Dinlenme Hakkı: Kıyıda Bir Havluluk Yer Açmak

Arif Sırrı Özçelik18 Ağustos 2024

Dinlenme ve tatil hakkı (kısaca dinlenme hakkı), bir süreliğine işten ve diğer toplumsal sorumluluklardan uzakta geçirilecek yeterli zamana sahip olabilmek amacıyla tanınmış ekonomik, sosyal ve kültürel haklara verilen genel bir ad olarak tanımlanabilir. Çalışma hakkı ve neticesinde çalışma saatlerine dönük sınırlamalar için verilen mücadelelerin kapsamında ele alınan bu hak, günümüzde ülkemizin de imzacısı olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi birçok uluslararası sözleşme tarafından tanınmaktadır.

Dinlenme hakkı mücadelesinin tarihi 8 saatlik iş günü talebine kadar geri götürülebilir. 1856 yılında Avustralya’da Melbourne Üniversitesinde örgütlenen mücadele sonucu işçiler [1], talep ettikleri “8 saat çalışma, 8 saat sosyal hayat, 8 saat dinlenme ve uyku” hakkını elde etmeyi başardılar. Bu hak zamanla birçok başka ülke tarafından da tanındı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu hakkın tanınması ve uygulanmasını taraf devletler açısından bir zorunluluk haline getirdi [2].

T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yayınlanan 30 soruluk el kitabında [3] Dinlenme Hakkı şöyle tarif edilmektedir:

“‘Dinlenme Hakkı’ Anayasa ile güvence altına alınmış haklardandır. Anayasamızın 50. maddesi ‘Dinlenmek çalışanların hakkıdır’ ifadesine yer verdikten sonra, yıllık izin hakkı ile hafta tatili ve bayram tatili haklarını ayrıca vurgulamıştır. Bu sebeple Anayasal bir hak olan dinlenme hakkından vazgeçilemez.”

Ardından bu dinlenme hakkının ihlalinin olası sonuçları sayıldıktan sonra, “İşçinin yıllık izin, hafta tatili ve bayram tatili haklarını ve gün içinde ara dinlenmelerini tam olarak kullanabilmesi gereklidir” denilmektedir.

Halkın Tatil Yapma ve Dinlenme Hakkı Var mı?

Peki, coğrafi zenginliğiyle çok çeşitli tatil imkânları sunabilen Türkiye özelinde dinlenme hakkı hayatın içinde nasıl bir yer tutmaktadır? Özellikle içinden geçtiğimiz yaz sıcaklarında emekçilerin, asgari ücretle geçinmeye çalışanların, ekonomik kriz nedeniyle gittikçe yoksullaşan orta sınıfın kıyılara ve denize erişimi üstünden dinlenme hakkından ne kadar yararlanabildiklerini ele almaya çalışalım.

Uzun süredir Türkiye’de müşterek olarak kamuya ait olan her şey adım adım özelleştiriliyor. Bu durum özellikle son 20 yılda hızlanmış durumda. Türkiye’nin kıyıları da bu süreçte parça parça parsellenip toplumun erişimine kapatılıyor. Söz konusu özelleşme sadece kıyılar için geçerli değil. Kentlerde yaşanan kira ve barınma problemi de bu genel değişimin bir sonucu. Kent merkezlerinde belli bir gelir düzeyine sahip olmayan kesimler sadece barınma değil, eğitim imkânlarından, eğitim sonucu elde edilebilecek iş imkânlarından ve dinlenme haklarından da mahrum kalıyorlar [4].

Bu mülksüzleştirme sürecinde kapısına kilit vurulan, planlı bir biçimde bir süre atıl bırakılan ve ardından bu atıllık gerekçe gösterilerek satılan tesisler önemli bir yer tutuyor. Çeşitli kamu kurumlarına ve sendikalara ait, çalışanlara erişilebilir dinlenme imkânları sağlayan bu mekânlar ve arazileri zamanla lüks otellere dönüşmüş durumda.

