2025 yılı, Türkiye açısından yerel seçimler sonrası Saray Rejimi’nin girdiği “Normalleşme Süreci”nden sert bir çıkışı temsil etti. CHP, bu sürece vermiş olduğu desteğin ne kadar büyük bir hata olduğunu maalesef zor yoldan öğrenmiş oldu. Cumhurbaşkanı Adayı İmamoğlu’nun tutuklanması, İstanbul İl Binası’nın basılması derken neredeyse hareket edemez hale geldiği zamanlar oldu. Tüm bunlar yaşanırken halk ise bir yandan grev yasakları, sendikalaşan işçilerin kara listeye alınarak işten atılması ve en sonunda açlık sınırının altında bir asgari ücretle mücadele etti. Gençlik için ise durum bir dönüşüm süreciydi; öğrenciliğin tasfiyesinin daha net görüldüğü, mülksüzleştirmenin katlanarak arttığı ve öğrencilerin ucuz işgücü olarak kullanılması adına araçların pervasızca öne sürüldüğü bir sene oldu. Tüm bu baskılar tabii ki kendi sonuçlarını da doğurdu. Devrimcilerin doğru yerdeki müdahaleleri sayesinde kampüslerde kafe işgallerinden 19 Mart günü Beyazıt’ta yıkılan barikata, 1 Mayıs’ta binlerce kişilik öğrenci kortejlerinden şeriatçılara atılan yumurtaya ve en son MESEM Çalıştayı’nın basılmasına kadar gençliğin örgütlendiği, mücadelesini kampüs sınırlarının dışına taşıdığı, geleceği için haykırdığı bir seneyi atlattık. Bu seneyi, bol bol direnişle geçen bir seneyi, gençlik nezdinde değerlendirmeye ilk olarak Saray Rejimi’nin politikalarından başlamak gerekli.
Karşı Devrimin Gençlikteki Projeksiyonu
Türkiye’de 2025 yılında daha da somutlaşan karşı devrim olgusu, yalnızca işçi sınıfının elindeki hakların alınmasını değil, aynı zamanda sınıfın kendi içerisinde örgütlenme ve mücadele alanlarının yok edilmek üzere yeniden düzenlenmesini de içermektedir. Bir fabrikadaki sendikal faaliyetten bir üniversitenin kampüsündeki kulüp ve siyasal partilerin faaliyetlerine kadar her bir girişimin engellenmesi ve engellenmesinin de ötesinde o alandan silinmeye çalışılması, bu durumun bir örneğidir.
Öğrencilik, belirli alanlarda sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünü temsil ederken son 10 yılda Türkiye’de Saray Rejimi bu tanımın dönüşümünü başlatmış ve öncüsü olmuştur. İlk olarak üniversitelerin niteliksizleştirilmesi, tektipleştirilmesi ve sermayeye bağımlı kılınmasıyla 18–24 yaş arası üniversite öğrencileri start-up şirketler ve hizmet sektörünün sömürüsüne açılmıştır.
Bununla da yetinmeyen sermaye düzeni, liseli çocuklara da gözünü dikerek MESEM adlı proje ile çalışma yaşını neredeyse 12’ye kadar indirerek okul okuması, oyun oynaması gereken yaşta çocukları denetlenmeyen işyerlerinde asgari ücretin üçte biri kadarına çalışmaya mecbur etmiştir.
Bu mecburiyet, öğrencilerin mülksüzleştirilmesinden doğmaktadır. Sınıfın mülksüzleştirilmesinden bağımsız düşünülemeyecek olan bu durum; burs miktarlarının tabanda tutulması, kira fiyatlarının fahiş oranda artması, yurt imkanlarının kısıtlanması ve hatta kampüslerde bir gence ekonomik sıkıntılarını unutturabilecek en ufak bir hobi ya da kulüp faaliyetinin engellenmesi veya sansürlenmesi ile vücut bulmaktadır. Ülkemizdeki bölüşüm krizi de bu tabloya eklendiğinde, 15 yaşındaki öğrenciler 6000 TL uğruna haftada 60 saate yakın çalışmak, üniversite öğrencileri de okulunu okumaktan ziyade kirasını ödeyebilmek adına yeni açılan start-up şirketlerde veya hizmet sektöründe sigortasız ve genelde saatlik 100 TL civarında çalışmak zorunda kalmaktadır.
