Günümüz kapitalizmini tanımlamak için pek çok kavram kullanılıyor. Teknofeodalizm, platform kapitalizmi (cloud capitalism), neofeodalizm, iletişimsel kapitalizm, gözetleme kapitalizmi, felaket kapitalizmi, yamyam kapitalizmi, karbon kapitalizmi, otoriter kapitalizm, vb. Bu kavramlardan özellikle bazıları betimleyici bir çerçeveden “gündelik hayatın” izini sürüyor. Her şey günlük yaşantımızın hayhuyunda gizli sanki.
Şöyle bir düşünürsek, günlerimiz, kilitlendiğimiz küçük ekranlarda yüzlerce reels’in içinden akıp gidiyor. “Infinite scroll” dedikleri şeyle, ekrandan aşağı yuvarlayıp duruyoruz. İlişkilerimiz, uçtan uça şifrelerle birbirine bağlanmış sohbetlerde yaşanıyor. Apartman sakinleri de arkadaş grupları da yoldaş toplulukları da WhatsApp’ta buluşuyor. “Date”lerimiz için sağa kaydırıyor, bir kur davranışı olarak “seri like’a çöküyoruz”. Küçük bir ekrandan protesto hakkımızı kullanıyor, bir kampanyaya imza atıyor, bir “heştegi” büyütebiliyor, bir örgüte üye olabiliyoruz! Siyasi görüşlerimizi genellikle rete ediyoruz. Kendini ajans sanan bazılarımız “her rt onay değildir” diyebiliyor. Haber okurken blender seti alabiliyor, sepete narenciye sıkacağı, Nutuk ve Sapiens de ekleyebiliyoruz.
Yine o küçük ekranla tüm yaşamımızı matematiksel hale getiriyoruz! Çoğu zaman kendini bir şirket gibi gören bedenimizi, sayısal göstergelerle kârlı hale getirmeye mecbur hissediyoruz. Adımlarımızı, kalp atışımızı, içeceğimiz suyu, boğazımızdan geçen lokmanın kalorisini düzenli sayan uygulamalar yaşamımızın bir parçası. Saymadan yürüyemiyor, fotoğrafını paylaşmadığımız yerde gezemiyor, oyun oynamadan yolculuk yapamıyoruz!
Dikkat dağınıklığı yaşamadığımızı, aslında türlü uygulamalarla “dikkatimizin çalındığını” söyleyenler haklı olabilir. Bilmiyorum ama nefes dahi alamadığımız sıkış tıkış otobüslerde “dikkatimizin çalınması” o kadar da kötü olmayabilir! Velhasıl hayat böyle akıp gidiyor!
Teknofeodalizm gibi kavramlara bakılırsa tüm bu günlük hayat döngülerimizde, bir avuç dijital derebeyinin serfi haline dönüşmüş durumdayız. Teknoloji lordlarına her yerden kablosuz ağlarla bağlıyız.
Son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bu teknofeodalizm kavramının mucitlerinden biri Yanis Varoufakis. Varoufakis’in Technofeudalism: What Killed Capitalism (Tekno-Feodalizm: Kapitalizmi Ne Öldürdü) eserinden sonra Jodi Dean de son çalışmasında neofeodalizm kavramını merkezi bir yere yerleştiriyor. Teknofeodalizm kavramında daha belirgin olmak üzere önerilen şey, tümüyle tanımlayıcı yeni bir çerçeve. Zira bir süredir gündemde olan “neoliberalizmin krizi” tartışması burada, kapitalizmin geride kaldığına, karşımızdakinin yeni bir feodal düzen olduğuna bağlanıyor.[1]
Kapitalizmin öldüğü ya da kendi mezarını kazdığı (mezar kazıcılarını yaratmaktan farklı olarak) ilan ediliyor. Bu yaklaşıma göre Amazon, Google, Apple, Meta, X, Tiktok gibi devasa dijital platformlar, piyasa ilişkilerinin çok ötesinde bir ayrıcalık elde ederek, kendi alanlarında fiyatı, erişimi ve kuralları belirleyen birer “lord” gibi hareket ediyor; kullanıcıların, küçük üreticilerin ve hatta devletlerin davranışlarını yönlendiren asimetrik bir güç ilişkisi kuruyorlar. Buna göre dijital platformlar rant, tekelcilik ve siyasal kontrol üzerine kurulu yeni bir düzeni temsil ediyorlar.[2]
“Temiz bir kapitalizm” hiç var olmadı!
