Şahsiyet Değil Siyaset Meselesi

Atakan Özsan14 Kasım 2025

New York’ta ilk defa seçilen Müslüman bir belediye başkanı, beraberinde birçok kutlama ve aynı zamanda tartışmayı da getirdi. En baştan söylemek gerek: Bu yazı, New York’ta yaşanan gelişmeleri bir kişinin etrafında yüceltme refleksinin karşısında, sosyalist hareket açısından bütünlüklü bir okuma perspektifini tariflemeyi amaçlıyor. Bir kişinin sosyalist oluşunu, etnik kimliği, yürüdüğü sokaklar veya pankartında kullandığı renklerle ölçmek yerine, sosyalistlerin bu gelişmelerden dünya düzleminde nasıl bir ders çıkarması gerektiğine odaklanacağız.

Yükselen Yeni Yıldız

Zohan Mamdani, alıştığımız Amerikan siyasetinde bir uç olarak New York belediye başkanlığını kazandı. Mamdani’nin temsil ettiği uç, emek eksenli ve sosyalist taleplerin öne çıktığı, baskı altındaki kesimlerin kapsandığı bir kampanya süreciyle somutlaştı. Bu süreçte en önemli olayın, Mamdani’nin örgütünün yoğun sokak çalışması olduğunu atlamamak gerek. 1.5 milyondan fazla evin kapısının tek tek çalındığı, on binlerce kişilik bir gönüllü ekibiyle somut olarak yürütülen siyaset meyvesini vermiş oldu. [1] Kampanya süreci boyunca birçok kesimi kapsamanın ötesinde, o kesimlerin siyasi sözcülüğünün kazanılması ve bu kesimlerin ücretsiz kreş, ev fiyatlarının düşürülmesi gibi somut başlıklar etrafında mobilize edilebilmesi ise büyük bir başarı örneği. Bu başarının tam karşısında ise seçimdeki rakipleri değil, doğrudan Trump’ın kendisi bulunuyor. Mamdani’nin kazandığı takdirde sınır dışı edileceği tehditleri, New York’un alacağı merkezi ödeneklerin kesilmeye başlanması, merkezi ve yerel siyaset ilişkisinin incelenmesi gerektiğini gösteriyor.

Otoriter Merkezi Yönetimin Karşısında Solcu Yerel Yönetimler

Bu tartışmaya başlarken siyasetin bütünlüklü olmasından kısaca bahsetmek gerekir. Siyaset sahnesinde yerel yönetimler, kadın mücadelesi, emek mücadelesi, laiklik gibi birçok kavga ve tartışmaya şahit oluyoruz. Bu kavgaların hepsini bir bütünün parçaları olarak ele almamız gerekli; çünkü hiçbiri birbirinden bağımsız yahut birbirinden soyutlanarak ilerleyemez. Sürekli ilerlemek zorunda olan siyaset sahnesi, içindeki bu parçaların birbirini etkilemesiyle bir bütünlük kazanmaktadır. Bu sebeple herhangi bir gelişmeyi, hele ki karşısına bir düşman koyan bir mücadeleyi, o düşmandan bağımsız değerlendirmek yöntemsel olarak büyük bir yanlış olacaktır. [2]

Dünyada kapitalizmin eğilimi gitgide otoriterleşen bir tutum sergilemekte. Neoliberalizmin sonu değildir bu dönem, ancak küresel serbest piyasa hikâyesi, yerini güç dengelerine saldıran ve rekabeti kırmaya yönelik gümrük vergilerine bırakmıştır. Küresel serbest piyasanın kaybından oluşan açık ise iç siyasette emekçiler üzerinde daha fazla baskı ile kapatılmak istenmektedir.[3] Halkın yararı değil sermayenin kârı ve hatta daha ötesinde bir ülke başkanının çıkarına odaklı yaklaşımlar, günümüzde çok daha gerçek ve saf bir şekilde karşımızda duruyor. Teknolojide Elon Musk, ABD Başkanı Trump ve ülkemizde Erdoğan ile vücut bulan bu düzen, kara düzen partisi olarak adlandırabileceğimiz, dünya çapında zorbalığı ve emekçilerin haklarına saldırmayı önüne görev olarak koymuş hareketleri bütünlüklü olarak görmemize yardımcı oluyor.

