirir. Gerek komisyon bilgilendirilirken gerek komisyon katılımcılarının başlıkları kamuoyuna taşıma ve tartışmalarına daraltıcı müdahaleler yapılmamalıdır. Tam bilgilenme, açıklık ve gerçek bilgiler üzerinden kamuoyunun da dâhil olacağı yaygın tartışma kritik konularda alınan kararlara güçlü toplumsal destekler sağlayacaktır. Açıklık, toplumsal mutabakatın ön koşuldur. Bu duyarlılık sağlanmazsa çalışmaların kapalı kapılar arkasında bir sonuç elde etmek için yapılanlar olarak görülmesi gayet doğaldır.

5.Bugüne kadar “Süreç” fiili durumlar üzerinden ilerledi. Komisyonun bir diğer ana görevi de “Süreç”i Meclis’in yönlendirmesi ve denetlemesi için gerekli hukuksal çerçevenin hazırlığıdır. Öncelikli olarak silahların terk edilmesini hızlandırmak için; silah bırakanların toplumsal yaşama katılması için yapılacaklar, yeni gelişmelere uygun olarak cezaevinde olanların durumlarının gözden geçirilmesi, umut hakkı ivedilikle çözülmesi gereken başlıklardır. Her bir ileri çözüm adımı tarihe ilişkin konuların da konuşulmasını kolaylaştıracaktır. Bugünden “tarihle” konuşmaya başlamak kolaylaştırıcı olmayacaktır. Bu başlıkların hiçbiri birincisi fiili durum üzerinden, ikincisi genel demokratikleşme başlığından kopartılarak çözümlenemez. Bu başlıklar idarenin fiili uygulamalarıyla halledilemez, halledilmeye kalkışılırsa hiç kimse için güvenli olmaz. “Hukuk” sürecin ilk gereğidir ve güvencesidir. Sürecin kazanımlarının garanti altına alınması hukuk olmadan, “yasaları olmadan” sağlanamaz.

6.Süreci ilerletmek için atılacak adımlar “hukuki” olsa bile hukukumuzun bütünlüğüyle de uyumlu olmalıdır. Örneğin “silah bırakanların toplumsal yaşama katılması” amaçlanırken seçim işbirliklerinin suç olarak görülüp hapisliklerin ve yargılamaların sürdürülmesi büyük çelişki olacaktır. Aynı mantıkla bir bölüm yurttaş için toplumsallaşma yolu açılırken seçilmişlerin kayyum vb. yöntemlerle yurttaşın verdiği görevi yapması engellenmemelidir. Yine Anayasa Mahkemesi ve Anayasa’ya göre uygulanmasından yükümlü olduğumuz AİHM ve AYM kararlarını uygulamak, böylece demokratik yapımızı tahkim ederek ilerlemek yerine fiili uygulamalarla veya “özel yasalarla” sorunları çözmeye çalışmak en başta Süreç’e zarar vereceği gibi toplumsal karşılığı da olmayacaktır.
Yürürlükteki hukuksal düzenin gereği olan haklar ve uygulamalar pazarlık konusu olmamalıdır. “Zaten” Anayasa’nın ve yasaların gereği olan adımlar atılmalıdır. Tutukluluk hali yasada öngörüldüğü açıklıkta uygulanmalı, tutukluluk peşin cezalandırma aracı olmaktan çıkarılmalıdır.

7.Nasıl isimlendirirsek isimlendirelim yakın dönemde bir “süreç” deneyimi vardır. Başarısız olmasında önemli bir etken de bölgesel etkilerdir. Bu bakımdan barışçı, yapıcı bir bölge dış siyaseti Süreç’in olmazsa olmazıdır. Komşu ülkelerin içişlerine saygı göstererek iç savaştan çıkmış ülkelerin demokratik yapılanmasına yardımcı olmak ülkemizdeki gelişmeleri doğrudan olumlu etkileyecektir. Tersi durum ise, bölgede halkların demokratik haklarına karşı tutum almak “içerdeki” süreci tahrip potansiyeline sahiptir. Bu bakımdan bölge ülkelerinin bütünlüğünü esas alarak sabırlı, kolaylaştırıcı, barışçı, demokratik bir dış politika için öneriler geliştirmek de komisyonun görevleri arasında sayılmalıdır.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim…

Şerafettin Can Atalay

Seçilmiş Hatay Milletvekili

Marmara (Silivri) Cezaevi, 9-A47

4 Ağustos 2025

[1] https://www.ayrim.org/guncel/sosyalistler-ve-baris-hangi-cozum/
[2] https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/140220252
[3] https://t24.com.tr/haber/erdogan-ile-gorusen-dem-parti-den-13-maddeli-istek-listesi,1232101#google_vignette