Sondan başlayalım. Yeni bir düzen olarak ifade edilen, “rant, tekelcilik ve siyasi kontrol” üçlüsünde kapitalizme sığmayan tam olarak nedir? Esasen burada ciddi bir kafa karışıklığı vardır. En başta da kapitalizmde feodalizmden farklı olarak, ekonomi ile siyasetin özgün ayrılığını anlamak konusunda. Kapitalizme özgü olan, artığa el koyma mekanizmasının piyasa ile gerçekleşmesi, yani siyasal alandan bağımsızlaşmasıdır. Devletin sermaye sınıfı lehine düzenlemeler yapması, girişimlerde bulunması bu durumla çelişmez. Kapitalizmde devlet elbette her zaman sermayenin devletidir. Ne ki devletin yaptığı, koşulları belirlemektir, piyasayı ve emek arzını mümkün kılmaktır.[3] Bunlar biraz soyut kaçmış olabilir ama her “ekonomi dışı zoru” feodalizm sanmamak gerekir! Bu bağlamda “tekno-lordlar” çıkar çarklarını artık sadece tepeden siyaseti dizayn ederek döndürebiliyorsa, Musk gibilerinin ABD başkanını tehdit etmesi çok anlamlı görünürken; aynı Musk’ın bu tehdidi geri çekmesi, yana döne özür dilemesi ve başka bir pazarlığa çekilmek zorunda kalması açıkça tutarsızdır. Demek ki hem sermaye sınıfı içinde kıran kırana mücadeleler sürmekte hem de bu hırgür içinde devletin basitçe aparat haline gelmesi mümkün olamamaktadır.
Günümüz dünyasına bakıp “gerçek kapitalizm bu değil” diyen ABD’li, Avrupalı liberaller yanılmaktadır. Kapitalizm kendi suretinde bir dünya yaratıyorsa, bunun bugün Musk’la, Zuckerberg’le, Bezos ile tecessüm olması şaşılacak bir şey değildir. Yine de şaşkınlık hakim. Evgeny Morozov’un isabetle belirttiği gibi aralarında kimi farklar olsa da “yeni feodalizm” yaklaşımlarında, kapitalizmin oldukça dar ve “temiz” bir tasavvuru vardır.[4] Oysaki kapitalizmin tarihinde devletlerin, şirketlerin ya da ikisinin birlikte zor kullanımı klasik Marksist teoriye halel getirmeyen sıradan olgulardır.
Buradan kapitalizmin öldüğü iddiasına geçelim. Bu iddianın temeli, teknolojik gelişime yönelik aşırı vurguya dayanmaktadır. Peki üretim tarzı ile teknolojik gelişim nasıl ilişkilidir?
Marksist perspektiften bakıldığında üretim tarzı kavramı üretici güçler ve üretim ilişkilerinin bütünlüğünü ifade eder. Teknolojik gelişim, üretici güçlerin bir parçası olan üretim araçları ile ilgilidir. Bu kavramsal ayrımlar önemlidir. Zira örneğin ‘90’lı yıllarda robotların gelişiminin işçi sınıfını tarihe gömeceğini düşünenler, üretim tarzını üretim araçlarından ibaret bir kavram olarak görmüşlerdir.[5] Teknofeodalizmde ise yine teknoloji, bu kez dijital dünya yeni bir üretim tarzına işaret etmektedir. Kısacası teknolojik determinizmin yeni bir sürümüdür karşımızdaki. Burada dijitalleşme, teknolojik gelişim, sınıf mücadelelerinden bağımsız değilken kendi başına bir yapı olarak görülür. O eski ekonomik indirgemeci günleri özlemle anıyor insan!
Şaka bir yana, kuşkusuz dijital teknolojilerin bugünkü muazzam gelişimi, sınıf ilişkilerinin yeniden dizayn edildiği yeni nitelikte süreçler barındırmaktadır. Yeni olanı kavramak faydalı olacaktır. Ne var ki bir dönem dillere pelesenk olan “küreselleşme” kavramı gibi burada da “yeni şeylerin” fazla “gazına gelen” kopuşçu bir yaklaşım hakimdir. Oysaki bugün bize akıl almaz görünen pek çok teknoloji, önceki yüzyılın dünyayı kateden denizaltı telgraf kablolarından daha radikal değildir.