Mülksüzleştirilen, alanında üretime değil emek gücünü satmaya mecbur bırakılan bir öğrenci gençliğiyle 2026 yılına girerken, bir dönemler ortalıkta dolanan “öğrenci gençliğin küçük burjuva olduğu” tartışması da uzun bir süreliğine yeniden açılmamak üzere kapanmış gözükmektedir. Zira artık öğrenci gençlik, sınıfın bağrında, mücadelenin kalbinde bulunmaktadır.
Karşı Devrimin Karşısında Devrimci Mücadele
Bir önceki kısımda çizmiş olduğumuz tablo umutsuzluğu veya karanlığı değil, somut durumu tariflemektedir. Kimilerine göre bu durum umutsuzluğu sembolize ederken sene boyunca öğrenci gençlik Türkiye halkına umut olmayı başarmıştır.
Gençliğin durumu ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygıları ile dolu olabilir ancak sermaye sınıfı ve Saray Rejimi’nin de göz ardı ettiği durum, gençliğin robot olmadığıdır. Gençlik beyni yıkanmış ve hiçbir düşüncesi olmayan birtakım küçük yaşlı insan değildir. Yıllardır gençliğin apolitik olduğuna, bu gençlerin hiçbir şey yapamayacağına ve hatta nankör olduğumuza dair mavallar dinliyorduk. Görmek isteyenler için cevaplarını üniversite ve lise hayatlarımızda verdik aslında.
Apolitik dedikleri gençlik, Ayşenur ve İkbal katledildiğinde kampüsleri dolduranlar oldu. Apolitik dedikleri gençlik, Ekrem İmamoğlu gözaltına alındığında okullarında eğitimi durdurup, hayatı olağanüstü bir duruma geçirip polis barikatlarını yıkanlar oldu. Apolitik dedikleri gençlik, 1 Mayıs’ta parti kortejlerini ve alanları dolduranlar, kampüslerinden çıkıp fabrikadan ve ofislerden gelen işçilerle buluşanlar oldu. Bunları yapmış olmamız, apolitik olduğumuz tezini yanlışlar ancak mücadelemize dair çıkardığımız dersleri tek başına anlatmaz. Bu sebeple, bunların nasıl olduğuna ve bu seneden neler öğrendiğimize bakmamız gereklidir.
Devrimci öğrencilerin mücadele ettikleri üniversite ve liseler, karşı devrimle beraber siyasetin silinmeye çalıştığı alanlar olarak karşımızda bulunuyor.
Siyaseti ve devrimcileri kampüslerden ve liselerden tasfiye etmeye yönelik tüm girişimlere rağmen devrimci öğrencilerin bu alanlardaki mücadelesi, bir birikimi karşımıza koymuştur. Doğrusuyla yanlışıyla özörgütlenme ve kulüpçülük faaliyetleri, kadın hareketine yönelik iradi çalışmalar, 2025 yılında gerçekleşen eylemselliği doğurmuş, bu eylemlerin gerçekleştiği alanları yaratmıştır.
2025 yılında gençlikteki en kritik dönüşümlerden biri de sol/sosyalist kültürün kendisine yeniden alan bulmuş olmasıdır. Eylemlerde, günlük hayatta sol/sosyalist sloganlar, devrimci önderler ve gelecek tahayyülleri gençliğin sözcüsü olma fırsatına erişmiştir. Baskı karşısında benimsenen devrimci kimlik, ne yazık ki baskı ortadan kalktığında derinlere gömülmüştür. Sürekli değil baskı karşısında benimsenen devrimci kimlik, bir eksiklik olmakla beraber 2024 yılında seküler milliyetçiliğin gençlikteki yaygınlığına göre biz devrimciler için bir açık kapıdır. Bu kimlik, nişasta-su karışımı gibidir. Bu karışım, baskı anında bir kurşunu durduracak kadar sağlam olurken baskı olmadığında normal bir su gibidir. Bizim sorumluluğumuz, bu karışımı bir çimentoya dönüştürmek, sürekli bir devrimci kimlik inşa etmektir.