Atıllık gerekçesine benzer bir gerekçe de kıyılar için kullanılmakta. Bakımsız bırakılan, temizlenmeyen, güvenlik sorunu görmezden gelinen kıyılar, özel işletmeler tarafından yine aynı gerekçeler sunularak halkın erişimine kapatılıyor. Daha sonra Bodrum özelinde mücadelesine değineceğimiz “Özgür Kıyılar Bodrum” (ÖKB) eylemleri sürecinde, hala bu atıllık gerekçesini duyuyor olmamız, aslında bunun kafa karıştırmada ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Söz konusu kıyıların bakımı ve güvenliği olunca, bu “sorunun” belediyeler ya da kamu kaynakları vasıtasıyla kolayca çözülebilir olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Yaşanan Dönüşümün “Bodrum Hikâyesi”

90’lardan itibaren ekonomide başlayan finansal serbestleşme sonucu zenginleşmeye başlayan kesimler için Bodrum, Marmaris, Fethiye gibi yerler gözde tatil yerleri haline gelmişti. Bu da beraberinde bu yerlerin ranta ve talana açılmasına neden oldu. Bununla birlikte Türkiye’nin özellikle batı kıyılarının, genel olarak Akdeniz bölgesinde bulunan diğer ülkelere kıyasla coğrafi olarak böylesi bir değişime uygun olması da bu dönüşümde etkili oldu.

2000’lerden sonra ülkeye büyük miktarda para girişiyle beraber inşaat ve turizm faaliyetleri aşırı biçimde arttı. Bu noktadan itibaren, örneğin Bodrum, lüks otellerin inşa edildiği, Rus oligarklarının, mafyanın, körfez sermayesinin ve onlara ait büyük ve lüks yatların etrafında şekillenen bir ekonominin oluştuğu bir yer haline geldi.

Geçmişte ücretli ve orta sınıf yurttaşlar için küçük yazlıklar ya da kooperatifler vasıtasıyla ya da mütevazı tesislerin sunduğu dinlenme ve tatil imkânlarıyla erişilebilir olan kıyılarımız yerini, halkın çoğunun ödeyemeyeceği fahiş fiyatlar uygulayan 5 yıldızlı otellere, kıyı boyunca işgal yoluyla inşa edilen platformlara, beach’lere bıraktı. Bunun sonucunda Alaçatı’da sezon ortasında 2 top dondurma için 1500 TL, Göltürkbükü’nde bazı yerlerde beach vasıtasıyla kıyı erişimi için 6500 TL istenildiği örnekler ortaya çıktı.

Kapatılan kıyılarda kurulan iskele ve platformlarla ilgili tek sorun her zaman bir bütçe meselesi de olmayabiliyor. Erişim hakkınızın olup olmadığına bazen mekân sahipleri karar veriyor. Yüksek ücretler bir yana, işletmeciler keyfi kararlar alabiliyor, giydiğiniz kıyafetten saçınızın şekline kadar çeşitli gerekçelerle, mekânlarının işgal ettiği kıyılara girişiniz engellenebiliyor.

Kıyı talanı herkesi ilgilendiriyor, zira kamuya ait olanın çeşitli yöntemlerle oldu bittiye getirilerek özelleştirilmesi, talan edilmesi ve sadece zengin ayrıcalıklı bir kesimin erişimine açılması aynı zamanda çalışanların dinlenme hakkının doğrudan bir ihlali anlamına geliyor.

Peki, yüksek enflasyon ve yoksullaşma sorunu dinlenme hakkının ihlalini açıklamak için yeterli olur mu?

Bodrum yarımadası genelinde işletmelerin hızla çoğalması ve bu işletmelerin arasında yaşanan rekabet kıyılarda işgallere çanak tutmuş, devletin konuyla ilgili birimleri tarafından ”ecrimisil” yani “işgaliye bedeli” altında alınan ve kira ödercesine bir düzene oturtulan cezalar yoluyla işgallere göz yumulmuştur.