Peki sınıf ilişkilerindeki yenilik nerededir? Teknofeodalizm savunucuları biraz müphem biçimde de olsa işçi sınıfına elveda diyor:
“Bu düzende teknoloji şirketleri gelirlerini üretimden elde edilen kârdan değil, platformlara erişimden kesilen paylardan, yani tekelci rantlardan sağlamaktadır. Böylece toplumsal ilişkiler de feodal dönemi çağrıştıran lord-serf benzetmeleriyle tarif edilmektedir: Feodal lordlar platformları ve veri akışını denetleyen şirketler iken, serfler bu platformları şu ya da bu biçimde kullanmak zorunda kalan ve ürettikleri veri ile rant akışını besleyen geniş kitlelerdir. Yapay zeka ile hızlanan bu süreçte gözetim mekanizmaları yoğunlaşırken, üretken yatırımların yerini giderek tekelci rantlar almaktadır. Tekno-feodalizm yaklaşımı, açıkça ifade etmese de, klasik anlamda bir işçi sınıfının da ortadan kalktığı varsayımına dayanır.”[6]
Kapitalizmin tarihi boyunca işçi sınıfının oluşumu hep dinamik bir nitelik taşımıştır. Öyle ki işçi sınıfının en tipik nitelikte olduğu varsayılan Marx’ın döneminde bile en büyük ücretli işçi grubu, sanayi işçisi değil, ev hizmetçileriydi.[7] Bu bakımdan neofeodalizminin “büyüyen hizmetler sınıfı”, sermayenin canlı emek ihtiyacına karşı dönüşen sınıf profilini betimlemekten öteye gitmiyor.
David Addison ve Merle Eisenberg’in “Kapitalizm Değişiyor, Ama Neofeodalizme Doğru Değil” yazılarında belirttikleri başka bir durum daha var. Teknofeodalizm ve neofeodalizm tezlerinin feodalizmden ne anladığı da oldukça tartışmalıdır. Gerçekten de Jodi Dean’ı kısmen dışında tutarak, günümüz dünyasına yakıştırılan feodalizm tezleri, lise kitaplarının şematik materyali olan “feodal iktidar piramidinin” tepesine Musk, Zuckerberg, Bezos gibi tiplerin yerleştirilmesi olarak öne çıkıyor.[8]
“Globalist aşırılıklara” mesafelenmek
Sonuçta yukarıda anlatılanları biraz daha ileri taşımak istersek şunu söyleyebiliriz. Teknofeodalizm kavramının “kapitalizm öldü” temel iddiasının ardında, bahsettiğimiz türde pek çok kuramsal tutarsızlık bulunmaktadır. Ancak bunun ötesinde teknofeodalizm kavramı, üstüne kondurulduğu devasa ölçek bakımından da sınırlı bir kavrayış sunmaktadır. Bu devasa ölçek, Çulhaoğlu’nun yerinde ifadesiyle “globalist aşırılıkların” sergilendiği yerdir.[9]
Burada global bütün ya da dünya düzeni, neredeyse mutlak determininist dinamikler üzerine kurulur ve bunlar tek tek ülkeleri, özgüllükleri dümdüz eder. Bu “devasa ölçek” tuzağına zaman zaman Marksizm yorumcuları da düşmektedir. Bu bağlamda örneğin Nancy Fraser’ın Yamyam Kapitalizmi için Tayyip Erdoğan gibi siyasiler, “boş figürandan” başka bir şey değildir.[10] Önerilen “global bütünden” özgül olana erişilemez, öznelik tasavvuruna varılamaz. Sınırlılık buradadır.
Kısacası globalist aşırılıklara varan modeller ya da kavramlar için tepede (global bütünde) oldukça belirlenimci, katı ve kendisi hiç belirlenmeyen bir yapı dünyanın canına okumaktadır! Oysaki ihtiyacımız olan, kuramsal zenginliği bir kenara itmeden “yeniyi” yakalayacak ama teknofeodalizm örneğindeki gibi özneye de deli gömleği giydirmeyecek tezleri tartışabilmek. Bu minvalde bir sonraki yazı için Shoshana Zuboff’un Gözetleme Kapitalizmi Çağı’nı ele alacağım…
[1] Yanis Varoufakis, Technofeudalism: What Killed Capitalism, Vintage (2023), s. 56. [2] https://www.evrensel.net/yazi/97766/dijital-cagda-kapitalizmin-donusumu-tekno-feodalizm-tartismalarina-giris [3] Bu konuda bkz., E. Meiksins Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, Çev.: Şahin Artan, İletişim, s. 43. [4] https://jacobin.com/2023/04/evgeny-morozov-critique-of-techno-feudalism-modes-of-production-capitalism [5] Metin Çulhaoğlu, Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Sarmal (1998) s. 100. [6] https://www.evrensel.net/yazi/97766/dijital-cagda-kapitalizmin-donusumu-tekno-feodalizm-tartismalarina-giris [7] Alex Callinicos, Chris Harman, Değişen İşçi Sınıfı, Z yayınları(1994), s. 14. [8] https://www.ayrim.org/ceviri/kapitalizm-degisiyor-ama-neofeodalizme-dogru-degil/ [9] Metin Çulhaoğlu, “Varoşlar ve Kent Yoksulları”, Sosyalist Politika sayı 10, s. 90. Çulhaoğlu “globalist aşırılık” ifadesini özellikle Wallerstein için kullanmıştır. [10] Nancy Fraser, Cannibal Capitalism, Verso(2022), s. 135.