Bu durumun sebeplerinden birisi de gençlikteki tüketim çılgınlığının sosyalist ve devrimci kültürü de kapsamış olmasıdır. Devrim yapmak, Taksim’e Çıkmak, Patronlardan intikam almak gibi eylemler, uzunca bir süre sahipleri tarafından gerçekleştirilecek gayeler değil, havalı söylemler olarak kullanılmıştır. Ne yazık ki “bilgi” ve “bilmek” kavramlarının iç içe geçtiği, görülen her anlatının “doğru bilgi” olarak alındığı bir alışkanlık ortamında, devrimcilik de yüzeysel ve kültürel olarak kalmıştır. Bu yüzeyselliği teorik derinlikle, tüketim alışkanlığını üretim ve aydınlıkla yer değiştirmek, geçmiş yıllara göre çok daha kritik bir mücadele alanı olarak karşımızda durmaktadır. Kezâ gençlik solculaşmış ancak devrimcileşememiştir. Bizim hedefimiz devrimciliği tüketen değil, kendisini sınıf savaşının bir parçası olarak görüp hayatını bu doğrultuda şekillendiren ve hayatının her alanında siyaseti yeniden üreten partili kadrolar ve özörgütlenme araçlarını güçlendirip sınıfın safında buluşan bir gençlik hareketidir.
Örgütlü Gençlik, Partili Devrimciler
Gençliğin hem özörgütlenme hem de devrimci partilerde örgütlenmesi, 2025 yılında geçmiş yıllara göre bir patlama yaşadı. Bunun bir sebebi anlık eylem durumunda ihtiyacın hissedilmesiyken bir diğer sebebi de eylemselliğin getirdiği bilinç oldu. Tüm bu gelişmelere rağmen bu sene çok daha iyi anladık ki kendimizi ne kadar iyi görürsek görelim halen daha yolun çok başındayız.
Özörgütlenme araçları, siyasetin yerelde üretildiği ve bir alandaki kitlenin siyasete dahil olacağı araç niteliği taşımaktadır. Kitlenin siyasete dahil edilmesi ve belirli bir alandaki söz-yetki-karar mekanizmalarının bu araç ile karşılanması gayeleri, özörgütlenme aracının siyasetinin süreklilik içeremediği durumlarda bir arkadaş ekibine devrolmaktadır. 19 Mart zamanında kurulan özörgütlenme araçları, 1 Mayıs sonrasında bunu yaşamış ve birçoğu yeni eğitim- öğretim dönemine devrolamamıştır. Bu durum bizler için dersler çıkarılması gereken bir deneyimdir. Bu araçlardan beklentimiz, gençliğin dayanışma, savunma ve saldırı hattını oluştururken her an 19 Mart gibi bir kitlesellik beklemekten ziyade sürekliliği olan ve gençliğin sözcülüğünü kazanmış bir araç haline gelmesidir. Burada öncülüğü ise partili devrimcilerin alması, bu siyasete yön verilmesi ve sınıf mücadelesi perspektifiyle bütünlüklü bir konuma oturtulması bizlerin sorumluluğudur.
2025 yılı karşı devrim karşısında devrimci mücadelenin gençlikte vuku bulduğu, devrimci kültürün gençlikte kendisine bir kapı açtığı ve doğrusuyla yanlışıyla birçok deneyim kazanılan bir sene olmuştur. Trump ve Erdoğan ittifakının dünya siyasetinde farklı bir noktaya taşınacağı, Türkiye’nin emperyal pozisyonunda birtakım iddiaların sahneye geleceği 2026 yılında görevimiz, gençlikte bize açılmış olan kapıyı bir daha kapanmamak üzere sabitlemek, devrimciliği bir tüketim kültüründen çıkartarak teorik olarak derinlikli, siyasallığı sürekli kılan ve militan devrimci bir kuşağın inşasında varımızı yoğumuzu ortaya koymaktır. 2025 1 Mayıs’ında binlerce genç olarak haykırdığımız sözü, 2026’ya girerken unutmuyoruz: Memleketi biz kurtaracağız!