Bu bedeller haliyle işletmelerin maliyetini arttırmış, ancak bununla kalmayıp kıyı işgallerini yaygınlaştırmış, kıyılara erişimi ranta bağlamış ve ortaya çıkan rant düzeni sonucu kamu kurumları sessiz kalarak bu ihlallere ortak olmuştur.

Kıyı Mücadelesi Örneği Olarak Özgür Kıyılar Bodrum (ÖKB) İnisiyatifi

Anayasa’nın 43. Maddesi uyarınca, kıyılar herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olan ve kamu yararına kullanılması zorunlu olan alanlardır. Bu Anayasal ilke çerçevesinde kıyıların kullanımında kamu yararı, gerek mülkiyet biçimi gerekse yapılaşmayla ilgili kısıtlamalarla sağlanmaktadır. Daha farklı bir deyişle, kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altında olan, mülkiyete yani tapuda tescile konu olmayan bir konumdadır ve bu nedenle kıyılardaki yapılaşma hakları ise son derece kısıtlıdır.

Kıyılardan yararlanma imkân ve şartları hakkında düzenlenmiş en kapsamlı kanun 7121 sayılı Kıyı Kanunu olup, bu kanunun en önemli hükümlerinden biri Genel Esaslar Başlıklı 5. Maddesidir. Bu maddede kıyıların mülkiyetinin devlete ait olduğu, yararlanma bakımından ise herkesin eşit ve serbest olduğu; kamu yararına öncelik verildiği ifade edilmektedir.

  • Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
  • Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
  • Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir.
  • Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir.

Konuyla ilgili başka bir yasal çerçeve olarak, 1981 yılında Türkiye’nin de imzaladığı Barcelona Sözleşmesi de,

  • Akdeniz’in deniz kirliliğini kontrol etmek ve ölçmek,
  • Deniz ve kıyı alanlarında yer alan doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde yönetimini sağlamak,
  • Sosyal ve ekonomik gelişme içerisine çevreyi dâhil etmek,
  • Doğal ve kültürel mirası korumak,
  • Kirliliğin azaltılması ve önlenmesi için deniz çevresini ve kıyı bölgelerini korumak,
  • Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler içerisinde dayanışmayı güçlendirmek, yaşam kalitesinin gelişimine katkıda bulunmak
    amaçlarıyla yürürlüğe girmiştir.

Bu hukuki çerçeve altında, ülkemizde 80’li yıllarda turizm hareketliliği ve yatırımları hız kazanmış ve “Bacasız Sanayi” adı altında tanıtım ve pazarlaması yapılmıştır. Bugün gelinen noktada kontrolsüz, plansız ve yeterli altyapı çalışması yapılmadan büyüyen bu sektör tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi sorunlar doğurmaya başlamıştır. Bu sorunların en başında da kıyıların kullanımı gelmektedir.

Kıyı kullanımı sorununu,

  1. Ekolojik: Kıyılarda kurulan turistik tesislerin doğal, ekolojik yapıya verdiği zararlar ve kıyıların dolayısıyla deniz, göl ve nehirlerin kirlenmesinin,
  2. Kamu Erişimi: Turistik amaç dışında hem yörede yaşayan insanların hem de genel olarak dinlenme hakkı çerçevesinde kıyılardan faydalanma hakkının kısıtlanmasının,
    yarattığı sorunlar olarak, iki ana başlıkta inceleyebiliriz.

Altyapısı kurulmadan yapılan tesisleşme, doğal, tarihi ve kültürel alanların yapılaşmaya açılması ve kontrolsüz yapılaşma kıyıların ekolojik döngüsüne ciddi zararlar vermekte, kendi kendini temizleme ve düzenleme sistemlerini zarara uğratarak kullanım dışı bırakmaktadır. Turizm endüstrisinde gelinen noktada, kitlesel turizm faaliyetleri çevreye diğer sanayi yatırımları gibi ciddi zararlar verilmektedir.