Kara düzen partisi, dış ilişkilerde yekpare bir söylem/strateji ortaklığından ziyade, iç siyasette saldırgan bir devlet ve hükümet yerine siyasi liderlerin konuşulduğu otoriter rejimler olarak karşımıza çıkıyor. Yıllar boyunca emekçilerin türlü mücadelelerle kazandığı hakların devletin saldırısı altında bir bir kaybedilmesi, özellikle ülkemizde bilinen anlamıyla “sosyal devlet” kavramının üstünü kapatırken bir zaafını da ortaya çıkartıyor. Sürekli saldırgan, baskı ve zor aygıtı hâline gelen bir devlet artık kendi meşruluğunu yeniden üretmekte zorlanır hâle geliyor. Vaat vermesi gereken kitleye saldırıyor; gelecek hayali sunması gerekirken taraflaştırmayı ve düşmanlığı körüklüyor. Otoriterleşen merkezi yönetimlerin bu düğümü karşısında sosyalist talepler, özellikle yerel talepler kendilerine kolaylıkla kitle bulabiliyor.

Bu noktada, otoriter bir rejim karşısında sosyalist her talebin kazanacağı yanılgısına düşmemek gerekir. Bu düşünceye kapılmak demek, burjuva siyasetinin vaat ettiği şekliyle bir siyaset anlatısını kabul etmektir. Halkın önüne birtakım siyasetçiler en doğru çözümleri sunduğunda, halkın da aralarından en doğrusunu seçecekmiş gibi siyaseti mekanik bir işleyişe indiren bu algıya kapılmamak gerekir. Siyaset bir süreçtir ve bu süreç ancak zaman içinde farklı stratejiler, hamleler ve güçlü bir örgütsel müdahaleyle örülebilir.

Düşülmemesi gereken bir diğer yanılgı ise sosyalist taleplerden asla taviz verilmediğinde bu başarının geldiğidir. Bu cümle başarı için sosyalist taleplerden taviz verilmesi gerektiğini savunmamakla beraber başarının kaynağının “taviz vermeme” durumuna bağlanmasına karşıdır.  Zira sosyalist taleplerinden asla taviz vermeyen birçok devrimci örgüt ülkemizde de yerel seçimlere katılmış, ancak genel anlamıyla başarılı olamamıştır. Bu sebeple yerel seçimlerde elde edilen başarıyı “taviz verme–vermeme” denkleminden okumak, dünya sosyalist hareketinde yerel yönetim deneyimlerini mekanik ve toplumsal hareketlerden soyutlayan bir okumaya indirger.

Yerelleşen Siyaset ve Yerel Demokrasi Mücadelesi

Mamdani’nin önünde nasıl bir yol olacağını tam anlamıyla söylemek zor elbette; ancak otoriterleşen merkezi yönetimin karşısında yerelden güçlü bir belediyecilik örneğiyle tek başına başarı geleceğine inanmak iki açıdan yanlış olacaktır:

  1. Ülkemizde CHP ve HDP örneklerinde gördüğümüz gibi merkezi yönetim, yerel yönetimi dizayn etme şansına sahiptir.
  2. Bir belediyenin sosyalist bir yönetimde olması, o halkı sosyalist yapmayacaktır. Kent mekânının sınıf oluşumuna etkisi önemlidir; ancak tek başına yeterli değildir.[4]

İlk noktadan başlayalım; yani merkezi yönetimin yerel yönetimi dizayn etmesi konusundan. Bu konu birkaç tüzüğün yahut kanunun çıkarılması olarak görülmemelidir. Bu konu başlı başına bir hegemonya tartışmasıdır. Sosyalist harekette uzun yıllardır bir hegemonya tartışması sürüp gitmektedir. Herkes solcu olduğunda bu hegemonyanın kurulacağı düşünülebilir; ancak biraz daha siyaset sahnesinden bakarsak, hegemonyanın, rakibini ve mücadele edilen alanı dizayn edebilme yetisi de olduğunu söyleyebiliriz. Yani AKP’nin hegemonyasını tek başına belediyelere kayyum atamasından değil, bunu yapabileceği siyasi arenayı oluşturma yetisinden ölçmek gerekiyor. Bu durum yerel yönetimlerin anlamsız yahut bu otorite karşısında önemsiz olduğu anlamına gelmiyor; bunu açıklamak için ikinci noktadan devam edelim.