Kamunun kıyılardan yararlanması da her geçen gün zorlaşmakta, kıyılardan yararlanmak isteyen yurttaşlar, işgaller sebebiyle ya yer bulamamakta ya da çok kısıtlı alanları kullanmak zorunda kalmaktadır. Anayasa ve buna bağlı çıkarılan kanunlarla koruma altında olan kıyılara erişim hakkı, ecrimisil uygulamaları ve işgallere göz yumulması sonucu kullanılamaz hale gelmiştir. Dahası, işgaller sadece kullanım hakkını kısıtlamakla kalmayıp, kıyıların ekosistemine zarar verecek boyutlara ulaşmakta, kıyı canlılarına zarar vermektedirler.

Turizmin ekonomik alt yapısının da dengesiz ve düzensiz oluşu sonucu, turistik bölgelerde ciddi rant ekonomisi ortaya çıkmakta ve yerel halkın geçim maliyetlerine ciddi yükler getirmektedir. Bu durum ülkenin genel ekonomik durumundan ayrı düşünülemeyecek olsa da, özelde barınma, yemek, su ve diğer temel ihtiyaçların diğer bölgelerden katbekat fazla olması ile asgari ücretle veya sabit gelirle çalışanların, memurların, emeklilerin bu bölgelerde yaşamasını imkânsız hale getirmektedir.

Genel kuralın eşit ve serbest yararlanma olması gerekirken, özel işletmeler turistik faaliyetler ve ekonomik gerekçelerle kıyıları işgal etmekte; plaj girişlerini ücrete tabi tutmakta, kendi bünyelerindeki şezlong, şemsiye, duş gibi çeşitli hizmetlerden istifade etmeyi mecbur kılmaktadır.

Orta ve alt gelir grubunda bulunan bir kişi, kıyılarda oluşan bu özelleştirmeler sonucu aşırı fiyatlara sunulan hizmete ulaşamayacağı gibi bu kıyılardan da kendi koşuluna uygun faydalanma imkânını kaybetmektedir. Hele de söz konusu aileler olunca dinlenme ve tatil maliyeti bir kaç katına çıkmakta ve tüm bunlar dinlenme hakkını engelleyerek; toplumsal dengeyi bozan dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Ortaya çıkan rant düzeni sonucunda, yaşanan mülksüzleşmenin, dinlenme hakkının çoğunluk için fiilen ortadan kalkmış olmasının, yaratılan ekolojik yıkımın gizlenmesi pek mümkün değil. Haliyle bu olanlara tepki gösteren çeşitli mücadeleler de ortaya çıkmaya başladı. Tüm Türkiye’de kurulan Kıyı Hareketleri ağının bir parçası olarak Bodrum özelinde ortaya çıkan Özgür Kıyılar Bodrum İnisiyatifinin (ÖKB) verdiği mücadele böylesi bir zeminde yükselmektedir.

ÖKB, Anayasa hükümleri açık olmasına rağmen sürekli hale gelen işgaller ve Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı ile Milli Emlak Müdürlükleri tarafından yukarıda izah edilen, halkın kıyılardan eşit yararlanma ilkesine aykırı, ecrimisil uygulamalarına karşı 2024 yazı boyunca çok ses getiren bir eylemlilik örgütlemeyi başardı.

“Kıyılar halkındır” derken bu halkın kim olduğu sorusunu tartışmak gerekiyor. Sezon boyu ortaya çıkan bazı rakamlar bu konuda ipucu vermektedir. İşgal edilen plajlarda en düşük şezlong, şemsiye kullanım ücreti 500 TL olduğu, konum ve talebe göre bu rakamın 30.000 TL gibi akıl dışı seviyelere kadar çıktığı görülmektedir. Halkın yarısından fazlasının açlık sınırının altında gelir elde ettiği bir ülkede, bu durumun ücretli çalışanların, memurların, emeklilerin çoğu için dinlenme ve kıyı erişimi haklarının fiilen ortadan kalktığı anlamına geldiği çok açıktır.