Bir dönüşümün gerçekleşebilmesi için hareket gereklidir. Bir elmanın çürümesi, o elmanın olgunlaşmasıyla, yani bir süreçle gerçekleşebilir. İnsanların fikri dönüşümü ve sosyalist bir toplumun oluşabilmesi için de bu süreç siyasetin kendisidir. Yerel siyasete halkın katılımını sağlayacak örgütlülük araçlarının yaratılması, halkın örgütlenmesinin sağlanması ve buralarda sosyalist alternatiflerin geliştirilmesi, bir aygıt üzerinden verilen vaatlerin dönüştürücü gücü olacaktır. Bu durum ise ancak güçlü bir örgütle gerçekleştirilebilir. Burjuva siyaseti, kendi çizdiği sınırlara dair bir tehlikede agresifleşecek ve rakibine geri adım attırmak için tüm gücünü kullanacaktır. Bu saldırı karşısında sol/sosyalist bir belediye başkanının tek güvencesi, sırtını yaslayabileceği ve kendisini itecek toplumsal hareketler, yani halk olacaktır. Araçların kurulmasında, halkın örgütlenmesinde öncülük alacak; kapı kapı gezecek ve siyasetin yerelde yeniden üretilmesini sağlayacak bir örgüt olmadıkça burjuva siyasetin sınırlarının aşılması da mümkün olmayacaktır.

Sınıf Mücadelesinde Öncü Örgüt

Az önce tanımladığımız haliyle öncü örgütün rolü, pratikte bir sorumluluğun ilanıyken siyaseten de bir bütünlük oluşturmaktır. Bu bütünlüğü, farklı kesimlerin mücadelelerinin sınıf mücadelesinde bir araya gelmesi olarak açabiliriz. LGBTİ+’ların, farklı dinlere mensup insanların, kadınların ve çocukların hak/demokrasi temelli mücadelelerini sınıf mücadelesiyle yan yana getirmek; hem merkezi yönetimin saldırıları karşısında bir cephe oluşturabilmek hem de yereldeki talepleri tüm ülkenin gerçekliğinde buluşturabilmek adına bir zorunluluktur. Sosyalist mücadelenin sürekliliği, karşı-devrimi örgütleyen kara düzen partisinin karşısında sınıfın cephesel mücadelesini inşa edecek bir devrimci partiyle sağlanabilecektir.

Yazıyı bitirirken Mamdani’nin başarısının dünya sosyalist hareketi için önemli bir fırsat olduğunu tekrar hatırlatalım. Ancak bu fırsat, kutlanması değil; okunması ve dersler çıkarılması gereken bir şeydir. Dünyada kara düzen partisinin başını çeken iki liderin -Trump’ın ve Erdoğan’ın- stratejilerinin birbirinin aynısı olamayacağı gibi birbirinden bağımsız da ilerlemeyeceğini akılda tutmalıyız. New York sosyalist olur mu, bilinmez; ancak Erdoğan’ın yaveri Trump’ın bir yenilgi aldığı kesindir.

1.Cihan Tuğal, “Sosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe”, Evrensel, 11.2025, https://www.evrensel.net/yazi/98036/sosyalist-yukselis-daginik-ama-yine-de-oligarsiye-bir-darbe
2. Can Soyer, Marksizm ve Siyaset, Yordam, 2021.
3. Ümit Akçay, “Neoliberalizmin Sonu Mu? Parçalı ve Çelişkili Değişimler ve Süreklilikler”, Ayrım, 05.2025, https://www.ayrim.org/dosya/neoliberalizmin-sonu-mu-parcali-ve-celiskili-degisimler-ve-sureklilikler/
4. Metin Çulhaoğlu, “Sınıf Oluşumu ve Büyük Kent Mekanı: Güncel Durum ve Olasılıklar”, Gelenek #80, 2004, https://gelenek.org/sinif-olusumu-ve-buyuk-kent-mekani-guncel-durum-ve-olasiliklar/