Başka bir örnek için, dört kişilik bir ailenin bir pazar günü denize girmek için evden çıktığını düşünelim.

  • Toplu ulaşım kullandıkları durumda, minibüs ücreti olarak kişi başı en az 30 TL, 4 kişi için 120 TL vermeleri gerekir. Dönüşüyle beraber 240 TL eder.
  • Halk plajları ücretsiz ancak kimi yerlerde çok dar bir alana sıkıştırılmış durumda, yer bulmak imkânsız. ÖKB eylemleri sayesinde, koydan koya değişmekle birlikte, toplam koy uzunluğuna oranla genelde %10 kadarlık bir dilimin halk plajı olarak ayrıldığı gözlemlenmiştir.
  • Belediye kafelerde en uygun fiyata yiyebileceğiniz tost 160 TL, herhangi bir soğuk içecek 50 TL’den başlıyor. 500 ml küçük su ise 14 TL. Yani kişi başı bir öğün yemek menüsü 224 TL ediyor. 4 kişilik aile için toplam 896 TL eder.
  • Sadece 1 öğün yemek yediklerini düşünürsek 4 kişilik bir ailenin Bodrum yarımadasında denize girme maliyeti günlük 1130 TL oluyor.

Özel plajlara baktığımızda çoğunda giriş ücreti ya da şezlong/şemsiye ücreti yerine kişi başı en az 500 TL harcama koşulu var. Bu da 4 kişi için 2000 TL demek, buna ulaşım masrafını da eklersek toplam 2240 TL günlük harcama ediyor.

Her pazar çocukları ile denize gitmek isteyen bir ailenin ayda en az 4520 TL bütçe ayırması ve yer bulabilmek için erkenden plajda olması gerekiyor. Bu hesabın içerisinde kişi başı sadece 1 öğün yemek var. Bütün günü denizde geçirmek istediklerinde bu rakamlar katlanacaktır.

Bu hesap Bodrum’da yerleşik nüfus için geçerli, yani konaklama ya da kira bedeli yok. Dışarıdan dinlenmek için gelen misafirlerin haliyle bu tip başka masrafları da düşünerek “tatil bütçesi” hesabı yapması gerekiyor. 

Balıklar, Foklar, Şimdi Neden Yoklar?

Kuşkusuz konunun sınıfsal ve hak mücadelesi boyutu, anlatmaya çalıştığımız gibi çok önemlidir. Ancak ÖKB haklı olarak konuyu diğer boyutlarıyla da ele alan bir eylemlilik sürdürmeye devam etmektedir. Anayasanın ve yasaların koruduğu tek şey kıyı erişimi hakkı değildir. Meselenin ekolojik yıkım boyutunda foklar, balıklar, yengeçler, deniz yıldızları, kaplumbağalar, deniz çayırları vb. canlılar yer almaktadır.

Kıyılarda yaşanan vahşi ve rant odaklı yapılaşmayla doğal yapı bozulmuş, kayalıklar ve mağaralar dinamitler ve ağır iş makinaları ile tahrip edilmiş, orman ve kıyılara özgü bitki örtüsü yangınlarla büyük zarar görmüş veya kazınarak yok edilmiştir. Karadaki katliamlar yetmemiş, deniz içinde yapılan kazılar, dolgular ve dışarıdan getirilen mermer tozu gibi maddeler sebebiyle uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış canlılar büyük zarar görmüş deniz canlılarının yaşam alanları yok edilmiştir.

Nesli tükenmekte olan Akdeniz fokunun yaşam alanı olan Gündoğan Çetili Burnu’nda 32 dönüm deniz doldurulmuş, Cennet Koyu, Gökburun’da Cengiz Holding tarafından yine Akdeniz foku yaşam alanı olarak işaretli alanda başlatılan büyük doğa katliamı halen sürmektedir. Tüm bunların cezasız kalması, yetkililerin bu yaşananlara kör ve sağır olmaları, Bodrum merkezdeki Kumbahçe Mahallesi’nde herkesin gözü önünde, hem de belediye araçlarıyla deniz dolgusu yapılmasına cesaret vermiştir.

Yine Kumbahçe Mahallesi’nde büyük bir liman projesi gündeme getirilmiş, mahalle sakinlerinin işgalcilere rağmen denize girebildiği tek kıyı olan alanda yapılması planlanan bu liman büyütme projesinin halkı bilgilendirme toplantısı, mahallelinin proje sahiplerine büyük tepki göstermesiyle son bulmuştur.

ÖKB bünyesinde verilen mücadele, meselenin hem sınıfsal hem de ekolojik boyutlarının birbirinden ayrıştırılamaz olduğunu bize göstermektedir. Kıyıların, sadece zengin olan küçük bir kesimin kullanımına tahsis edilmesi, yurttaşların bugüne kadar özgürce kullandığı kıyılara inşa edilen özel şirketlere ait platformlar, korunması gereken canlıların yaşam alanlarının yok edilmesi, herkese bir mücadele hattını işaret ediyor.

Dengesiz ve eşitlik ilkesine aykırı bu sistemin düzeltilmesi uzun zaman alacak olsa da imkânsız değildir. Kamu yetkilileri bu konuda radikal ve çözüme dönük çalışmalar planlar ve yasada öngörülen yaptırımlar uygulanırsa, çeşitli Avrupa ülkelerinde gözlemlediğimiz şekilde kıyılar herkesin erişimine ve faydalanmasına uygun hale getirilebilir. Böyle bir sonuç, temel bir insan hakkı olan dinlenme hakkının herkes için güvence altına alınması yönünde elde edilmiş bir kazanım anlamına da gelecektir.

Komşunun Aşıladığı Umut: Yunanistan’da Verilen Kıyı Mücadelesi

Yunanistan’da geçen sezon başlayan “Şezlongsuz Kıyılar” eylemleri büyük bir kamuoyu yaratmıştı. Bu sezona girerken alınan kararla, turistik bölgelerin bu ciddi sorununa radikal bir çözüm getirildi. Tüm ülkede artık bir plajın en fazla yüzde 30’luk kısmına şezlong yerleştirilebilecek. Geriye kalan alan mutlaka boş tutulacak. Denize erişimin engellenmediğinden emin olmak için de şezlongların kıyıdan en az 4 metre uzağa yerleştirilmesi zorunlu hale getirildi.

Koruma altındaki kıyılarda boş bırakılacak alan yüzde 85’e yükseltildi. Ekolojik açıdan zengin bölgelerde ise şezlonglar tamamen kalkacak.

Kıyıların temizliğinin sorumluluğu da plaj işletmeleri tarafından üstlenilecek.

Bu sonuçların alınmasında, kuşkusuz toplumun kitlesel düzeyde gösterdiği tepki önemli rol oynadı.

Aslında sadece Türkiye’deki yasalar ve yaptırımlar uygulansa, yukarıda anlattığımız birçok konu kendiliğinden çözülecek. Ancak uzun zamandır ne yasalar ne yaptırımlar, ilgili kamu kurumları tarafından uygulanmıyor. Bu da hem temel hakların fiilen ortadan kalkmasına hem de ekolojik yıkımlara neden oluyor.

[1] https://www.genel-is.org.tr/dunden-bugune-1-mayislar,2,17050
[2] https://www.ohchr.org/sites/default/files/Documents/Publications/HandbookParliamentarians.pdf, Sayfa 187, 30 Temmuz 2024 tarihinde erişildi.
[3] https://www.csgb.gov.tr/medias/6948/30-soruda-i%C5%9F%C3%A7inin-dinlenme-hakk%C4%B1.pdf, 30 Temmuz 2024 tarihinde erişildi.
[4] https://www.youtube.com/watch?v=lczEZkSZNwg&ab_channel=alan, 30 Temmuz 2024 tarihinde erişildi.